Templos’tan Ayyorgi’ye…
Şahidimizin nişanı dev bir harnıp ağacıydı, bölgedeki en büyük harnıp ağacı…
Artık bu harnıp ağacı burada değil, yerinde yeller esiyor…
Onları buraya gömmüş 1974’te, harnıp ağacının birkaç metre uzağına…
Templos’ta (Zeytinlik) bir zamanlar bir Kıbrıslırum askeri kampı olan ama şimdilerde bir atış alanı olarak kullanılan bölgenin hemen altındaki bomboş arazideyiz..
1974’te burada çarpışmalar olmuş, Türk komandoları St. Hilarion’dan aşağı inerek bu askeri kampı almış…
Şimdi birlikte olduğumuz şahit bugün buraya gelerek bana ve Kayıplar Komitesi yetkililerine dokuz “kayıp” Kıbrıslırum’u tam olarak hangi noktaya gömmüş olduğunu göstermeyi kabul ettiği için buradayız…
“Dokuz Kıbrıslırum’un bedeni güneş altında kalmıştı günlerce, bir yığın halindeydiler ve koku inanılmaz bir şeydi… Köyden bile bu koku duyuluyordu… Bana bir dozer ve yardım etmek üzere bir da asker vermişlerdi, onları gömmem için” diyor… “Ancak buraya geldiğimde koku çok korkunçtu… Ölü insanların kokusu çok farklı bir şeydir, baş edemezsiniz bu kokuyla… Ondan sonra ben çok hasta olduydum ve günlerce yataktan çıkamadıydım” diye konuşuyor.
Sonra susuyor, hatırlıyor…
“Küçük bir hayvan ölse bile, kokusu dayanılmazdır” diyorum.
“Hayır, hayır… Bu tamamıyla farklı bir kokudur… Ölü insanların kokusu çok farklıdır” diyor.
“Başlangıçta bir çukur kazarak onları gömmeyi düşündüm ancak koku ve görüntü beni o kadar çok hasta ettiydi ki üstlerine kireç attık, sonra da toprak yığdık… O büyük harnıp ağacının yanına…” diyor.
Askerlerin daha sonra bu dokuz kişilik “kayıp” Kıbrıslırum grubunu buradan kaldırmış olabilecekleri yönünde söylentiler duymuş ancak bunun doğru olup olmadığını bilmiyor…
1995’te Beşparmaklar’da çıkan korkunç yangında, bu bölge de yanmış…
Yani buraya gömülü olanların başına herhangi bir şey gelmiş olabilir… Bunu bilmiyoruz.
Ancak son otuz yıldan bu yana Kıbrıs’ın tüm “kayıp” insanları hakkında araştırma yapmakta olan Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üye Yardımcısı Ksenofon Kallis bu konuda kolay kolay pes edecek bir insan değil… Herhangi bir konuda herhangi bir şeyi olduğu gibi kabul edecek birisi de değil…
Bu boş arazileri taramaya başlıyor, dolaşıyor ve yabani biçimde büyümekte olan, “borica” diye tabir ettiğimiz harnıp ağaççıklarını bularak bunları bize gösteriyor…
“Bakınız! Burada bir tane var, orada da var… Daha ileride de iki tane daha var…”
Şahide tekrar tekrar aynı soruyu soruyor:
“Çok büyük başka bir harnıp ağacı bulunmadığından emin misiniz?”
“Evet, evet, tabii ki eminim… Ben Temploslu’yum ve bu bölgeyi çok iyi tanıyorum” diyor şahit…
“İnanılmaz bir şey ama harnıp ağaçları asla ölmez” diyor Kallis… “Ne yaparsanız yapın, onları ister kesin, ister yakın, tekrar tekrar inatla yeniden çıkarlar aynı yerden” diyor… “Çünkü harnıp ağaçları, zeytin ağaçları, bunların çok derinlerdedir kökleri… Kesmekle, yakmakla yok edemezsiniz… Tekrar tekrar aynı yerden çıkarlar ve büyürler” diyor…
Az ileride bir yarım inşaat var ve bu yarım inşaatın yakınında Kallis bir başka harnıp ağacı bulup bizi çağırıyor – şimdiye dek arazide bulmuş olduğu “borica”lardan çok daha büyük bu harnıp ağacı…
“Gelin, lütfen bu tarafa gelin ve bakın” diyor bize, bu daha irice harnıp ağacını işaret ediyor…
Kızgın sıcakta yürüyoruz, harnıp ağacının olduğu yere…
“Bu olabilir miydi acaba, sözünü ettiğiniz ağaç?” diye şahide soruyor…
“Olabilir” diyor şahit…
“Yani sözünü ettiğiniz ağaç bu idiyse, o zaman gömdüğünüz yer hangi noktada olabilir?” diyor.
