1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Temmuz Doğumlu Lafontaine’in Anısına İki Fabl Denemesi
Temmuz Doğumlu Lafontaine’in Anısına İki Fabl Denemesi

Temmuz Doğumlu Lafontaine’in Anısına İki Fabl Denemesi

Öğrendim, adları İnsanmış. Ben de insan tutmak istiyorum. Yöre balıkları insancılıkla geçinir diye tüm arkadaşlarım konuşsun istiyorum.

A+A-

 

Sinan Evcan
[email protected]

 

Bir Balığın Tanıklığından Balık Avı

Sabah erken: Ploff diye bir ekmek parçası düştü evimizin ortasına. Ben ve arkadaşlarım acıkmıştık, bir an bile tereddüt etmedik yemin üzerine atlamaya. Doğa gerçi adaletsiz değildi bize yiyecek dağıtmak konusunda ama yeni bir tanesinin heyecanı da başka oluyor doğrusu. Hem bu yemeğin de doğadan doğal bir şekilde gelmediğine dair hiçbir kanıt yoktu elimizde.

Önce ben atladım yemin üstüne, iki dişimin arasında yemeği hissettim, sonra dişlerimin üzerinde yarısı parçalanarak patinaj çekti ekmek parçası ve o benden ve ben ondan ayrıldık. Bunun benden kaçan bir yemek olabileceğini açıkçası tahmin etmiyordum. Ben bir kez daha harekete geçemeden parçalanan kısmına diğer balıklar, diğer parçalanan kısmına da diğer diğer balıklar atladılar. Parçalanan kısımlardan bir tanesi daha da parçalandı, diğeri ise bir anda bir arkadaşın midesine indi.

Artık parçalanamayacak kadar ufalmış son bir ekmek parçasına son gücümle bir hamle yaptım, ağzımın suyuyla ekmek birbirine karıştılar, dilimin ucuyla da keskin bir iğne parçası. Bunun bir iğne olduğunu daha önce sudan çıkmış balığa dönmek üzereyken yeniden suya dönen arkadaşlarımdan hatırlıyordum sanki. Çok da emin değilim ama bir anda aklıma geliverdi işte, başımdan kaynar havalar aktı, sadece yosunları eşelemek ve diğer balıklarla öpüşmek için kullandığım dudağımdan tutulmuştum, bol oksijenli yerlere doğru yol alıyordum.

Sonra ben de sudan çıkmış bir balık ne demek anladım, arada bir sudan kafamı çıkarırdım ama bütün vücudumun çıktığı ilk kez oluyor, ilginç bir deneyim nefes alamamak. Fazla oksijenden zehirlenmiş küçücük beynimle hatırlayabildiğim kadarıyla yuvarlak veya ovalimsi bir ağaç parçasının içine düştüm. Üç tane benden kat ve kat büyük canlı bana bakıyorlardı. Ben ise çırpınıyordum. Bir tanesi eliyle iğneyi ve ağzımı ustalıkla birbirinden ayırdı, ben ise aynen bir balık nasıl kayarsa onun elinden kayarak bir manevra ile önce ağaç zeminin üzerine düştüm, sonra kuyruğumdan güç alarak önce tahtanın kenarına çarptım, sonra havalandım ve bir süre terazi gibi tahtanın kenarında gidip geldikten sonra yeniden denize döndüm, zaten ve sanıyorum ki dönmeseydim size bu olanları anlatamazdım.

Uzun süre ağzımı bıçak açmadı, yaralı dudağıma kocaman balıklar saldırmaya kalktılar. Kanı gören herkes delirmiş gibi üzerime atlamak istiyordu. Çok acıkmış bir köpekbalığı gördü beni. Dişinin kovuğuna girmeyeceğimi düşünmüş olsa gerek ki beni bir kez daha, bu sefer kendi vatanım olan deniz suyunda rezil etmedi. Orantılı güç kullanımını ilk kez burada öğrendim.

Deniz suyunda iyileşmiyordu bir türlü yaram. Ben de bu yüzden güneşe tutuyordum dudaklarımı zaman zaman. Bunu kafalarında cam maske taşıyan ve bize benzemeye çalışan ve aralarında konuşmalarından kendilerine “balık adam” ismi vermiş azman canlılardan öğrenmiştim. Bunlar, ellerinde zıpkın bir hışımla bizim yanımıza iniyor, çok geçmeden yüzlerini güneşe dönerek geri yukarı çıkıyorlardı. Vardı güneşin bir alameti.

