Tecavüzcü
Madem ki konusu açıldı, irdeleyelim.
Dikenli tellerle örülü bu küçücük adada yaratılan devletlerin temellerinde günahlar kazılı…
Bu günahlardan biri de tecavüz…
Kıbrıs'ın toplumları ve yabancı askerler savaşırken tecavüzü bir 'savaş aracı' olarak kullandılar, yıllar yılı…
Yani bir silah…
Toplumlar genelde kendini “kurban” olarak gördü bu süreçte…
“Biz” hep masumuz (!)
“Onlar” kaka!
Resmi tarihler de böyle yazıldı.
Hep “ötekileri” suçlayarak “çektiklerini” anlatıp “günahları” hakkında tısı çıkmadığı için, çatışmalar esnasında yaşanmış tecavüzler de hiçbir zaman tartışılmadı, gündeme gelmedi…
Savaş dönemindeki “tecavüzler” hala “tabu”…
İnsanlar bunun tartışılmasından kaçınıyor.
Konuşmuyor. Konuşana küfürlerle saldırılıyor zira!
Kimse anlamak, inanmak istemiyor oysa!
Gazeteci Sevgül Uludağ daha önce sayfasında yayınladı.
Uludağ, “Savaş silahı olarak tecavüze karşı global zirve toplantısı” çerçevesinde İngiliz Yüksek Komiserliği’nin düzenlediği etkinlikte Kıbrıs’ta savaş aracı olarak tecavüzleri anlatmıştı.
Önemli bilgiler paylaşmıştı.
Neler yapmış, neler yapmış bu toplumun “kahramanları” neler…
Köy köy yaşananları Sevgül Uludağ'ın sayfasından okumuştuk o dönem…
Gerçekten korkunç gerçekler…
Tarihten notları gündeme taşıyan Sevgül Uludağ şu tespitle bitiyordu anlatımını:
“Tecavüz suçu işleyenler, ne Kıbrıslıtürk toplumunda, ne Kıbrıslırum toplumunda asla cezalandırılmadılar.
Tecavüzlerle ilgili bilgilere ben 'kayıplar'ı araştırırken ulaştım. Umarım uluslararası toplumun da desteğiyle bunları belgeleyebiliriz.
Ünlü İngiliz yazar James Burke, 'Geleceği kurarken neden geçmişe bakmamız gerekir? Çünkü bakabileceğimiz başka bir şey yoktur' diye yazmış…
İşte bizim geçmişimiz de bu…”
***
Evet, Sevgül Uludağ’ın da dediği gibi: Bizim geçmişimiz bu…
Ne yazık ki tecavüz, bizim geçmişimizde de varlık göstermiş… Silah olmuş…
Kahramanlık destanlarında anlatılmamış…
Gizli kalmış… Üzeri örtülmüş…
Ama gerçekmiş… Ne yazık ki, gerçekmiş…
Bugün bu konuyu konuşmaya çalışıyoruz sadece, henüz konuşmaya bile başlayamadık.
Umarım bir gün konuşulur…
Ve bir gün bu günahı işleyen adiler ifşa edilir.
Geçmişteki günahları yüzünden vicdanlarda yargılananların günümüzdeki uzantıları sağa sola hakaret ederek konuyu “kahramanlığa” getirse de; bu utanç hepimizin aslında, hepimizin!
Yeter artık! UBP devlette çeteleşti!
Seçim yasaklarına günler kala yaptığı her icraatı yasadışı olan, varlığı bile hukuken tartışmalı UBP-DP hükümeti yeni vatandaşlıklar için düğmeye bastı.
Artık öyle muhacerette kuyruklar falan da yok.
Binlercesi için hummalı bir çalışma var şimdi.
4 koldan ihbar geliyor.
Her şey kapalı kapılar ardından hallediliyor.
Bizzat UBP merkezi yürütüyor operasyonu…
UBP’nin devletteki eli, kolu da meşhur kurultay istihdamları!
