1. YAZARLAR

  2. Serkan Soyalan

  3. Tenhalaşıyorum
Serkan Soyalan

Serkan Soyalan

Tenhalaşıyorum

A+A-

Yorgun geçen günlerin ardından, başımı yastığıma koyar koymaz, uzun bir yolculuğa çıkacağımı bilmeden derin bir uykuyla kapandı gözlerim.

 

***

   Lefkoşa’da Mücahitler Sitesi’nin önünden yürüyerek geçiyorum.

   Çocukluk arkadaşım Hasan kesti yolumu. Sarılıp öpüştük. Lavcivert kareli bir gömlek giyiyordu üzerinde.

   Vakit bir bahar sabahıydı.

   Hisar üstündeki bir kahvehaneye geçtik ve kahvehanede oturanları selamlayarak, kaldırım üzerine serpiştirilmiş tahta masaların çevresindeki hasır sandalyelere oturduk.

   Kahvehanenin açık olan kapısından başımı uzatıp da duvarda asılı olan takvime baktım. Bülent Ecevit’in fotoğraflarıyla süslenmiş takvim, 1986’yı gösteriyordu.

 

***

   Kısa süre sonra elinde tepsiyle geldi kahveci ve üzerinde kalınca örtü olan masanın üzerine bıraktı sade kahveleri.

   Bol köpüklü kahvelerimizi yudumlarken konuştuk Hasan’la. Çocukluk anılarımızdan bahsettik.

   Zangalak savaşı yaptığımız bahçeleri, saatlerce süren mahalle maçlarını, sevinçlerimizi, hüzünlerimizi…

  

***

   Başımı uzatıp hisardan aşağıya baktım. Çocuklar iki takıma ayrılmış futbol oynuyorlardı. Başlarında eşofmanlarıyla Cemal Paşa’yı gördüm. İlgiyle ve özenerek takip ediyordu, ayaklarında Sebo giyen çocukları.

 

***

   Kahvemi hızlı hızlı içip, izin isteyip kalktım oturduğum sandalyeden.

   Önce “araba mezarlığı” olarak adlandırdığımız, hurdaların toplandığı alana yürüdüm. Atılı durumdaki yüzlerce arabaya baktım. Kimisinin renkleri gitmiş, pas tutmuştu.

  

***

   Ağır adımlarla yürüyerek geçtim Tanti’nin Hamamı’nın önünden ve babaannemin yeşil tahta panjurlu evinin büyükçe kapısının önünde durdum.

   Kapı üzerinden sokağa sarkan ve tanıdıkların rahatça eve girebilmesini sağlayan ipi çekip açtım yeşil boyalı, büyük kapıyı ve ağır ağır girdim içeriye.

   Mehmet Dedem, her zamanki koltuğuna oturmuş, çizgili pijaması ve atletiyle arka bahçesinden Yeşil Hattı seyrediyordu.

   Şaziye Nenem de başında yemenisi ve iri cüssesiyle, bahçede odun sobasında yakmak için büyük ağaç kütüklerini, küçük parçalara ayırmaya çalışıyordu. Yanına sokulup, aldım elinden baltayı ve tek tek ayırdım küçük parçalara koca koca odunları.

   Nenemin hazırlayıp getirdiği, taze sıkılmış limonatamı yudumlayıp, bahçedeki tavukların altından yumurtaları toplayıp, itinayla sepete dizdim.

   Oradan ayrılmadan biraz daha vakit geçirdim nenem ve dedemle.

 

***

   Yürüyerek çıktım hisar üzerine ve Anibal’a girerek, Saffet Abi’ye seslendim. Beni görünce gözlerinin içi güldü. Konuştuk ayaküstü, GG’den bahsettik. Hemen boş bir masaya oturttu beni. Ben oturur oturmaz da köftemi koydu mangalın üzerine.

   Acıkmışım. Önüme konan köftemi hızlıca yedikten sonra kalktım ve kapıdan Tavukçu Çulluk’a selam verip, Budak Pastanesi’ne girdim. Çok sevdiğim dondurmalı ekmek kadayıfı siparişi verip, bayıla bayıla yedim.

 

***

   Budak’tan çıkıp da yolu karşıdan karşıya geçince, kaldırım üzerinde, her zamanki yerinde uzanan Hasan Dayı’nın yanından yürüyüp, Taksim Sineması’nın hemen yanında bulunan büfeye girip, dostları aradım.

   Müzik kutusuna para atıp, Cem’den (Karaca) bir şarkı açıp, oturdum bar sandalyesine ve “Beyaz Atlı”nın ezgisine kaptırdım kendimi.

   Şarkı bitince kalktım ve Suriçi’ne doğru yürüdüm.

