“Tekke Bahçesi içerisinde bir kuyuya bazı “kayıplar” gömülmüştü...”
Bir okurumuz bizimle şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Yazılarınızı takip ediyorum ve ben de öğrendiğim bir şeyle “kayıplar”ın gömü yerlerinin bulunması için yürütülen çabalara katkıda bulunmak istiyorum.
Bir tanıdığım bana Tekke Bahçesi içerisinde bir kuyu bulunduğunu, bu kuyuya bazı “kayıplar”ın gömüldüğünü anlattı.
Bu kuyu kapalı olduğu için dıştan anlaşılmıyor. Kapalı kuyunun yerini belki Kayıplar Komitesi yetkilileri eski fotoğraf veya eski haritalardan bulabilirler...”
Konuyla ilgili olarak bu konuda bize bilgi veren okurumuza çok teşekkür ediyoruz. Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üyesi Araştırmalardan Sorumlu Asistanı Antropolog Okan Oktay okurumuzun verdiği bu bilgiler üzerine gerçekten de kuyunun yerini saptamış bulunuyor. Bu konuda daha ayrıntılı bir çalışmayı önümüzdeki günlerde yapmayı tasarlıyoruz.
TEKKE BAHÇESİ’NDEKİ DİĞER KUŞKULU YERLER...
Tekke Bahçesi içerisinde içerisine “kayıplar”ın gömülmüş olduğu söylenen bu kuyudan maada, başka olası gömü yerleri de var. Bunlardan birisini bize bir “kayıp” yakını göstermişti ve biz de bu konuda Kayıplar Komitesi’nin bir önceki yetkililerini bu konuda bilgilendirmiştik. Sözkonusu “kayıp” yakınının bize göstermiş olduğu yeri de Kayıplar Komitesi’nin o dönemki yetkililerine göstermiştik...
Sözkonusu “kayıp” yakını, 1974’te Halkın Sesi gazetesinin arkasına gittiği zaman “kayıp” olan bir yakınını sorduğunu, burada gömü yapan şahsın ise kendisine “Onları 8-10 kişi olarak tek bir mezara gömdük, mezar daha açıktır” dediğini ve kendisine sözkonusu mezarın yerini gösterdiğini anlatmıştı. Sözkonusu “kayıp” yakınının bize göstermiş olduğu bu alan, Tekke Bahçesi’nin içerisinde bulunuyor ancak bu alanda kazı yürütülmedi bildiğimiz kadarıyla.
TEKKE BAHÇESİ DIŞINDA OLASI GÖMÜ YERİ...
Bir diğer okurumuz daha bir diğer olası gömü yerinden söz etmiş ve yine bize ve Kayıplar Komitesi’nin o dönemki yetkililerine bu alanı göstermişti.
Bu alan da Tekke Bahçesi’nın duvarının dışında, bazı ağaçların arasında kalan bir bölge idi. Bu alanın sağında ve solunda kazılar yürütülmüş ancak okurumuzun işaret etmiş olduğu noktada herhangi bir kazı yapılmamıştı...
TEKKE’NİN ÇEVRESİNDEKİ OLASI GÖMÜ YERLERİ...
Yine çok değerli arkeolog arkadaşımız, araştırmacı yazar Tuncer Hüseyin Bağışkan da, birkaç kez bizimle gelerek Kayıplar Komitesi yetkililerine, 1963-64’te Kaymaklı’dan göçmen olup da şu anda Vakıflar’ın bir işhanının inşa edilmiş olduğu yerde bulunan kışlık sinemaya sığındıkları zaman, bazı yetkililer tarafından geceleyin alınarak mezar kazmaya götürüldüklerini, bu mezarlara gömü yapıldığını anlatmıştı. Tuncer Bağışkan birkaç kez bize ve Kayıplar Komitesi’nin o dönemki yetkililerine bu olası gömü yerlerini bizzat göstermişti. Bunlar, Tekke Bahçesi dışında bulunan yol içerisindeydi. Ancak sözkonusu noktalarda da bugüne kadar herhangi bir kazı yürütülmüş değil... Yine Tuncer Bağışkan’ın bize ve Kayıplar Komitesi’ne göstermiş olduğu bir başka noktada yürütülen kazılarda bazı “kayıp” Kıbrıslırumlar’dan geride kalanlara ulaşılmıştı... Tuncer Bağışkan, Tekke Bahçesi’ne bitişik bir noktaya yapılan bir kahvehanenin inşaatı esnasında bazı insan kalıntılarının açığa çıktığını da aktarmış ve bu konuda bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine çok ayrıntılı bilgiler vermişti. Biz de tüm bu bilgileri okurlarımızla paylaşmıştık...
