1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. ‘Tek Kişilik Tiyatro’
‘Tek Kişilik Tiyatro’

‘Tek Kişilik Tiyatro’

‘Tek Kişilik Tiyatro’

A+A-

Ülkemizdeki tek gölge oyuncusu Mehmet Ertuğ’la konuştuk
 

Stella Aciman

Gölge oyunları! Karagöz ve Hacivat…  Çok eskilere dayanan bir sanat dalı! Ben çok severdim ve çok gülerdim ve hala daha gülerim. Karagöz ve Hacivat’ın o ince mizahı hep içimi ısıtmıştır. Ne yazık ki bu sanat dalı da artık geçmişin kollarında yok olma yolunda hızla ilerliyor, bu sanatla uğraşan insanlar giderek azalıyor, onların ardından da pek gelen yok. İşte Mehmet Ertuğ,  bu sanata gönül vermiş, Kıbrıs’ın tek gölge oyunları sanatçısı. Deniz, derya gibi bir insan, sohbetine doyulamayanlardan… Sağ olsun beni kırmadı, hala her gün gittiği atölyesine davet etti. Aslında anlattıkları üç sayfaya değil, birkaç kitaba sığacak nitelikte. Ben bu söyleşiden çok keyif aldım, umarım sizler de alırsınız.

FİLATELİ

Geçtiğimiz günlerde Girne Amerikan Üniversitesi’nin düzenlediği gecede, Kıbrıs Türk kültürü, tarihi, sanatı ve edebiyatına katkı koyanlardan biri olarak siz de ödül aldınız, neler hissettiniz?
Maalesef Kıbrıs’ta değerler pek bilinmez, hatırlanmaz. Girne Amerikan Üniversitesi bizi hatırlayıp böyle bir gece düzenlediği için çok mutlu oldum. Belki bir başlangıçtır dedim. Ödülden ziyade hatırlanmak önemli, yoksa benim uluslar arası da olmak üzere birçok ödülüm var.
Önce biraz pul koleksiyoncusu tarafınıza bakalım…

KKTC’ de 1979 yılında derneğimizi kurmaya karar verdik arkadaşlarla. Başkan olarak beni uygun gördüler. Daha sonra federasyon oluşturduk, yine başkan ben oldum. Sonra uluslar arası üyelik için çalışmaya başladık ve bizi Prag’a davet ettiler. Gideceğiz ama pasaportumuz yok. Gitmek başlı başına bir mesele… Zorluklarla olsa bile sonunda gidebildik. O zaman daha komünist rejim vardı orada. Öğrendik ki dolara tapıyorlar. Bizim de yanımızda dolar vardı. Güzel bir otelde yer ayırttık. Birkaç saat sonra Türkiye federasyonunun başkan yardımcısı otele geldi, selamlaşmalar falan derken bize ‘hoş geldiniz ama boş geldiniz’ dedi. Niçin boş gelelim, biz davetli geldik dedik. Üyelik işi olmayacak dedi. Sonradan, Kıbrıs Rum tarafıyla dostluk kurduklarını öğrendik.

