1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Tekerrür Eden Tarih? Dağınık Düşünceler
Tekerrür Eden Tarih? Dağınık Düşünceler

Tekerrür Eden Tarih? Dağınık Düşünceler

2018 yılını geride bırakmaya hazırlandığımız bu günlerde, içten içe tarihin ‘yine yeni yeniden’ yazıldığına şahit oluyoruz sanki.

A+A-

 

Hakan Karahasan
[email protected]

 

2018 yılını geride bırakmaya hazırlandığımız bu günlerde, içten içe tarihin ‘yine yeni yeniden’ yazıldığına şahit oluyoruz sanki. Başka bir deyişle, geçmiş sürekli arkamızdan gelen bir kâbus gibi, peşimizi bırakmıyor; önceden yaşananlar hiç yaşanmamışçasına benzer noktalara yönelmiş gidiyoruz.

            1900’lü yılların başlarında sıkışan dünya düzenini andıran bir dünya var bugün, farklılıklarla birlikte elbet. O günün dünyası paylaşımın nasıl olacağı ile meşguldü. Birçok ülkede yönetimler halkların destek verdiği güçlü iktidarlar olarak ülkelerini gün geçtikçe kendi içlerine kapatmaya teşvik ederken, diğer açılardan ise güçlerini sağlamlaştırırken iktisadi aklı merkeze koymaktaydı. Hitler Almanyası, Mussolini İtalyası ve benzerlerine bakıldığında önceleri popüler olan liderler, zamanla elde etmiş oldukları gücü medya ve değişik araçlarla ellerinde tutmaya devam ederken, bulundukları toplumlara ekonomik gelişimi nasıl getirdiklerini ve bunun ülkeyi nasıl kalkındırdığını anlatarak desteği sürdürmeye çalışmaktaydı. Tabii her şey bu kadar basit değil. Var olan iktidarı sürdürmek için medya önemli bir araç olarak kullanılmaktaydı, özellikle kitleleri ikna edebilmek adına.

            Bugünün dünyası birçok açıdan daha farklı olsa, aşırı sağın yükselişi, farklılıklara tahammülsüzlük gibi sorunların yanında, adına popülizm denilen “yeni” bir siyaset anlayışı, ister istemez, değişik bir şekilde acaba geçmiş biraz daha gelişerek ve değişerek yeniden mi uğrayacak sorusunu akla getirmeden edemiyor. Yoksa, Walter Benjamin’in tarihin başlangıç noktasından bir adım ielriye gitmediğimiz iddiasıi halen geçerliliğini koruyor mu?

            Bu düşüncelere kapılmamı sağlayan, Umberto Eco’nun ilk olarak 25 Nisan 1995’de Columbia Üniversitesi’nde sunmuş olup, daha sonra 1997 yılında Beş Ahlak Yazısı adlı kitabında yer alan “Ebedi Faşizm” adlı yazı. Kendi kişisel hayatından örneklerle yazıya başlayan Eco, sonrasında Mussolini dönemi İtalyasındaki faşizmden bahsederken, faşizmin ortak bazı unsurlarından söz etmektedir. Mussolini yönetiminin faşist bir diktatörlük olduğunun altın çizen Eco, her şeye rağmen o dönemki yönetimi tam anlamıyla totaliter olmayan bir faşizm olarak nitelemektedir. Bunun nedeninin ise, Mussolini faşizminin felsefi zayıflığı olduğunu iddia etmektedir (Eco 2009, s. 32). Hemen belirtmek gerekir ki, nasıl ki Mussolini’nin “ortaya çıkması”nı oluşturan faktörler farklı ise, günümüzde benzer şekilde totaliter iktidarların yükselmesi arasında ortak ama değişik sebepler bulunduğunu belirtmekte fayda var. Bugünkü sebeplerden birkaçına baktığımızda küreselleşen dünyada gittikçe açılan adaletsizlik ve ekonomik uçurumlar örnek olarak verilebilir. Bunun yanında, gittikçe birbirinden kopan bireylerin yaşamakta oldukları boşluk ve bu boşlukların popülist söylemlerle allanıp pullanıp, insanlara var olan sıkıntılar içerisinde dayanacak bir dal olarak kendilerini lanse etmeleri de gösterilebilir.

            Bu kısa ve dağınık yazıda, Eco’nun yazısındaki bazı yerlerden faydalanarak, tarihin neden tekerrür etmekte olduğunu düşündüğüme dair birkaç örnek vermekle yetineceğim. Eco’ya göre faşizmin bazı özelliklerine baktığımızda ortak noktalardan birisinin gelenek kültü olduğunu söylemek mümkün. Diğer bir deyişle, geleneksel değerlere bağlılık. Lakin burada ilginç olan bir başka nokta, gelenekselci olan faşist düşünce, aynı zamanda teknolojiye, deyim yerindeyse, tapmakta olup, modernitenin ilerleme fikrini reddetmek yerine, son derece irrasyonel bir tutum içermektedir (Eco 2009, s. 39). Bu irrasyonelizm, kendisini en çok anti-entelektüelizm denilebilinecek bir tutumla gösterir. Entelektüellerin aşağılanması, hatta onların itibarsızlaştırılması son derece “normal” bir durum arz etmektedir. Eco’nun (2009, s. 39) deyişiyle: “Resmî faşist entelektüeller, modern kültürü ve liberal aydınları geleneksel değerleri terk etmekle suçlamayı bir görev bilmişlerdir.”

            Bu cümle ne kadar da tanıdık geliyor, değil mi? Orban’ın Macaristan’ına baktığımızda, bundan çok farklı bir resim görebiliyor muyuz? Ya da gelişmiş olan başka ülkelerde de… Ulusal kimliğe yönelik tehditler, ekonomik sorunların sebepleri olarak yine iç ve dış düşmanların gösterilmesi gibi örnekler bizlere adına faşizm denilen düşünce sisteminin aslında son derece karmaşık bir yapısı olduğunu ve bu karmaşık yapının tek boyutlu bir şekilde açıklanmasının ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Eco’nun belirtmiş olduğu bazı unsurlar bugünün dünyasında geçerliliğini korumaya devam ediyor. Adına doğrudan faşizm denilmese de, tarih sanki bir film gibi; sözcükler, kişiler, kıyafetlerini az da olsa değiştirip, tekrar geliyor, hiç yaşanmamışçasına. Benjamin’e hak vermemek mükün mü?       

            Belki de tam da bu yüzden, popülizmin ne olduğu, siyaseten ne anlam(lar)a geldiğini anlamaya çalışmak, tarihten dersler çıkar(a)mayan, çıkarmak istemeyen insanlık için büyük bir önem taşıyor. Karl Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i adlı çalışmasında belirttiği gibi: “Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: birinci kez trajedi olarak, ikinci kez komedi olarak (s. 14).” Aşırı sağın yükselişi, yabancı düşmanlığı, ülkeler arası ekonomik uçurum artmaya devam ederken, ister istemez akla ‘acaba tarih tekerrür mü ediyor?’ sorusu geliyor. Olup olmayacağını ya da Benjamin ve Marx’ın haklı çıkıp çıkmayacağını da, elbette zaman gösterecek.


Kaynakça

Eco, Umberto. “Ebedi Faşizm.” Beş Ahlak Yazısı. Çev. Kemal Atakay. İstanbul. Can Yayınları, 2009, s. 27-46.

Marx, Karl. Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i. Çev. Sevim Belli. Eriş Yayınları.

Bu haber toplam 3403 defa okunmuştur
Gaile 457. Sayısı

Gaile 457. Sayısı