Templos’ta, Lefkonuk’ta, Lapta’da kazılara devam... Lakadamya’da yeni kazılar...
Kayıplar Komitesi’nin adamızın kuzeyinde ve güneyinde yürütmekte olduğu kazılar Lapta’da, Lefkonuk’ta, Templos’ta ve Voni’de devam ederken, Lakadamya’da da yeni bir kazıya başlandığı öğrenildi.
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Gülseren Baranhan’dan edindiğimiz bilgilere göre Lakadamya’daki kazıda 1963 “kaybı” bazı Kıbrıslıtürkler’in gömü yeri aranıyor...
Baranhan’ın verdiği bilgilere göre, kazılarda son durum şöyle:
*** Lapta’da, 1975 yılında kamışlık bir tarlada toprak yığınlarının içinde insan kemiklerinin görüldüğü bilgisi ile kazı çalışmalarına devam edilmektedir.
*** Ötüken’de (Spathariko) 1963 “kaybı” üç Kıbrıslıtürk'ün denize yakın ormanlık bir alanda gömülü olduğu bilgisi ile kazı çalışmalarına devam edilmektedir.
*** Zeytinlik’te (Templos/Temroz) 1974 “kaybı” bir grup Kıbrıslırum'un harnıp ağaçlarının doğusunda gömülü olduğu bilgisi ile kazı çalışmalarına devam edilmektedir.
*** Lefkonuk’ta (Geçitkale) 1974 kaybı bir Kıbrıslırum'un dere yatağında gömülü olduğu bilgisi ile kazı çalışmalarına devam edilmektedir. Dere yatağının tarlaya doğru olan cephesinde dağınık halde insan kalıntılarına ulaşılmaya devam edilmektedir. Şu ana kadar üç “kayıp” şahıstan geride kalanlar bulundu ve kazı sürdürülüyor...
*** Alemdağ’da (Ağridaki) 1974 “kaybı” 7-8 Kıbrıslırum’un, kuyuya atılmış olduğu bilgisi ile kazı çalışmaları tamamlanmış. Kazı kapatılmıştır. Herhangi bir ize rastlanmadı...
*** Voni’de (Gökhan) askeri bölge içerisinde 1974 “kaybı” bir grup Kıbrıslırum'un büyük bir efkalipto ağacının altında gömülmüş olabileceği bilgisi ile kazı çalışmaları tamamlanmış. Kazı kapatılmış, herhangi bir ize rastlanmamıştır. Voni’de yeni bir kazıya başlanmıştır...
*** Pomo’da 1964 “kaybı” 2 Kıbrıslıtürk'ün Pomo'daki dere yatağına yakın bir yerde gömülü olduğu bilgisi ile daha önce kazı çalışmalarına başlanan fakat Covid ve kötü hava koşulları nedeniyle beklemeye alınan kazıya devam edildi ancak havanın kötü olması ve şiddetli yağmur beklenmesi nedeniyle bu kazı durdurularak Lakadamya’da yeni bir kazıya başlandı. Lakadamya’daki kazıda da 1963 “kaybı” bazı Kıbrıslıtürkler’in gömü yeri aranıyor...
Kazı ekiplerinde bulunan tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz...
Lefkonuk kazılarından bir görünüm...
“Kulüp dizisi, ‘İzlediğiniz dizi gerçekleri içerir’ uyarısıyla başlamalıydı...”
Melike ÇAPAN - INDEPENDENT TÜRKÇE
Son dönemin en çok konuşulan dijital platformdaki dizisi Kulüp, büyük toplumu bugüne kadar yüz çevirdiği ya da görmezden geldiği Yahudilerle tanıştırdı...
“İzlediğiniz dizi gerçekleri içerir...”
Büyük çoğunluğun överek izlediği Kulüp dizisi hiç kuşkusuz bu uyarıyla başlamalıydı.
Çünkü dizi belki de fark etmeden geçmişini bilmeyen yeni nesil için tanıştırma, geçmişini unutan/inkar eden nesil için de yüzleştirme görevini üstlenmişti.
1950'li yılların son dönemine ağırlık verilen dizinin temelini 1942 yılında çıkartılan ve ülkedeki Rum, Yahudi ve Ermeni toplumuna ağır bir darbe olacak Varlık Vergisi oluşturuyor.
Varlık Vergisi nedeniyle babası ve abisini Aşkale'ye sürgüne gönderen Mathilda karakterinin etrafında dönen bir hikaye izliyorsunuz.
Elbette benim anlattığım kadar basit değil. Varlık Vergisi, Mathilda'nın hayatının dönüm noktası oluyor.