Peki, ne yaptınız?
Bunu duyunca kan beynime fırladı. Arkadaşıma hemen “kalk doğru toplantıların yapıldığı yere gidiyoruz” dedim. Ben pullardan hediyelik paketler hazırlamış ve yanımda getirmiştim. İçerideki salonda, sahnede iriyarı bir adam konuşuyordu. Federasyon başkanı olduğunu öğrenince içeri girmek istedik ama kapıdaki adam engel oldu. Hemen hediye paketlerinden birini ona verdim ve içeri girdik. Başkana kendimizi tanıttık, “davet ettiniz geldik” dedik. “Hoş geldiniz ama bu iş olmayacak” dedi. “Madem olmayacak o zaman bizi niye davet ettin” diye sorduk. Tabii hemen “tanınmış devlet değilsiniz” dedi. “Bizim politikayla hiçbir ilgimiz yok, kültürel bir varlığız” dedik. Ona da hediyesini verdik, biraz yumuşar gibi oldu. “Gelin misafirimiz olun ama yine de bir şey beklemeyin” dedi. Ben alttan girdim, üstten çıktım salona girdik. Baktım katılan ülkelerin isimleri var önlerinde. Ben de iri puntolarla kartonun üzerine KKTC diye İngilizce olarak yazdım ve Çin ‘in arkasına oturttum. Bir konuşma da hazırlamıştım, ona da “olmaz” dedi. Nihayet üçüncü gün başkan beni omuzlarımdan tuttu ve “tanınma istemeyeceksin değil mi” dedi. “Tamam istemeyeceğim” dedim ama içimden de sana bir hınzırlık yapacağım diye söylendim. Çıktım kürsüye, heyecanlı bir halde hazırladığım konuşmayı-işte bizim siyasetle bir ilgimiz yoktur, biz kültür elçileriyiz gibi- yaptım. Salonda bir uyanma oldu ve konuşmam bitince alkışlar koptu salonda. Oylamaya koyuyorum dedi başkan, yirmi tane el kalktı ve çok bozuldu Rumlar. Yerimize oturduk, önümüzde Amerika’nın temsilcisi vardı. Yahudi’ydi ve bize, ‘bundan sonra ne yapacağınızı ben söyleyeceğim size’ dedi. Meğer o başkana çok karşıymış, hakikaten de kürsüde konuşurken başkanı yerden yere vurdu. Çok da yardımcı oldu bize sonradan. Fakat bu olaydan sonra Rumlar bizi otelden attırdılar. Yağmurun ortasında kaldık. Kendileri attırdı bizi otelden ama sonra yanımıza gelip “bizde yer çok” dediler. “Gelin bizim elçiliğe, size yatak verelim” dediler. Arkadaşım o kadar üzülmüştü ki, “gidelim lanet olsun, bizimle hiç ilgilenen yok” dedi. Bir taksi bulduk, “bize bir otel bul” dedik. O da bizi sarhoşların kaldığı bir otele götürdü, son birkaç geceyi orada geçirdik.

YEDİ SAYFALIK RAPOR

Rum elçiliğine gitmediniz yani…
Yok, hiç gider miyim?  Arkadaşıma ben çadırda yatarım, yine de gitmem dedim. Kıbrıs’a döndükten sonra orada yaşadıklarımızı yedi sayfalık bir yazıya döktüm. Bir kopyasını Denktaş Bey’e, bir tanesini Türkiye Büyükelçiliği’ne, bir kopyasını Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na gönderdim. Sonunda vazgeçtim pulculuktan, başka arkadaşlar uğraşsın dedim ama hala filatelide uluslararası olamadık.

Sizin filateli üzerine yayınlanan kitaplarınız da var…
Evet, dört baskı yapan üç kitabım var pullar üzerine yazdığım. Damlalarla Bir Devletin Doğuşu… Japonya’da ödül kazandı. Rahmetli Denktaş Bey her gittiği ülkeye bu kitabı beraberinde götürür ve dağıtırdı. Kitabın ilk önce İngilizce baskısını, daha sonra İngilizce-Türkçe baskısını çıkarmaya başladım.
1963 yılında olaylar başlayınca, ekmek su kadar ihtiyaç olan haber hürriyetinden bile Kıbrıs Türkü yoksun bırakıldı. 6.1.1964 tarihinde plastikten ay ve yıldızlı bir damga yapıldı, Rum’dan kalma pullar kullanılarak muhabere sağlandı. Bir gün sürdü bu… Hemen Birleşmiş Milletleri koydu araya ve hemen durduracaksınız dendi. Bu defa gizli olarak tarih yerine yıldız koyularak devam edildi. Bu mektuplar köylere kadar ulaştı, nasıl ulaştı? Türkiye Kızılay’ın arabalarına sokuşturularak, taksi şoförleri gizli gizli götürdüler. İlk pullarımızı 1970 yılında Rum’dan gizli bastık. Bu pulları hem mektuplarda hem de makbuzlarda damga pulu olarak kullandık. 1973 yılında Türkiye Cumhuriyeti yedi puldan oluşan bir seri hazırlayıp bizim postaya hediye etti. İlk doğru dürüst kullandığımız pullar onlardır. Büyük sükse yapmıştı bu pullar, yabancı filatelistler hücum etmişlerdi.