UBP’den aldıkları direktifleri harfiyen yerine getiriyorlar.
Alenen ihbar ediyorum! Suç işleniyor! Suç işliyorsunuz!
Yapmayın, uymayın UBP’li bürokratların emirlerine!
Hafta sonu bile gecelere kadar çalışan memurlar var!
Bizzat kendileri anlatıyorlar!
Karanlık gecelerde devlet dairelerinde kırsal kesim arsaları ve yurttaşlık işlemleri için “merkezden” direktif alan bürokratların koordinesi ile tam bir seçim operasyonu yürütülüyor.
Bana bunları ileten UBP’nin kurultay dönemi istihdam ettiği bir memura “yasadışı iş yapıyorsunuz, hiç mi çekinmiyorsun” diyorum, “yapmak zorundayız” diye cevap veriyor.
7 Ocak’ta bu hükümet düşünce, kamuda da bir suçlu avı gerekecek!
Bu hükümetin günahlarına, yasa dışılıklarına onay veren kamu görevlileri de tek tek açığa çıkarılmalı, başka yolu yok.
Bu rezilliğin, bu kepazeliğin, bu aymazlığın her bir zerresi cezasını çekmeli artık.
Çekmeli ki bir daha bu çeteleşmeye gidilmesin kamu kesiminde…
Başka yolu yok.
Bir adım atmak lazım şimdi!
Kıbrıs Türk liderliği ve Kıbrıs Türk siyaseti yeni bir yol ayrımında…
Kıbrıs’ta süregelen kapsamlı çözüm müzakereleri yanında güven artırıcı önlemler paketinin de masadan kalkması, ya da daha doğrusu ‘donması’ konulması Türk tarafı açısından yeni dinamikleri de beraberinde getiriyor.
Hatırlayınız; ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'in Kıbrıs ziyaretinden önce ve sonra aktif şekilde gündeme gelen konu, önümüzdeki süreçte yeniden tartışılacağa benziyor.
Malumunuz; Türk tarafı çok uzun yıllardır Maraş'ı güven yaratıcı önlem olarak görmedi.
Hep 'bütünlüklü çözüm' başlığı altında yorumlamayı tercih etti.
Hal böyle olunca da elimizde tuttuğumuz bu koca şehir eridi, çürüdü.
Yani, Maraş'ın binaları gibi masadaki kozumuz da zamanla çürüdü.
Şimdi çekiniyoruz, utanıyoruz ya…
İşte bu çürümüşlükten utanıyoruz.
Hani, dönemin Cumhurbaşkanı, Derviş Eroğlu'nun “Fizibilite raporu hazırlamak için Maraş’a girecek ekipte Rum olmasın” görüşü de bu utancın sonucudur.
Utanıyoruz!
Koskoca kenti yılanlara, sıçanlara armağan ettiğimiz için utanıyoruz.
Utanıyoruz, Akdeniz’in incisi kentte ‘apoletli keyifler’ yaşadığımız için utanıyoruz…
Ve utanıyoruz, böylesi bir güzelliği 'rehin' tutarak hiçbir şey elde edemediğimiz için utanıyoruz…
Daha önce de söyledim; madem ki bütünlüklü yapamıyoruz, parçalı denesenize!
Maraş ve Mağusa Limanı pazarlık konusudur örneğin!
Birileri kabul etmese de; Maraş artık bütünlüklü çözümden önce de bir güven yaratıcı önlem olarak masadadır.
Eğer bir fırsat yaratılmazsa; güven yaratan önlemlerle liderliğimiz öne çıkan adımlar atmazsa; doğalgaz süreci gerilmeye müsait ilişkiler daha da gerilecek, hatta müzakereler gibi kopacak. Maraş’ta çürüyen binalar da Kıbrıs’ın kuzeyi de tek tek başımıza yıkılmaya başlayacak.