Ve bir gün yine aynı oval ağaç parçasından gördüm denizin üstünde güneşi gölgeleyen. Bana bakıyorlardı ve bir yandan bir arkadaşımı yukarı çekiyorlardı. Gel bakalım buraya diye sevinçle bağırıyorlardı. Bu sevince ortak olmak isterdim. Bunlardan bir tanesi rakı şişesinde balık olmak isterdim demiş. Ben ise artık yer çekiminin tersine hareket eden oltalar tasarlayıp havadan denize çekmek istiyorum bu işin istikametini.

Öğrendim, adları İnsanmış. Ben de insan tutmak istiyorum. Yöre balıkları insancılıkla geçinir diye tüm arkadaşlarım konuşsun istiyorum. Abartmak istiyorum, insanları balıkça konuşturmak ve entegre etmek istiyorum yosun masamıza. Bu işi büyük patronlarımız olan köpekbalıklarının tekelinden almak istiyorum ama adalet yok ki şu doğada, oltaya hep biz geliyoruz hep...

 

Ağustos Böceği ve Karınca (2017 versiyonu)

Yaz sıcağında şehir karıncaları bütün gün çalışarak ekmek kırıntısı, şeker ve bulabildikleri bütün yiyecek maddelerini yuvalarına taşımışlar.

Sıcağın da etkisiyle bazı işçi karıncaların aklına kolonilerine ihanet ederek biraz eğlenmek fikri gelmiş.

“Bu kadar yiyecek odaklı yaşanmaz ki” demiş bir tanesi.

Bir başkası dert yanmış: “Bu kadar topladık da ne oldu, her an tehdit altındayız, bir insan müsveddesi ufacık bir bal dökse, yalamak için hepimiz oraya koşuyoruz. Sonra bir havlu düşüyor tepemize, yüzlercemiz süpürülüp o iğrenç kokulu siyah poşetin içinde buluyor kendini. Kapkaranlık ve riskli. Kaç kere boğulma tehlikesi geçirdik musluk teknelerinin girdaplarında.”

Biraz eğlenme ve sosyalleşmeye hakları olduğunu düşünen karıncalar, birbirlerini de dolduruşa getirerek müzik dinlemek ve rahatlamak için müzikli bir ortam aramaya koyulmuşlar. O sırada yakınlarındaki çamlık araziden bir müzik sesi işitmişler. İlk kez yiyecek kokusu yerine müzik sesine yönelen bu karıncalar biyolojik karakterlerini hiçe sayarcasına çamlığın önüne gelmişler.

Kapıda kendilerini Ağustos böceği karşılamış: “Hey karıncalar hoşgeldiniz, yıllar yılı bu günü bekledim.  Dedeleriniz bizi kışın kapıdan kovdular. İstifimizi hiç bozmadık. Aç kaldık ama müziği kesmedik. Operaları, baleleri kapadılar, biz sazlıklarda, çamlıklarda devam ettik. Gün geldi devran döndü. Birkaç işçi karınca, karınca kararınca kapımızda. Ne büyük şeref, ne büyük mutluluk. Buyurun nasıl yardımcı olabiliriz?”

Karıncalar şaşırmış. Dedelerinin ne halt yediğini veya yedirmediğini bilmeden: “Biz sadece eğlenmek istiyoruz demişler.”

“Buyrun” demiş Ağustos böceği çamlık fedaisi. Onları çamların içine müziğin kalbine almış. İçki servis etmiş. Ritüellerini ilk kez bozan karıncalar, toplayıp biriktirmek yerine yiyip içmişler ilk kez.

Bacaklarını birbirine sürtüştürerek müzik yapan ağustos virtüözleri, karıncalara bacaklarını sürtüştürmeyi öğretmişler. Ekmeği, balı, şekeri taşıyarak güçlenmiş o bacakların hantallığına ruhun gıdası müzikal bir ritim duygusu yüklemişler.

O gece çok ama çok güzel geçmiş.

Sabaha karşı karıncalar yorulmuşlar. Birisi “eğlenceden de yorulacağım hiç aklıma gelmezdi” demiş.  Bir diğeri “artık gidelim demiş” . Tam Ağustos böcekleriyle vedalaşacak iken Çamlık fedaisi Ağustos böceği: “Paşalar hesabı ödediniz mi?” demiş. Hesap kitap işlerine alışkın karıncalar hep bir ağızdan “hayır” demişler.  Fedai: “o zaman lütfen bize otuz ekmek, otuz kavanoz bal ve yirmi kilo şeker verin” demiş.

Malum kış uzun.

Karıncalar düşünmüş taşınmış, on misli çalışmış ve en sonunda ağustos böceklerinin istediği miktarda balı, şekeri ve ekmeği getirmişler.

Karıncaların sözcüsü son olarak mırıldanmış: “Bize bir daha eğlence haram olsun.”

 

 

Bu haber toplam 2186 defa okunmuştur
Gaile 429. Sayısı

Gaile 429. Sayısı