GÖLGE OYUNU

Gölge oyunu merakınız nasıl başladı?
Çocukluğumuzda köyümüze karagözcüler gelirdi. Bunlardan Mulla Hasan bir Karagöz’cüydü ve babamın bakkaliyesi vardı köyde, onun tam karşısında Ali Ağa’nın kahvehanesi vardı. Oraya yaşlı bir karı, koca gelirdi ve geceleri Karagöz oynatırdı. Ancak biz çocuklara seyretmek için izin verilmezdi. Ben bir defa gizli gizli seyretme imkânı buldum ve vuruldum. Sinemanın, televizyonun olmadığı, radyonun ise yeni yeni ortaya çıktığı dönemlerdi. Oyunun ertesi günü Mulla Hasan’ın gece Karagöz’de yaptığı esprileri, oyunun senaryosunu birbirlerine anlatır dururlardı. O yüzden ben o oyunları görmüş kadar oluyordum. Bizim köyün insanlarının espri ve taklit yeteneği çok fazlaydı. Böyle bir ortamda büyüdüm.

Sonra…
Öğrencilik yıllarımda Karagöz ve Hacivat’ın taklitlerini çok yapardım, arkadaşlar da hoşlanırdı. Karagöz’ün ince, Hacivat’ın kalın, tok bir sesi vardır. Bir oyunda değişik karakterlerle 8-10 kişiyi seslendiririm. O yüzden sesimi kaybettim. Ama iyi ki yapmışım diyorum. Şu ana kadar BRT, 40  oyunumu kayıt altına aldı. Kayıt yapılırken seslendirmenin yanı sıra tüm efektleri de yapıyordum, yani sonradan eklenmedi o efektler.

Büyükhan’da oynatıyordunuz değil mi?
Her hafta oynatıyordum.  Oyunumu seyreden Almanlardan biri bana ‘sen tek kişilik tiyatrosun’  demişti.

Kaç yılında başladınız gölge oyununa?
Sene 1962, Namık Kemal Lisesi’nde Türkçe öğretmeniyim. Okul müdürü Necati Bey bir gün bana ‘sen Karagöz oynatıyormuşsun’ dedi ve okulda oynatmamı istedi. Ama ne perdem var ne alet edevatım. Bana ‘her türlü aleti edevatı yaptıracağım, Lisenin önündeki platformu hazırlayacağım ve bütün velileri davet edeceğim’ dedi. Böylece yaptık bir gece, çok beğenildi. Sonra 1963 yılında olaylar başladı ve Lefkoşa’ya geldim. Olayların arasında bulduğum boş zamanlarda Karagöz sureti yapmaya çalışırdım. Malzeme yoktu o yıllarda. Bir davulcuya gittim ve ona eskiyen davul derilerini bana vermesini söyledim. Aslında deve derisinden yapılır.

TİPLEMELER

Suretleri siz mi yapıyorsunuz?
Ben de yaparım ama bu apayrı bir iştir ve zordur yapımı. En küçük hata hemen kendini gösterir. Şimdi boş zamanlarımda eskiden günümüze kadar olan, oyunlarda kullandığım suretleri tablolaştırıyorum.

Karagöz ve Hacivat’ın dışında kendi yarattığınız tiplemeler var mı?
Var tabii, mesela Bilgin Dede, Zırdeli veya Kıbrıs Rum’u gibi… Karagözcüler zaman içinde kendi tiplemelerini oyunlara koymaya başlarlar. Ben de 15-20 karakter yarattım.

Aslında kaç karakter vardır?
Yüzlerce karakter vardır. Bazı usta Karagözcüleri 500 civarında karakteri olduğunu söylerler.

ÇOKTAN DA ÖTE SEVMEK

Yardımcınız var mı?
Maalesef, çok istememe rağmen olmadı. Bir arkadaşım öğrenmek istedi ve geldi. Bütün olayı görünce, ‘gelince ne kadar istekliysem, giderken onun bin katı bu işi yapamayacağımı anladım’ dedi. 

Bir gösteride kaç karakter canlandırıyorsunuz?
8-10 karakter olur. Seslendirmelerini ve efektlerini de ben yaparım. Türkiye’den gelen Karagözcüler oldu, yanlarında hep bir yardımcıları oluyordu. Mesela vurduğunuzda aynı anda teften ses çıkması gerekiyor. Ayağımın altında tef vardır, vurdun vurdun o an, yoksa bir önemi kalmaz.

Tüm bunları anlatırken, yüzünüzde farklı bir ifade oluyor, çok mu sevdiniz bu işi?
Çoktan da öte sevdim. 

Kıbrıs’ta sizden başka gölge oyunları yapan biri var mı? 
Hali hazırda eski bir öğrencim var.

 

Bu haber toplam 3080 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 187. Sayısı

Adres Kıbrıs 187. Sayısı