Birçok Yahudi gibi…
Dijital platformda yayımlanan mini dizi bir ilke de imza attı. Bugüne kadar sinemada ve televizyonda karikatürize edilerek anlatılan Yahudi toplumunu ilk kez baştan sona kendilerinden bir hikaye ile karşımıza çıkardı.
Yahudi toplumuyla ilgili bugüne kadar her türlü tezi baştan sona çürüttü. Yüz çevirdiğimiz insanlarımızı aldı ve karşımıza koydu. Hepimiz de izledik.
Yahudi toplumuna yönelik bir algıyı topyekün kırıp attığını söyleyemesek de kim bilir belki de barışın fitilini yakmayı becerebilmiştir.
Büyük toplumun yüzleşmesi, devletin ise hesaplaşması gereken bir hikayeyi en basit haliyle önümüze koyan bu diziyi bir o kadar samimi kılan da hikayeyi benzer şekilde yaşayan Yahudi oyuncular.
Bilmiyorum onlar olmasaydı, dizi bu denli samimi ve gerçekçi olur muydu?
Diziye hem danışmanlık yapan hem de figüran olan İzzet Bana ve Forti Barokas ile bir araya geldim.
"Her dilden, dinden insanla komşuyduk"
Forti Barokas, Türkiye'ye 500 yıl önce gelen Seferad göçmenlerinden.
Annesi Edirneli, babası da Tekirdağlı. 1934'teki Trakya olaylarının ardından İstanbul'a göç eden iki aile bu kentte birleşir.
Evin kızı ve oğlu birbirleriyle evlenir ve Galata'da iki güzel kız çocuğu dünyaya gelir. Bu kız çocuklarından en küçüğü Forti Hanım.
1948 yılında dünyaya gelmesi onu tüm sıkıntılardan azade kılmış gibi görünse de ne yazık ki öyle olmamış.
Forti Hanım ve ablası da o sıkıntılı zamanların gölgesinde her daim güvercin tedirginliğinde büyüyor.
Kendisinin has be has Kuledibi çocuğu olduğunu söyleyen Forti Hanım, doğduğun evin artık bir sanat galerisi olduğunu dile getiriyor.
Çocukluğunda Galata'da çok güzel zamanlar geçirdiğini anlatıyor Forti Hanım:
“Çok kozmopolit bir yerdi. Levantenler vardı, hep Fransızca konuşulurdu. Müslüman arkadaşlarımız vardı. Ramazanda iftara davet ederlerdi. Komşuluk vardı o yıllarda.”
Galata günlerini özleyerek anlatıyor Forti Hanım. Babasının güzel sesini, evde toplaşan komşularını, söylenen şarkıları… Elbette bayramlar da o güzel günlerin en heyecanlı anılarından:
“Bayramlar bir başka kutlanırdı Galata'da. Çünkü yüzde 95'i Yahudi halkıydı. Bayramlarımızda Müslüman esnaf da bizimle birlikte bayram yapardı.” Ladino dili, tüm Galata'nın sokaklarında yankılandı bir zamanlar. Ancak 1928'de başlayan ve 1930'lara kadar devam eden "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyası tüm semti sessizleştirmişti.
Kulüp dizisinin en güzel yanının ilk kez kendilerinin alay konusu edilmemesinin olduğunu söylüyor Forti Hanım:
“Ne pis Yahudi, ne tefeci, ne büyük burunlu… Birçok dizide aşağılayıcı karakterle çıkılıyordu.”
Forti Hanım'ın ailesi Varlık Vergisi'nden de kurtulamamıştı. Babası Aşkale'ye gitmemek için dükkanlarını vermişti.
Bunlarla da bitmedi. Hemen arkasından 6-7 Eylül pogromu gelmişti. Forti Hanım, o kara geceye halasının Kadıköy'deki evinde yakalandığını ve pencereden tüm barbarlığa şahit olduğunu söylüyor:
“Hala gözümün önünde. Camlar kırılıyordu. 'Kahrolsun Rumlar' diye bağırıyorlardı. Eniştem hemen beni korumaya aldı. Hemen ışıkları kapattılar evde. Çok korkmuştum, elim ayağım titriyordu. Hemen ertesi günde babam gelip beni aldı. Camların üzerinden yürüdük arka sokaklarda.”
Ve tabii 1964...
Dönemin hükümetinin üst üste aldığı kararlar memleketteki Ermeni, Yahudi, Rum hepsini tedirgin ediyordu. Yasaklanan meslekler, sürgünler…
Forti Hanım, o tarihte göç eden Yahudilerin olduğunu dile getiriyor:
“Yahudiler kovulma korkusunu çok yaşadı. Tarihe bakın her yerden kovulduk İsrail kurulana kadar. Ancak burası bizim de vatanımız. 500 sene az bir zaman değil.”