Şahit bize aradığımız ağacın bu olabileceğini varsayarak olası bir gömü yeri işaret ediyor…
“Belki Sayın Kallis bize bu bölgenin eskiden havadan çekilmiş bir fotoğrafını bulabilir – o zaman belki bu fotoğrafta da o sözünü ettiğiniz harnıp ağacını gösterebilirsiniz…” diyorum şahide…
“Öyle fotoğraflar var mı ki?” diyor.
“Tabii ki var… Eminim Bay Kallis bize böyle bir fotoğraf bulabilir…”
Kallis şahide böyle bir fotoğraf bulabileceğini söylüyor… Fotoğrafı bulduğu zaman şahidimizle tekrar buluşacağız ki o dev harnıp ağacının tam yerini işaret edebilsin…
O dev harnıp ağacı, 1995’te çıkan büyük yangında yanmış büyük olasılık…
“Aslında bir kişi da yukarıda vardı” diyor şahidimiz atış alanını işaret ederek… “Orada bir yerlere gömüldüydü sanırım, yukarıda” diyor…
Yani bu bölgede dokuzu harnıp ağacının altında, birisi de atış alanında olmak üzere – bizim öğrendiğimiz – on “kayıp” Kıbrıslırum gömülmüş…
Şahidin ayrılması gerekiyor, ona teşekkür ediyoruz ve Kallis fotoğrafı bulunca onu ziyaret etmek üzere anlaşıyoruz…
Bugün günlerden 9 Haziran 2016, Perşembe – tekrar Templos bölgesindeyiz, “kayıp” Kıbrıslırumlar’ın olası gömü yerini araştırmak üzere buradayız… Buraya Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üye Yardımcısı Ksenofon Kallis ve Kayıplar Komitesi Kazılar Koordinatörü Okan Oktay’la geldik.
Daha önce bu bölgeye bir başka okurumla ve yine Kallis ve Okan Oktay’la gelmiştik ancak bu telli alana girmemiştik, yukarıdan atış alanından burayı incelemiştik. Ben bizzat bu “kayıp” Kıbrıslırumlar’ı gömen kişiyi bulduğum için buraya yeniden geldik bugün ve telli alana girdik…
Okan Oktay, aslında bu bölgede uzun zaman önce kazı yaptıklarını ve bazı insan kalıntıları bulduklarını anlatıyor… Pek az kemik bulmuşlar, yola yakın bir noktada, bu büyük, telli alanda…
Bu tarla bir Kıbrıslıtürk’e ait – tamı tamamına 60 dönümlük dev bir arazi…
Burada işimizi tamamlayıp Templos’a gidiyoruz…
Bu ortaçağ Latin köyünde bir başka şahitle buluşacağız… O da bize Templos ve Ayyorgi’de bazı olası gömü yerleri gösterecek.
Templos’ta bir arkadaşın lokantasına oturup kahve içiyoruz ve bu şahidin gelmesini bekliyoruz.
Templos’taki her şey, tüm kapılar ve pencereler, tüm yapılar ve yollar, Kıbrıs’ın Latin mirasını yansıtıyor. Bu köy Templar (Tapınak) Şövalyeleri tarafından kurulmuştu ve ortaçağ mimarisini daracık sokaklarda ve mimaride rahatlıkla görebiliyorsunuz…
Burada hava çok farklı – Lefkoşa’nın havasından çok daha farklı… En sıcak yaz gecelerinde bile Templos’un havası çok güzeldir, daha serindir ve Girne’nin yapış yapış nemli havasından burada eser yoktur…
Köyün tam arkasında dağ var, St. Hilarion Kalesi’ni buradan görebiliyoruz… Köyün ön tarafında da Akdeniz’in turkuvaz suları var… Arkası dağ, önü deniz bir ortaçağ köyü burası, Kıbrıs’ın Latin mirası…
Şahidimiz, yani okurum geliyor ve bizi lokantada buluyor. Oturup sohbet ediyoruz…
Bize çocukluğundan öyküler anlatıyor… 1974’te henüz 14 yaşında bir çocukmuş…
Aslında bu okurum Temploslu değil, Laptalı… 1963’te Lapta’dan Templos’a göçmen gelmişler, uzun yıllar boyunca göçmen evciklerinde yaşamışlar… 1974’ten sonra Templos’tan ayrılıp Girne’ye yerleşmiş.