Tüm bu bilgilerin tekrardan değerlendirilerek Tekke Bahçesi içerisinde ve çevresinde yeni kazıların yapılması için karar alınması gerekiyor. Umarız Kayıplar Komitesi, Tekke Bahçesi’ne bir kez daha el atar ve bu konuları derinlemesine inceleyerek yapılması gereken kazıları yürütür...
Konuyla ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi sahibi olan okurlarımı, isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan beni aramaya davet ediyorum. Kayıplar Komitesi yetkilileriyle temas kurmak isteyenler de 181 ihbar hattını arayabilirler...
“Karabağlılar anlatıyor: Savaş ne, barış ne, hak ne?”
Varduhi Balyan
2017 yılında Socioscope’ta araştırmacı olarak çalışan Sosyolog Mariam Halatyan araştırmayı, saha çalışmalarını ve izlenimlerini Agos’a anlattı.
2008 yılında birkaç sosyal bilimci tarafından kurulan ve Ermenistan’da sivil toplumun gelişimine katkı sunmayı planlayan Socioscope, 2018 yılında ilk kez Karabağ meselesi üzerine araştırma yapmaya karar verdi. Onlarca yıl çeşitli siyasi çıkarlar doğrultusunda araçsallaştırılan meselede, Karabağ halkının sesi çoğu zaman duyulmadığı için, araştırma, Karabağ’da sınır bölgelerinde yaşayan insanların sesini de duyurmayı ve toplumsal tartışmalara katkı sunmayı amaçlıyordu. Ancak, araştırmanın bulguları 2020 yılında çıkan ve 44 gün süren Karabağ savaşı sonrasında ‘Geriye Bakış: Savaş ve Barış Hakkında Sesler’ başlığıyla okurlarla buluştu.
*** Neden 2018’den itibaren saha çalışması yapmaya başladınız? 2018’in özelliği neydi?
Militarizm, savaş, barış hep bizim ilgilendiğimiz konular. Eleştirel bakışla, yaklaşımla bu konuları ele almayı çabaladık hep. Bu konu üzerine, özellikle de bu kadar geniş saha araştırması içeren ilk büyük araştırmamız bu. Bundan önce daha çok metin analizi, eleştirel yazılar yazıyorduk. Eleştirel bakışımız da savaş, barış ve haklar üzerine insanların basit, gündelik ve çoğu zaman duyulmamış sesleri duymaya itti. Böylece bu hikâyeleri toplamaya başladık: Sınırda yaşayan insanların deneyimleri. Bu insanların deneyimi çoğunlukla siyasetçilerin referansı haline geliyor, fakat onların sesi doğrudan duyulmuyor. Amacımız, bu insanların dediklerine kulak vermek ve duyurmak. Kadife Devrim sonrası insanların Karabağ meselesinin çözülmesine yönelik kamusal beklentisi vardı. İnsanlar seslerinin duyulduğunu fark etmeye, bu seslerin önemli olduğunu görmeye başlamıştı. Artık karar verici olabileceklerini gördüler. Belki bu da tam da 2018’de böyle bir araştırmaya başlamamıza sebep oldu.
*** Hangi bölgelerde, kaç kişiye ulaşabildiniz?
Üç sene süren bir araştırma bu. 2018 sonbaharında Ermenistan’daki mülakatları yaptık. Nahçıvan’ın sınır bölgelerindeki insanlarla konuştuk. Vayots Dzor’da, Khachik ve Areni köylerinde görüşmeler yaptık. Ararat Bölgesi’ndeyse Armaş ve Yeraskh köylerinde insanlarla görüştük. Araştırmanın ikinci aşaması artık 2019 yılında, Karabağ’daydı. Mülakatları Stapenakert, Şuşi, Martuni, Martakert, Hadrut ve Kelbacar’da yaptık. 2020 yılındaysa Yerevan’a daha yakın ve sınır bölgesinde bulunmayan şehirlere gittik. Kotayk Bölgesi’nden Hrazdan, Armavir Bölgesi’nden Arşaluys köyü ve Aragatsotn Bölgesi’nden Uşi köyünde yerel halkla konuştuk. Toplam 104 mülakat yaptık. Cinsiyet ve yaş kriterlerine dikkat ettik. Araştırmaya öğrenci, genç, orta yaş ve üstünü temsil eden insanlar dahil oldu.
