Tekke Bahçesi’nde hazin tören…
Beş kişinin birlikte gömülmüş olduğu Tekke Bahçesi’ndeki bir mezarda, Cumhurbaşkanlığı tarafından Tekke Bahçesi Şehitliği’nde Bakanlar Kurulu kararlarıyla yürütülen kazı çalışmaları esnasında bulunarak DNA testleriyle kimliklendirilen Kadir Mehmet ile Ali Mehmet Kırma, dün Tekke Bahçesi’nde düzenlenen hazin bir törenle, ayrı ayrı defnedildiler…
Tekke Bahçesi Şehitliği’ndeki törene, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Akıncı’nın güvenlik danışmanı ve aynı zamanda Tekke Bahçesi konusunda yoğun çaba harcamış olan Halil Sadrazam, Kadir Mehmet ile Ali Mehmet Kırma’nın aileleri ve sevenleri, Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Yardımcısı Mine Balman, Kayıplar Komitesi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Demet Karşılı, gönüllü olarak kazıyı yürüten arkeologlarımızdan Çınar Karal ile Kazılar Koordinatörü Yardımcısı Gülseren Baranhan, Kayıplar Komitesi Antropoloji Laboratuvarı Koordinatörü İstenç Engin ve koordinatör yardımcısı Emine Çetinsel, Şehit Aileleri ve Malul Gaziler Derneği temsilcileri ve askeri yetkililer katıldı. Biz de törende hazır bulunarak ailelerin acısını paylaştık… Ecvet Yusuf’un kızı Nilgün Ecvet Orhon da cenaze töreninde hazır bulunarak, babasıyla aynı mezardan çıkarılmış olan Kadir Mehmet ve Ali Mehmet Kırma’nın ailelerinin acılarını paylaştı…
1974’te Doğruyol’daki savaşta hayatlarını kaybeden Kadir Mehmet ile Ali Mehmet Kırma için Tekke Bahçesi Şehitliği’ndeki askeri defin töreni öncesi, Küçük Kaymaklı Camisi’nde cenaze namazı kılındı, ardından Tekke Bahçesi Şehitliği’ne gidilerek burada hazin bir törenle defnedildiler.
Bugün de Tekke Bahçesi’nde saat 10.00’da Hüseyin Ali Arabacı defnedilecek. O da yapılan kazılarda, beş kişilik bir mezarda bulunmuştu. Dün defnedilmesi beklenen Yüksel Ahmet Dereli ise, kemiklerinin bir kısmının beş kişilik mezardan, bir kısmının ise Ecvet Yusuf’un adının yazılı olduğu mezardan çıkarıldığı için defin töreni ertelendi. Yapılacak DNA çalışmaları ardından Yüksel Ahmet Dereli de kimliklendirildikten sonra önümüzdeki dönem defnedilecek.
Herkül Millas: “Dostluk istiyorsan kendi ülkendeki milliyetçiliğe karşı mücadele edeceksin…”
Ömrünü adeta Türk-Yunan kültürlerarası iletişimine adamış olan araştırmacı-yazar Herkül Millas’la Figen Algül’ün geniş söyleşisinden bir bölüm daha paylaşmak istiyoruz…
*** Bir milleti sevmek ya da sevmemek aslında ne anlama geliyor?
Tam burada milliyetçiliğin köküne geliyoruz. Bir millet başka bir milleti seviyor demek “milletin” bir bütün olarak algılandığını gösteriyor. İnsanlar arasında fark yoktur demektir. Yarın da sevmediğimizde yine bütün milleti bir bütün olarak sevmeyeceğiz. Bu ırkçı bir anlayıştır. Milletlere bütün olarak olumlu ya da olumsuz sıfatlar yakıştırmak ırkçılıktır. Yahudiler kötüdür, Türkler iyidir, mesela.
Ahmet’le Yorgo’nun dost olması bambaşka bir şeydir. Benim babam milliyetçi olduğu için ondan çok şey öğrendim. Babam “Türkler kötüdür, dikkat et, Türkler sana kötülük edecek” derdi İstanbul’dayken. Yani bu görüşün arkasında “Onlar hepsi aynıdır” anlayışı yatıyor; “Bir bütündür onlar”. Ben ise “Tamam Türklerin kötü olduğunu gördük, 6-7 Eylül’ü yaşadık, ama hepsi yer almadı o olaylarda” diyordum.
