1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. 'THANK YOU MR. HRİSTO!'
THANK YOU MR. HRİSTO!

'THANK YOU MR. HRİSTO!'

Sonra da kalkıp “yahu bu kadar uzun yazma” diyorlar. Haftada 1 gün yazıyorum kardeşim, memleketin de gailesi bol, dilim şişiyor koca hafta! Ben ne yapayım yani? Buyurun işte beti bereketi bol bir hafta daha geçti. Yazmak istediğim onca konu v

A+A-

 

 

 

Sonra da kalkıp “yahu bu kadar uzun yazma” diyorlar. Haftada 1 gün yazıyorum kardeşim, memleketin de gailesi bol, dilim şişiyor koca hafta! Ben ne yapayım yani?

Buyurun işte beti bereketi bol bir hafta daha geçti. Yazmak istediğim onca konu var ama hangisini yazayım?

Bir yandan müzakere sürerken durup dururken sondaj krizi yaratan Hristofyas’ın muhterisliğinden yararlanıp kara sularını bir anda genişleten Türkiye’nin cinliğini mi? Yoksa  “Egemenliğim bağımsızlığım” diye diye iktidara gelen Eroğlu’nun NY’da Erdoğan’la anlaşma imzalayıp denizlerindeki hükümranlığını kuzu kuzu Türkiye’ye teslim etmesini mi?

3 Eylül tarihli yazıda “… Davutoğlu’nun açıkladığı 5 maddelik yaptırım listesinde “Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip sahildar devlet” vurgusu da oldukça dikkat çekici. Herkes Türkiye’nin “yasal kıyılarının” yanısıra bir de üstelik yasal sınırlardan çok daha yakın Kuzey Kıbrıs kıyılarına “sahip olduğunun” ve bu gri alanda küçümsenmeyecek bir askeri gücü barındırdığının da farkında. İşte bu, “Kıbrıslı beslemelerin” anavatana “kurtarılma ve korunma diyetlerini” ödeme fırsatı(!) anlamına geldiği gibi, “Kıbrıs Türktür Türk Kalacak” çığırtkanlığının temelindeki “stratejik çıkarların” kamuoyu açısından bir kez daha anlaşılması açısından da bir fırsat(!) oluşturuyor...”  derken, ne yalan söyleyeyim Türkiye’nin buna bu kadar çabuk yelteneceğine, yeltense bile Kıbrıs’ın Kuzeyindeki işbirlikçilerin işbirliğini bu boyuta taşıyabileceğine inanmak istemiyordum.

Ama bu da oldu! Türkiye fiilen karasularını ve buna bağlı olarak münhasır ekonomik alanını bir oldu-bittiyle genişletti. Dünyada hiç kimsenin tanımadığı bir oluşumla, üstelik o oluşumun kendi hukukunu da hiçe sayarak imzalanan bir anlaşmayla!

Öyle bir komedi ki bu, neresinden tutsanız dökülüyor!

Kıbrıs’ın Kuzeyinde Başkanlık sistemi olmamasına, uluslararası anlaşma yetkisi Hükümete ait olmasına rağmen, KKTC Cumhurbaşkanı TC Başbakanıyla imzaladığı bu anlaşmayla kendi denizlerindeki hükümranlık yetkisini Türkiye’nin kullanımına devretmiş oldu.

“Egemenliğim, bağımsızlığım” diye diye iş başına gelen bir Cumhurbaşkanı denizlerdeki egemenliğini bir başka ülkeye şıpınişi devrederken kimsenin kılı kıpırdamadı! Ne KKTC Hükümeti “Sn. Cumhurbaşkanı yetkinizi aştınız” diyebildi, ne de Kıbrıslı Türkler gıkını çıkartabildi!

Belki de “KKTC Hükümeti” bu oldu-bitti anlaşma için yıldırım yetki vermiştir Cumhurbaşkanına kim bilir?

Belki de “var oluşu” sadece ekonomik pakete indirgeyenler, ancak ceplerindeki paraya dokunulduğunda ses verenler, “yok sayılmalarının” gerçek anlamda tescili olan bir anlaşma imzalanırken akşamki kebabın hayaline dalmışlardı kim bilir?

Komedi bununla da bitmiyor!

“KKTC” ile imzaladığı anlaşmayla karasularını genişleten Türkiye’nin Başbakanı, BM Genel Kurulu’nda “Kosova’nın, Filistin’in bağımsızlığını tanımaları için” dünyaya çağrıda bulunduğu konuşmasında, Kıbrıs’tan söz ederken “KKTC” ifadesini kullanamadı. “Kıbrıs Türk Toplumu” ya da “Kıbrıs’ın Kuzeyi” demeyi tercih etti.

BM Genel Kurulunda Kosova’nın, Filistin’in, Somali’nin hakkını dünyanın burnuna burnuna sokan TC Başbakanı, daha 1 gün önce NY’da anlaşma imzaladığı KKTC’nin bırakınız tanınmasını talep etmeyi, adını dahi telaffuz etmekten kaçındı!