 

***

   Asmaaltı’nda Erol Galadari’nin elini öpüp, kucaklaştık. Buz gibi ayranını yudumladım, Büyük Han’a doğru oturup.

   Sonrasında Arasta’dan adımlayarak vardım Selimiye’ye.

   Dedem Ahmet Gürses, Veysel Hoca ve caminin emektarı Necat Dayı’yı caminin tuvaletlerinin önünde otururken buldum. Sarılıp öpüştükten sonra oturdum yanlarına.

   Necat Dayı beni görünce, “Senin bu deden…” diyerek söze girdi ve dedemi incitmeye başladı.

   Yan gözle dedeme baktım, ağzında sigarası, gülümseyerek, her zamanki oturuşuyla başı gökte, minareleri seyrederek bizi dinler pozisyonundaydı.

   Biraz oturduktan sonra, “Hadi zembili al gel de gidelim” dedi. Kalktım ve tuvaletlerin merdivenlerinden inip, daracık kapısından geçerek, tezgâh arkasında bulunan içi dolu mavi zembili alıp yanlarına çıktım.  

 

***

   Dedemin kırmızı motosikletine bindik arkalı önlü. Arkasından tutundum ona ve Yenişehir’e doğru yol aldık. Dedem, dudaklarının arasında Harman sigarasıyla, motosikletin arkasında oturan beni dumanına boğarak, ara sokaklarda gazlarken, ben de yaşlı gözlerle Lefkoşa’yı seyrediyordum.

   Kısa bir yolculuğun ardından vardık Yenişehir’deki evlerine. Neriman Nenem açtı bize kapıyı.

   Girer girmez de masaya oturttu bizi. Çok sevdiğim tavuklu pilavı koydu önüme. Küçük mutfağında, yuvarlak masanın çevresine oturduk ve yemeklerimizi yedik.

 

***

   Yemek sonrası dedem, her zamanki koltuğuna yerleşip, her gün yaptığı gibi televizyondan haberleri açmıştı. Nenem ise mutfakta kahveleri pişirip, tepsiyle oturma odasına girdiğinde göz göze geldik.

   “Annem gel, çikolata da al” dedi. Kalkıp yürüdüm arkasından mutfağa, sarıldım. Uzun uzun kokusunu kokladım ve uzattığı çikolatalardan aldım.

 

***

   Kahve sonrası öğle uykusuna yattı dedem. Ben de yanındaki yatağa uzandım. Uzanır uzanmaz da vurdu burnuma naftalin kokusu. Yüzümde belirgin bir tebessümle kapandı gözlerim.

   Gözlerim kapanır kazanmaz, güzel rüyalara dalmışım.  

   Rüyamda daha bir çocukmuşum.

   İlkokul müsameresinde danslarımı, komşumuzun güzel kızını, dayımın Londra’ya göç etmediği günleri, Kaymaklı altyapısındaki maçlarımı ve gollerimi, Belediye Evleri’ndeki oyunlarımı, sarı Ford Falcon arabamızı gördüm.

 

***

   Alarmın çalmasıyla uyandım. Saatime baktım 6’yı gösteriyordu.

   Kalkıp hazırlanıp, kızımı okula bıraktım ve sürdüm arabamı Lefkoşa’ya.

   Mücahitler Sitesi önünden geçtim. Eski dokusu yoktu yerinde.

   Kahvehaneye baktım yoktu. Kafamı uzatıp, hisar altına baktım, boştu. Hurda arabalar bile yok olmuştu.

   Tanti’nin Hamamı daha bir yalnızlaşmış, babaannemin evinde ise kapı duvar. Mehmet Dedem de Şaziye Nenem de gitmişti.

   Çıktım hemen o sokaklardan, hisar üstüne vurdum… Anibal’ın yeri meyhane olmuş, Çulluk kapatmış, kaldırım üzerindeki Hasan Dayı da göçmüştü.

   Hüzünle baktım inatla ayakta duran Budak’a ve sürdüm arabamı yerinde yeller esen Taksim Sineması ve büfeye. Kafamı çevirip Yusuf Kaptan Sahası’na baktım, sentetiğe bürünmüş ama ruhu kaybolmuş, tribünleri bile yok olmuş.

   Yenişehir’e doğru hüzünle yol alıp, durdurdum arabamı Şht. Ecvet Yusuf Caddesi üzerinde.

   Çaldım anneannemin kapısını, o gülen gözleriyle Neriman Nenemi görmek için. Çaldım, çaldım, çaldım… Bir damla yaş süzüldü gözümden ve anladım; tenhalaşıyormuş hayatım, her geçen yılda.

Bu yazı toplam 2448 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar