TEK BAYRAK, TEK MİLLET, TEK DEVLET, TEK LİDER!
15 Temmuz darbe girişiminin ardından başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere Türkiye’nin bütün kentlerinde, hatta Avrupa ve KKTC’de milyonlarca insan “demokrasi nöbeti” adı verilen dev organizasyonun parçası oldu. Bu, aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin devlet eliyle gerçekleştirilen en güçlü siyasi kampanyası…
Meydanları dolduran insanlar her ne kadar devletin resmi dilinde “demokrasi” kavramı etrafında toplanmış gibi görünse de kitlenin ortak değerlerini milliyetçi-muhafazakârlık ve katıksız- koşulsuz Erdoğan sevgisi oluşturuyor. Erdoğan’ın “Tek Bayrak- Tek Millet- Tek Devlet” sloganının cisimleştiği, meydanlar adeta “yeni büyük kurtarıcıyı”, “yeni lideri” kutsuyor ve ona koşulsuz biatını sunuyor.
Aradan geçen 22 günde 15 Temmuz gecesi gerçekte ne olduğunu ve darbe girişiminin asıl beyin takımının kimlerden oluştuğunu öğrenemedik. Buna karşılık darbe girişimi; “yapılmışı olan” 12 Eylül darbesinde bile görülmemiş bir tasfiye operasyonu bırakıyor arkasında. En alt kademeden en üst kademeye kadar 70 binden fazla kamu görevlisinin tasfiyesi her ne kadar şok edici görünse de asıl büyük adım sonradan geldi.
Bürokrasiyi “hâl eden” Saray, Osmanlı’dan Cumhuriyete miras en büyük tabuya dokundu. YAŞ toplantısında subayından generaline iyice bir silkelenen TSK, hemen ardından kelimenin tam anlamıyla “doğrandı”. Askeri liseler kapatıldı, Harp Akademisi kapatılarak Milli Savunma Üniversitesi kuruldu, Jandarma Komutanlığı Milli Savunma Bakanlığına, Genelkurmay ise Cumhurbaşkanlığına bağlandı. Saray bununla da yetinmeyip MİT’i de kendine bağlayarak istihbarattan silahlı kuvvetlere kadar devletin bütün güçlerini kontrolüne aldı.
Osmanlı İmparatorluğu asker- bürokrasi- saray ittifakına dayalı bir yönetim yapısına sahipti. Cumhuriyet, sarayın aynı asker-bürokrasi ittifakıyla saf dışı edilmesiyle kurulmuş; eski rejimin elitleri, “safralardan arınmış” bir yeni rejim inşa etmişlerdi. Dolayısıyla 100 yıla yaklaşan Cumhuriyet rejimi, aslında 600 yıllık Osmanlı yönetim geleneğinin tuğlalarıyla yükselmişti. 15 Temmuz sonrasında bu ittifak yapısının dramatik biçimde yıkıldığını, bu kez sarayın kadim asker-bürokrasi ittifakını paramparça ederek kontrolü ele alışına tanık oluyoruz.
Cumhuriyet rejimi, Osmanlının son dönemlerinde hâkim olan anlayışa uygun biçimde yüzünü Batı’ya çevirmiş ve II. Mahmut’la başlayıp Abdülhamit’le kesintiye uğrasa da devamında hız kesmemiş bir gelenek üzerinde inşa edilmişti. Şimdiyse Batı’ya karşı adım adım artan eleştiri dozu, 15 Temmuz sonrasında “çılgınlığa” yakın bir Batı karşıtlığına dönüştürülüyor ve toplum, Cumhuriyet tarihinin Batıya en uzak noktasına doğru kaydırılıyor.