*** Tatavla (Kurtuluş)’da mı yaşıyordunuz?
Şişli’deydik, Bomonti’de. Benim Türk arkadaşlarım vardı, babamın da çok sevdiği, en yakın arkadaşlarım. “Peki” diyordum, “Bunlara da karşısın?” Babam zor durumda kalırdı bu soruların karşısında. O da seviyordu çünkü onları. Zamanla “somut” ve “soyut’ “Öteki” kavramını geliştirdim. “Somut öteki” dost olabiliyor, yakın olabiliyor, onu sevebiliyoruz. O genellikle istisna sayılıyor. “Soyut” olunca, yani “teorik” diyelim, o zaman düşman sayılıyor, çünkü o bir ideolojiye göre belirleniyor. Romanlar üzerinde çalışırken ortaya çıktı bu. Şimdi bu “Seviyorum, sevmiyorum” lafı çıkınca aklıma bu soyut/somut durumu geldi. Soyut bir Yunanlı var, soyut bir Türk var, bu “iki adam” arkadaş oluyor! Veya düşman. Bu seviyorum/sevmiyorum kavramlarının arkasındaki varsayım milliyetçiliktir. Hatta ırkçılığa da kaçıyor. Babam “Türkleri” ve “Yunanlıları” anlatırken itirazım vardı, genellemelere karşı çıkıyordum. “Türkler bütün değildir” diyordum. İyisi var, kötüsü var. Babam bunu anlayamıyordu çünkü soyut bir Türk kavramı vardı kafasında, ve soyut bir Yunanlı. Bir ara bana Birinci Dünya Savaşını anlatırken, hikayenin soyutluğu inanılmaz boyutlar edinmişti. Şöyle: “İngiliz, Alman’ın Rus’la savaşacağını göründe Fransız’la anlaştı…” biçiminde anlatırdı Dünya Savaşını. Mahallede kavga eden beş kişiden söz eder gibiydi! Milyonlardan oluşan halklardan değil, milli kimlik taşıyan beş kişi! Bir İngiliz var, bir Fransız var, bir Rus var, bir Alman var, bir Türk ve Yunanlı… Bu noktaya varabiliyor soyutlama milliyetçilikte. Ondan sonra o Yunanlıyla Türk dost da olabiliyor, düşman da olabiliyor. Çünkü iki kişi bunlar! Şimdi “Türkleri seviyor musun? Türkle Yunanlı dost olabilir mi?” deyince, şaşırıyorum, ağzım açık kalıyor. 80 milyon Türk, 10 milyon Yunanlı nasıl dost olur veya nasıl düşman olur veya ne demek bütün bunlar? Akıllarının arka planında var olan soru başka galiba: “Bununla müttefik olabilir miyiz?”
Bir de “benziyoruz” lafı var. Sonunda ”Benziyor muyuz?” diye kitap yazdım, henüz yayınlanmadı. Bıktım bu “Benziyoruz”dan! Benzemesek ne olacak? Diyelim ki benzemiyoruz. Japonlara benzemiyoruz. Savaş mı edeceğiz, onları dışlayacak mıyız, onlara kötü mü bakacağız, benzemesek ne olacak? Benzemek neden önemli? Bunun arkasında neler gizli olduğunu kurcalayınca neler çıkıyor o benzemenin arkasından? Çok kötü şeyler çıkıyor: Farklılığı kabul etmemek çıkıyor. Dilimiz benzemiyor, dinimiz benzemiyor vs. E ne olacak şimdi, ne fark eder benzemesek? Yani bütün bunların arkasını kurcalayınca görmediğimiz, görmek de istemediğimiz bir sürü şey çıkıyor.
Örneğin Almanya’da veya İngiltere’de Yunanlı ve Türk, en yakın hissettikleri Türk ve Yunanlı oluyor, karşılıklı. Çünkü kahvesi, tavlası ve günlük hayatı yakın. Benim bir çalışmam var, ortak kelimeler ve ortak deyimler diye, biliyor musun? O ortak deyimlere bakın, kelimeler o denli önemli değil. Deyimler çok önemli. O deyimlerin karşılığı İngilizcede yok. Mesela “Hoş Geldin”, “Buyurun”, “Afiyet Olsun”, “Geçmiş Olsun”, “Başın Sağ olsun” bütün bunların İngilizcesi yok ama Yunancasının kelime kelimesine aynısı var. Çünkü birlikte yaşamış iki toplum var. Bir ortak kültür var. Tabii ki pek çok da fark var. Bir makale yazdım “Gerçek ve Hayali Miras” diye. Ortak “gerçek miras” bu söylediklerim. Yani yaşam biçimi, oturmamız kalkmamız, ölünce insanların matem tutması, vs. Namus anlayışımız, güven anlayışımız, bütün bunlar ortak, aynı coğrafyada olduğumuz için. Yunanlılık ve Türklükle ilgisi yok, o coğrafyada Ermenisi de dahil, Kürdü de dahil; böyle bir ortaklık var.
Ama Türkiye’nin doğusu başka, batısı başka. Çok önemli bir şey coğrafya. Dilin dışında, dinin dışında, etnik kimliğin dışında coğrafya önemli. Ortak bir şey var, bu ortak şeyi hissediyorsun. Almanya’ya gidiyorsun Türk ve Yunanlının espri anlayışı benziyor, bir sürü şeyi benziyor. Ama bir de milli eğitim alıyoruz. Gerçek mirasa karşı “Hayali miras” da var, bize öğretilen bir mirastır bu. Kurgudur. Şimdi Türkiye’de de Yunanistan’da da öğretilenler “Bizim milletimizin mirası”dır. Yunanlılara göre “Antik Yunan”mış; Yunanca sözde özel müziğimiz filan oluyor. Yunan kültürü nedir diye sorarsanız bir Yunanlıya, o resmi öğretilmiş olan mirası anlatacak. Öbürünün farkında bile değil. Asıl mirasın, yaşadığı mirasın, günlük hayatında yaptıklarının bilincinde değil ki, asıl yaşadığı miras o, öbürü öğretilen miras. Şimdi bu şizofrenik bir durum. Aslında yakınsın, çünkü coğrafi yakınlık söz konusu. Ama bir de “resmi miras” var, nedir o? Okullarda her gün öğretilendir, bayramlarda öğretilendir. Ama benzerlik “millilikle” ilgili değil. Tam tersine işin içine millilik girince “benzemiyoruz” ve “biz bize benzeriz” anlayışı öne çıkıyor.
