TEBAA ÇIPLAK!
Seçime yanaştıkça, kaybedeceklerin telaşı iyiden iyiye artı…
Bu telaş içinde ne söyleyeceklerini, ne yapacaklarını şaşırmaya başladı statükocu büyüklerimiz(!)
Kendilerini açıkgöz(!) herkesi ahmak sanan bu zavallılar güruhu, çırpındıkça batıyor…
Bunca yıldır yaptıkları usulsüzlükleri, partizanlıkları, yolsuzlukları ve kendi insanlarına ihanetlerini unutturmak, zeytin yağı gibi üste çıkmak için (yalnızca işlerine geldiği gibi yorumladıkları, Musolini’den kalma) yasalara sarılmaya kalktılar…
Köşeye sıkışan kedi gibi nereye saldıracağını şaşıran statükocuların bu durumu yeni bir şey değil elbette… Yıllardır yaptıkları bu…
Saray entrikalarıyla yarattıkları Kukla Kral’ı donuna kadar soyup, benzersiz/görülmemiş giysilerle giydirdiklerini iddia eden saray soytarılarının hikayesi meşhurdur…
Eşsiz/görülmemiş elbiselerle giydirilmiş olduğunu sanacak kadar avanak olan Kukla Kral halkın önüne çıktığında yarattığı hayal kırıklığı ve şaşkınlığın da farkına varamaz…
Ama yaptıkları her şeyin farkında olan şaklaban vezirler ve bilcümle dalkavuk zevat, donsuz bıraktıkları Kukla Kralları’nı (aslında kendilerini) korumak için FERMANI çoktan hazırlamışlardır:
“Her kim ki “KRAL ÇIPLAK” diye haykıra… tiz kellesi vurula…”
Ama, o da ne!.. O ana kadar fısıldaşmayla yetinen halkın içinden bir çocuk gerçeği haykırıyor: “KRAL ÇIPLAK…”
Bu masalın sonunu merak etmişimdir hep… Çünkü o haykırış masalın sonu değil; sonun başlangıcıdır bence…
O andan sonra ne olmuştur ?.. Halkın fısıldaşması homurtuya dönüşünce durumu kurtarmaya çalışan şaklaban vezirler ve bilcümle dalkavuk ne yapmıştır?.. Tası tarağı toplayıp ülkeyi mi terk etmişler; yoksa oynadıkları oyunu sürdürmek için, “ Bu elbiseyi ancak aptallar göremez… Sizi gidi nankörler; hain zındıklar… Yuh olsun size” deyip, üzerilerine zaptiyeleri mi sürmüşlerdi?.. (06-11-2003)
Bu satırları yazmamın üstünden (neredeyse) bir düzine yıl geçti…
Çıplak Kral, kendi ayıbı görülmesin diye tebaasını soymakta bulmuştu çareyi…
Memleket çıplaklar kampına dönünce Kral’ın çıplak olduğu fark edilmez oldu…
Kır düşmüş saçlarını tacıyla örten Kralın artık “fark edilmeden” ortalarda dolaşması için “tebdili kıyafet”e gereksinimi de yoktu…
Gün geldi, devran döndü; aşınan tahtın sustaları bir yerlerine batmaya başladı…
Artık yeni bir kaftan diktirmenin zamanı geldi diye düşündü… Terzileri çağırıp dötünün ölçüsünü aldırdı…
En kalın kumaşları seçen kör terziler, el yordamıyla ölçüp biçtiler; “Sizde bu döt oldukça taht boş kalmaz haşmetlüm”buyurdular…
Yaşlı kralın ağzı kulaklarına değdi ama içinde bir ürperti: Ya O çocuk tekrar ortaya çıkarsa…
Ya ortaya çıkıp bu kez “Kral öldü; yaşasın yeni kral!” diye haykırırsa…
“Bizim için olmasa da, O’nun için masalın sonu gelir...” diye düşündü uşaklar…
Evet terziler kör; tebaa kral kadar çıplak…
Tek umut, içimizdeki çocuk!...
Yaşıyorsa hala !..