Tarihi bir rövanş mı bu? Bu açıdan bakılırsa belki de öyle. Ama olup bitenler rövanşın çok ötesinde… Lider, yeni Türkiye’nin yeni iklimini, kendi prensipleri doğrultusunda yeniden şekillendiriyor…
Yeni iklim, artık tam da Erdoğan’ın “rabiasına” uygun biçimde “Tek Bayrak- Tek Millet- Tek Devlet” şeklinde dizayn edilmeye çalışılıyor. Küçük, fakat hayli tanıdık bir eklemeyle elbette: “Tek Lider!”…
“Cumhurbaşkanımız, Başkomutanımızın Milletimize Daveti” diye başlayan ve tüm kamu binalarını süsleyen kırmızı-beyaz bayraklı afişler bu yeni kutlu iklimin habercisi…
22 gündür devam eden ve 7 Ağustos’ta Yenikapı’da gerçekleştirilecek “dev buluşma” ile taçlandırılacak demokrasi nöbetlerinin final sahnesi de çok iyi kurgulanmış durumda: Başbakandan muhalefet liderlerine, önemli bürokratlardan generallere kadar devlet ricalinin yer alacağı sahnenin yıldızı elbette bu özlenen “birlik beraberlik görselinin” mimarı, Cumhurbaşkanı ve Başkomutan olacak. Meydanı dolduran yüzbinler ve televizyonları başındaki milyonlar için hazırlanan bu şahane gösteri, tam da az önce sözünü ettiğim yeni dönemin tescili anlamına gelecek.
Öylesine güçlü bir kitlesel baskı oluşturuldu ki meydanlarda, 7 Ağustos günü orada olmayanlar “milletin karşısında, darbenin yanında” yaftasını yıllar boyu taşıyacaklar boyunlarında.
Lider, o güne kadar meydanlarda en ağır cümleleri sarfettiği muhalefete karşı 15 Temmuz sonrası yaptığı jestlere eklediği yeni bir jest eklemiş (hatırlayınız, muhalefet aleyhine açtığı tüm davaları geri çektiğini açıklamıştı Lider… Tabii ki HDP hariç!) ve Yenikapı mitinginde “milletin yanında, darbenin karşısında olduklarını gösterme fırsatı” bahşetmişti kendilerine.
Tabanının AKP’lileşmenin de ötesinde Erdoğancılaşmaya başladığı gerçeğini sezinleyen ve bu oyunda hiç değilse görünürlüğünü korumayı hesaplayan Bahçeli, tereddütsüz biçimde bu daveti kabul etmiş ve Liderin twitter hesabından özel teşekkürüne mazhar olmuştu. Kılıçdaroğlu ise kısa bir tereddütten sonra bugün Yenikapı mitingine katılacağını duyurdu. Böylece milletimizin ihtiyaç duyduğu birlik ve beraberlik görüntüsüne (sadece 6 milyon seçmenli bir parti, HDP hariç ama bunun elbette tadımızı kaçırmasına gerek yok) kavuşmuş oluyoruz.
Kabul etmek gerekiyor ki dahice!... Zaten Erdoğan’ı çağdaşları arasında biricik kılan da bu… Kurallarını kendi belirlediği bir oyunda, en azılı muhaliflerini bile en istediği zaman ve yerde oyunun içine çekmeyi başaran; kendisine inanan kitleleri ustalıkla yönetmesini bilen bir liderlik!
Azılı karşıtları nefret ateşleri yükseldikçe hata üzerine hata yapmaya devam ededursun, Erdoğan kendisi dışında kimsenin kestiremeyeceği ajandasını hayata geçiriyor. Bunun için Erdoğan’a kızılabilir mi? Elbette hayır…
Bu güne dek yaptıkları sayısız kötülük bir yana, Fethullahçıların bu ülkeye yaptığı en büyük kötülük oldu 15 Temmuz. Bu musibeti, kendisi açısından hayırlara tebdil etme konusunda ustalık gösterdi diye Erdoğan’a kızılabilir mi? Elbette hayır…
İllâ kızılması gereken bir şey varsa o da, karşısındaki müthiş dağınıklık, ilkesizlik ve politikasızlık… Bizim büyük acizliğimiz…