*** İki tarafta da eğitim sistemlerine ne diyorsunuz?
Bence bu aşamada, yaşadığımız bu sürede herkes kendi paçasını kurtarsın, başının çaresine baksın. Yunanistan’da eğitim değişmez. Değişmeyecek. Önümüzdeki yıllar devam edecek. Çok güzel bir kitap vardı bir ara Yunanistan’da. Yazarı Stavrianos. Öldü adam. Dünya çapında bir tarihçi, bir kitap hazırladı, ancak bir yıl okutuldu kitap. Dayanamadılar o kitaba. Milliyetçi olmayan bir kitaptı. Başka bir kitap vardı o da Türkleri aşağılamayan bir kitaptı, onu da bir yıl okuttular. Türkiye’de o çaba bile yapılmadı. Çünkü milli ideolojiler üzerine oturmuş iki devlet var. Yaşam nedenleri milliyetçilik. Böyle bir ortamda biz hayal kurmayalım. Savaşlar olmasın, savaşlardan kaçınalım, aşırılıklar olmasın, şimdilik bu kadarı yeter. Benim aklımdaki eğitim sisteminden daha çok uzağız. Benim öğrencilerim benim gibi düşünüyor ama bunlar 50 kişi 100 kişi. Milliyetçi olmayanlar azınlıktalar.
*** Ben Yeşilyurt Hamdullah Suphi Tanrıöver ilkokulunda okudum. 1985 ve 1990. 4. Sınıfta tarih dersini görmeye başladığımızda hocamız ilkokul öğretmenimiz Edirneli bir ailenin çocuğuydu, biz küçücük çocuklarız yani bize şunu anlattı, hala etkisindeyim Anneannem anlatırdı dedi Kurtuluş Savaşında Yunanlılar gelmiş hamile kadınları kılıçlara dizmiş.
O imaj kalır işte kafanızda.
Milliyetçilikle nasıl mücadele edilir diye Yunanca bir yazı yazdım. Akademisyenlere seslenen bir kitapta. Dedim ki terbiyeli bir şekilde: Siz milliyetçiliği anlatırken örnek olarak Almanların Hitlerini, Türklerin bilmem nesini, Amerikalılar’ın bilmem nesini anlatıyorsunuz ama Yunanlıların milliyetçiliğini anlatmıyorsunuz. Örnekleri Yunan milliyetçiliğinden vermiyorsunuz. Dolayısıyla ne oluyor? Bir Yunanlı diyor ki, “Vay vay vay Türkler demek böyle, Almanlar böyle, Amerikalılar öyle. Dolayısıyla biz iyiyiz” diyorlar. Ötekilerin milliyetçiliğine karşı çıkıyorlar. Ki asıl mesele herkesin kendi milliyetçiliğine karşı çıkması. Yoksa bütün faşistler bunu yapıyor zaten: Ötekinin milliyetçiliğini vurguluyor. Haklılar. Ama eksik: kendi tarafını görmüyor. Yani biz bu aşamadayız. Dünyamız bu, çevremiz bu. 2020 yılı bu, bütün dünyada bu. Yani benim katıldığım kongreler oluyor, bir grubuz biz, aynı adamlar 10 yıldır aynı adamları görüyorum. Oturuyoruz birbirimizi anlıyoruz. Benim söylediklerimi aynı biçimde söyleyen insanlar var. Her milletten. Ama biz bir avuç insanız. Hatta bu insanlar bile akademik dünyada yazı yazarken her şeyi açıkça söylemiyorlar. Kapalı mekanlarda söylüyorlar. Onun dışına çıkınca korkuyorlar çünkü memur bunlar. Yarını, geleceğini, çoluk çocuğunu düşünüyor. Heraklides’in kitabını okudunuz mu? “Doğu’dan Gelen Tehlike” İletişim’den çıktı. Türk karşıtı Yunanlı milliyetçilerden söz ediyor kitap. O adam az daha işinden, üniversiteden atılıyordu. “Türklere biz milliyetçi şoven açıdan bakıyoruz” dedi diye. Türkiye’de de bunun karşıtı var, ama isim vermeyeyim! Yani böyle bir ortamda yaşıyoruz. Kötümser oldum bugün galiba, ama söylemesem de olmuyor!
(AGOS – Figen ALGÜL – 24.2.2020)
PAZARTESİ DEVAM EDECEK