*** Barış, savaş ve haktan bahsediyorsunuz. Görüşmeciler ‘barış’ı nasıl tarif ediyorlardı?
Bizi şaşırtan bir şey vardı. Karabağ’da, sınır bölgelerinde insanlar için barış sorgulanamaz bir şeydi. Herkes tek ağızdan barış konuşuyordu ve herkeste barışa erişme isteği, umudu vardı. Fakat barışı tarif etme, barışa ulaşma yolları çok çeşitliydi. Aynı zamanda barış tahayyül edilemezdi. Karabağ’daki insanlar için barış o gün ateş sesi duymamaktı, veya televizyon kanallarındaki haberlerde kötü bir şey geçmemesi. Türklerin [Ermenistan’da Azerbaycan halkı için Türkler teriminin kullanılmasına sıkça rastlanır] saldırmaması da barış göstergesiydi oradaki halk için. Bütün bunlardan büyük devletlerin kâr ettiği ve hem Ermenistan hem Azerbaycan halkının bunlardan sadece zarar gördüğü ve öldüğü de dile getiriliyordu. Ulus-ordu propagandasından etkilenmiş söylemler de vardı elbette. Efsaneye dönüşmüş hikâyeler; biz iyi niyetliyiz, onlar kötü. Bunları duyabilirdiniz. Yanı sıra karşılıklı müzakere ve atılacak adımlar sonucunda varılacak barış konsepti de tartışılıyordu. Bu elbette çok marjinal bir görüştü, ama bu sesler de vardı. Bu sesleri sınırdan daha uzak yerlerde duyabilirdiniz. Yerevan’a yakın bölgelerde, savaştan somut olarak her an etkilenmeyen insanlardan. Savaş onların gündelik hayatını oluşturmuyordu. Elbette Karabağ Savaşı herkesin hayatını öyle veya böyle etkilemiştir ama bu çatışmadan daha uzaktı, çatışmaya da o noktadan bakıyordu. Barışı da karşılıklı atılacak adımlar sonucunda ulaşılacak bir şey olarak tarif ediyorlardı.
Kelbacar’da yaşayan 14-18 yaş arası bir kız, barışı şu sözlerle tanımlıyordu: “Barış… Askeri pozisyonlar olmasın örneğin veya olsun ama şimdiki gibi olmasın. Sınır açık olsun ve düşmanımızın olmadığını bilsek. Ama bana öyle geliyor ki bu olmayacak. Mümkün olmayan bir şey istiyorum.” Yine Kelbacar’dan, bu kez 30-35 yaş arası bir erkek görüşmeciye göreyse barış, şöyleydi: “Barış büyük zenginlik ve gururdur. Biz savaşı gördük, bir daha istemiyoruz… Barışı tarif edemem. İçim titriyor bu kelimeyi duyduğumda. İnsan görmüşse [savaşı] onun için daha büyük bir şey oluyor bu.”
*** Konuştuğunuz özellikle de orta yaş üstü insanların ortak yaşam deneyimi var. Bir zamanlar komşu halkla birlikte yaşamışlar. Onların söylemi neydi?
Tam da bu çizgide anlatıyorlardı. Sovyetler döneminde birlikte yan yana yaşadıklarını, çalıştıklarını söylüyorlardı. Çok ilginçtir hep sınıfsal bir yerden konuşuyorlardı bu meseleyi. Bu büyüklerin meselesi, onların sorunu ve çatışması ve işçi sınıfı olarak kendileri bu çatışmadan sadece zarar görüyor. İşçi sınıfın hep barış içinde yaşadığını, Ermeniler ve Azerbaycanlıların barışçıl bir şekilde yan yana yaşadıklarını, bir yerden sonra bu büyük güçlerin müdahalesiyle o bağın koptuğunu anlatıyorlardı. İnsanlar ortak yaşamı tahayyül edebiliyordu. Savaşın doğrudan ailelerine girdiği, savaş dolayısıyla aile bireylerini, ebeveyn, çocuk kaybeden insanlar ise gelecekte bölgede Azerbaycanlılarla ortak yaşamı hiçbir şekilde düşünemiyordu.