Ancak 1974’ü hatırlıyor, şimdi atış alanı olan yerdeki Kıbrıslırum askeri kampından Templos’a bombalar atıldığını hatırlıyor… Bu bombalar köyün içine düşüyormuş ve yaşadıkları uyduruk göçmen evciği her an hedef olup yıkılabileceği, çok da sağlam bir koruma sağlamadığı için bulundukları evden ayrılmak zorunda kalmışlar, daha güvenli bir yere gitmişler köy içinde…
Savaştan sonra bir çocuk olarak, bazı arkadaşlarıyla birlikte Ayyorgi’de her eve girip bakarlarmış – bir gün Ayyorgi’de girdikleri bir evde ölü bir kadın bulmuşlar. 40’lı yaşlarında bir kadınmış bu, tek odalı bir evde yaşıyormuş, yatağında, karnından vurulmuş, ölüymüş…
Gene Ayyorgi’de yol kenarında ölü olarak yatan orta yaşlı bir Kıbrıslırum varmış… Her geçişinde, bu ölü adamın sakalının uzamaya devam ettiğini görüyormuş okurum… Bedeni şişmiş durumdaymış ve bu görüntü onu ürkütmüş, çok üzülmüş, koşup köye giderek yetişkinlere bu adamı gömmeleri gerektiğini anlatmış…
Templos’ta bir Kıbrıslırum’un karnından vurularak düştüğü yeri göstermek istiyor bize… Onlar okulda toplanmışlar, tam karşısındaki alanda bu Kıbrıslırum vurularak öldürülmüş…
Bu Kıbrıslırum, atletini çıkarıp üstü çıplak, elleri havada teslim olmaya gelmiş köye. Köyün dışında Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne ait iki kamp varmış. Belki de bu Kıbrıslırum genç okulun yanındaki BM kampına sığınmaya gitmiş ancak BM askerleri buradan ayrılıp öteki kampa gittikleri için orada kimseyi bulamamış büyük olasılık… Ve çaresizlikten koşarak gelmiş, elleri havada, teslim olmaya, fanellasını sallayarak… BM buradan neden ayrılmış? Bu konuda BM’nin Kıbrıs’taki savaştaki rolü konusunda herhangi bir soru soran herhangi birisi var mı acaba?
Bu Kıbrıslırum genci almışlar, onunla konuşmuşlar… Okurum okulun içinden, tüm bunları izlemiş… Bir Türk subayı bu gençle konuşmuş…
Oraya gidiyoruz ve bize bu Kıbrıslırum gencin, Türk subayla konuştuğu iki büyük servi ağacını gösteriyor…
“İşte burada konuştuydular” diyor, “biz da orada, okuldaydık…”
Kıbrıslırum genci serbest bırakmışlar, birkaç dakika sonra da onu vurup öldürmüşler…
Çocuk tüm bunları izlemiş, savaşın dehşetini, birisinin öldürülmesinin dehşetini, bir günde büyümek zorunda kalan bir çocuğa dönüşmüş belki de o anda…
Bu Kıbrıslırum gencin vurulduğu alanı inceliyoruz, Kallis yakınlarda bir havuz buluyor… Boş bir havuz…
“Belki de onu buraya gömmüşlerdir” diyor…
Bu bölgeye “Teşkilat” tarafından öldürülen bir Kıbrıslıtürk’ün gömüldüğü de anlatılıyormuş yıllar önce…
Sonra birlikte Ayyorgi’ye gidiyoruz ve okurum bize karnından vurularak öldürülmüş kadının evini gösteriyor…
Orta yaşlı, öldüğü halde sakalları uzamaya devam eden adamın yattığı yeri…
Kallis okuruma, “Bunu geçmiş için yapmıyoruz” diyor, “gelecek için yapıyoruz… Böylece gelecekte belki insanlar böylesi şeyler yapmadan önce iki defa düşünürler…”
Geçmişi araştırıyoruz, geleceğimize katkıda bulunmak için, savaşın pisliğini temizlemeye çalışıyoruz… Çünkü eğer bu pisliği temizlemezsek, bu adada çocuklarımız için bir gelecek sağlayamayız…
Her iki şahidimize de bize bu olası gömü yerlerini gösterdikleri, neler yaşanmış olduğunu anlattıkları için sonsuz teşekkürler…
Kayıplar Komitesi yetkililerine de bu bölgelerde inceleme yapabilmek üzere bu şahitlerle buluştukları için çok teşekkür ederim…