Forti Hanım, ailesinin ise hiçbir zaman çekip gitmeyi düşünmediğini söylüyor:
“Amcalarım, halalarım hiç kimse gitmedi. Tüm o korkuya rağmen... Ben zaten ülkeme hayranım. İstanbul aşığıyım. Gidenlere üzülüyorum.”
Galata'dan Şişli'ye daha sonra da Levent'te devam eden hayatı Forti Hanım'ın her acıya, her korkuya rağmen neşe içinde sürüyor.
Çünkü o acıların ardına saklanmak yerine, hayata dört koldan sarılmış. Ailesi ve çocukluk aşkım dediği tiyatroyla birlikte tüm hayatını rengarenk kılmayı başarabilmiş.
"Neve Şalom'un kapıları ardına kadar açık olurdu"
Dedesi Çanakkale şehidi olan İzzet Bana da bu topraklara 500 yılı aşkın süre önce gelen Seferad Yahudilerinden.
Ailesi önce Balat'ta bir düzen kuruyor. 1938 yılı itibarıyla da Galata'da yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar.
Ta ki 1963 yılına kadar. Eskiden adı Yazıcı Sokak olan bugünse Serdar-ı Ekrem diye bilinen sokakta oturuyorlar. Anneannesi terzilik yaparak, babası da şekerci Hafız Mustafa'da işçi olarak evi geçindiriyor.
Fakir bir ailenin en küçük oğlu olarak büyüdü İzzet Bey. Evlerinin bodrum katının kapısının açıldığı küçük bahçedeki domates biberle geçirdi zamanını.
Hikayenin en sevdiğim bölümleri her zaman çocukluk zamanları olur. O yüzden bölmeden onu dinliyorum. O da arka arkasına ekliyor hikayeleri.
Annesi ve babasının en büyük lüksünün Pera'da dolaşıp vitrinlere bakmak olduğunu söylüyor İzzet Bey:
“Giderken sol taraftaki vitrinleri gezerdik. Taksim Meydanı'na kadar yürürdük. Sonra parkta oturur evde annemin hazırladığı nevalelerden yerdik. Sonra kalkar tekrar eve doğru yürür bu sefer sağdaki vitrinleri gezerdik.”
İzzet Bey'in ailesinin sosyo-ekonomik durumu onları Varlık Vergisi'nden kurtarmıştı. O yılların zorlu, sıkıntılı günlerini birebir yaşamasalar da tedirginlik kapılarında nöbet tutuyordu.
Hiç kimse için kolay olmayacaktı. Bir daha da asla kapıdan ayrılmayacaktı. Çocukluk anlarında hafızasına kazınan 6-7 Eylül'ü o tedirginlikle geçirmişlerdi:
“Akşam çok gürültü oldu. Annemle babamla bir şeyler konuşuyor ama ben çocuk halimle anlamadım. Çok merak ettim gürültüleri. Her zamankinden daha değişik bir iş var, diye düşündüm. Dışarıya çıktım evden bakmak için. Kapıdan çıktım bir baktım yerde silah var. Onu oyuncak zannettim herhalde; ona doğru giderken annemin çığlığı kulağımda patladı. O beni çok korkuttu. Annem bana gereğinden fazla bağırmıştı. Uzun zaman unutamadım o anı.”
İzzet Bey'in ailesi de o tarihlerde yeni semtlerine taşınmaya karar verdi:
“150 bin Yahudi vardı o tarihlerde 30 bine inmişti. Çünkü az bir şey olmadı. Trakya Olayları bir yandan, Varlık Vergisi bir yandan, Niego olayı bir yandan… Peşine 6-7 Eylül, 1964 sürgünü derken hepsi göçü tetikledi zamanla. O zaman Tatavla dediğimiz semte taşındık.”
Gençlik yıllarında tanıştığı tiyatro en büyük tutkusu oldu İzzet Bey'in.
1980 yılında dernekler kapatılana kadar aralıksız sürdürdü bu büyük sevdasını. Bugüne kadar 40 oyun yönetti ve oynadı.
Yahudi toplumunun derneklerinde oynadıkları oyunlardan kazandıkları bilet paralarıyla sahne, kostüm masraflarını karşılarken kalan parayı da fakir fukara derneklerine bağışlıyordu tiyatro ekibi.
Dizinin her bölümde bir fiil çekimlere katılarak danışmanlık yapan İzzet Bey, yönetmen Zeynep Günay Tan ile çalışmanın kendisi için çok önemli bir deneyim olduğunu dile getiriyor.
(INDEPENDENT TÜRKÇE – Melike ÇAPAN – 5.12.2021)