*** Görüşmecilerin barış hakkında fikirlerini, cevaplarını anlattınız. Peki savaş ve hakkı nasıl tarif ediyorlardı? Neler düşünüyorlardı?
Sınır bölgesinde yaşayan insanlar için savaş, gündelik hayattır. Kelimenin tam anlamıyla. Her dakika geçen askerî araçlar, her aileden askeriyede çalışan insanlar, her gün duyulan ateşler, ilk Karabağ Savaşı’nın içinden geçip bunun tekrarlanmamasını isteyen yaşça daha büyük kesim. Nisan 2016’daki savaş, insanların savaş hafızasını tazelemişti ve bu hafızayı artık gençler de paylaşıyordu, onlar da bunu deneyimlemişti. İlk savaşı sadece duyan, kitaplarda okuyan, ailelerin anlatılarını bilen gençler 2016’dan sonra savaşın yeni deneyimlerini getirmişti beraberinde. Savaş sınır bölgelerindeki insanların hayatlarında her günün içindeydi. İnsanlar o günü yaşıyordu, gelecek hakkında tek bir laf etmeye çok zorlanıyordu. Karabağ’a yatırım meselesi dile getiriliyordu. Kimsenin orada iş yapmak istemediği, kendilerinin bile evlenip evlenmeyeceklerini, çocuk yapıp yapmamayı bilmediklerini söylüyorlardı. Olur da savaş olursa çocuklarla nasıl kaçacakları hep akıllarının bir köşesindeydi. Yani savaş gündelikti, her adımda insanlar bunu hissediyordu, biz de araştırmacılar olarak bunu görüyorduk.
Hak meselesiyse bizim için bile tarifi zor bir konu. Barış, savaş ve hak için de tarifi basit ve konuşurken sorulabilecek bir formül bulmaya çalışıyorduk. Savaş ve barış insanların her gün düşündüğü, konuştuğu meselelerdi. Haksa sanırım en az tartışılan konuydu. Hak hakkında insanlar düşünmemiş, hakları hakkında çok da oluşmuş düşünceleri yoktu. Çoğu zaman hak üzerine konuşmaya başladığımızda bir sessizlik oluşuyordu. İnsanlar doğru ve yanlışları hatırlamaya çalışıyordu, kendi düşüncelerini aktarmaya değil. Karabağ’da yaşayan insan için temel hak nedir, bunu anlamaya çalıştık. Bunu temelde barış içerisinde özgürce yaşamak olarak tarif ediyorlardı. Bu da doğrudan Karabağ meselesinin, Karabağ statüsünün belirlenmesinden kaynaklanan bir durumdu. Savaş olmasın, insanlar yaşama hakkından olmasın, çocuklar eğitim hakkını kaybetmesin vs. 2016’daki savaştan sonra birçok çocuk uzun süre eğitim alamamıştı zira şehirlerinden, köylerinden kaçmak zorunda kalmışlardı. Bu aynı zamanda geleceği tasarlama, Karabağ’dan göç etmeme hakkı olarak karşımıza çıkıyordu. Eğer sınır bölgelerinde yaşamayan insanların cevaplarına gelecek olursak, hak meselesinde sosyo-ekonomik ve toplumsal siyasî katmanları ortaya atılıyordu. Bu kesim hak deyince sağlık hakkı, eğitim hakkı gibi şeylerden bahsediyordu. Karabağ’da savaşta olan, ülkede yaşayan insanlar olarak kendi iç sorunlarından bahsetmemelerine sebep oluyordu. Sosyo-ekonomik meseleler sınırdan uzak bölgelerde yaşayan insanlar için hak olarak belirleniyordu. Sınır bölgesindeyse bu sorunlar konuşulmuyordu, üstü kapatılıyordu. Sebebi de, onların kelimeleriyle konuşacak olursam, düşman veya karşı tarafın kendi içinde öyle veya böyle sorunları olduğunu bilmemesiydi. Ermenistan’da bu devrimden sonra insanların toplumsal, siyasî tartışmalar yapma alanı genişledi. İnsanların sesi daha duyulur hale geldi. İnsanlar bir hak ihlali olduğunda bunu duyurup buna çözüm bulabileceklerini düşünmeye başlamıştı.
(AGOS – Varduhi BALYAN – 8.9.2021)