Eh bu işler Türkiye’de tırışkadan “KKTC yılı” ilan etmeye benzemiyor. Efelik de bir yere kadar tabii…

Bazı okuyucular bana “KKTC demek bu kadar ağrınıza mı gidiyor” diye mailler yolluyorlar ya, onlara tavsiyem aynı mailleri TC Başbakanına da gönderiversinler bir zahmet! Bendenizin BM nezdinde hiçbir hükmü yok ama Sn. Erdoğan öyle mi ya?

TC Başbakanı Mağusa mitinginde konuşurcasına rahat davrandığı BM Kürsüsünden İsrail’e, Rum Yönetimine ayar verdi. BM Genel Kurulu, bugüne kadar bir Türkiye Başbakanının sesinin bu kadar gür çıktığına hiç tanık olmamıştı. Hele ki o Başbakan, daha 1 gün önce aynı BM’nin “yasa dışı” saydığı bir “oluşum” ile anlaşma imzalayıp tereyağından kıl çeker gibi karasularını genişletmişken!

Küresel sermaye ile yepyeni bir ittifaka girerek, yeni Ortadoğu’da yepyeni bir rol üstlenen Türkiye için bütün bunlar henüz başlangıç sayılmalıdır. Nitekim Brüksel’de Başbakan yardımcısı Arınç’ın kullandığı ifadeler manidardır: “Bölgesel güç olmak mı? Neden bununla yetinelim ki? Türkiye neden küresel bir güç olmasın ki?”…

Küresel güçler için şu an önemli olan tek şey “Arap Baharı”nın emin ellerde ilerlemesi ve bu sayede dünya enerji haritasındaki kontrol ve güç dengesinin bozulmamasıdır. Kim ne derse desin, bunun anahtarı artık tartışmasız biçimde Türkiye!

Tarihinde hiç olmadığı kadar yalnızlaşan İsrail’in Batı dünyasındaki saygınlık ve önemi ciddi biçimde erozyona uğradı.

Bazıları ısrarla  “İsrail demek ABD demektir” dese de, gözden kaçırdıkları şey, tek bir ABD ve tek bir İsrail’in olmadığı, gerek ABD yönetiminde gerek İsrail yönetiminde birbiriyle mücadele eden güç odaklarının bulunduğudur. Nitekim şu anda İsrail, Yahudi sermayesini ve Yahudi diasporasını bile çileden çıkartacak kadar şuursuz bir hükümetin ellerinde, İsrail halkının çıkarları yok sayılarak yönetiliyor. Ve mevcut İsrail hükümeti, Ortadoğu altüst olurken inanılmaz bir öngörüsüzlükle Türkiye’nin yıldızının daha da parlamasına adeta hizmet ediyor.

Türkiye’nin yıldızını parlatmakta İsrail elbette yalnız değil.

Kıbrıs’ın Güneyinde milliyetçilikte Papadopulos’a rahmet okutacağa benzeyen Hristofyas adeta var gücüyle Erdoğan’ın değirmenine su taşıyor. Müzakerelerin kör topal yürüdüğü bir ortamda Türk tarafının eskisi kadar kolay masadan çekilmeyeceğini bilen Hristofyas yeni gerilimler yaratarak sıyrılmaya çalışıyor.

NY’da BM konuşmasının ardından yaptığı basın toplantısında “Talat ile bir çok konuda görüş birliğine varmıştık” derken yüzü hiç kızarmayan Hristofyas, Türkiye’ye “Kıbrıslı Türklerle aramıza girmeyin” deme tuhaflığını göstererek bir kez daha parmak ısırtıyor hepimize!

Yahu sen Talat ile müzakere ederken “bir milim ilerleme sağlamadık” demiyor muydun? Sen Talat’ı itibarsızlaştırmak için yırtınarak “Kukla yönetimle işimiz yok, muhatabımız Türkiye” demiyor muydun? Al işte! Artık muhatabın Türkiye!

“Birleşik Federal Kıbrıs” idealine gelmiş geçmiş en ağır darbeleri indirmekle hatırlanacak Hristofyas! Önce 2004’te kara papazların dümen suyunda OXI demişti… Ardından barış için en büyük şans olan Talat’ın elini güçlendirecek her türlü adımdan kaçınıp onu itibarsızlaştıracak ne varsa yaparak… Şimdi de yapay bir sondaj krizinin ardından Türkiye’nin karasularını genişletmesine ve Kıbrıs’ın denizlerdeki hükümranlığını yitirmesine çanak tutarak… Taksim türküleri söyleyen Türk ve Rum milliyetçiliği elbette kendisine minnettardır ve ölümünden sonra kendisi muhtemelen aziz ilan edilecektir!

Hristofyas da tıpkı İsrail’in gerici-şoven hükümeti gibi umutsuzca Batı’dan yardım umuyor. Doğu Akdeniz’in iki şımarık çocuğu Rum Yönetimi ve İsrail, kendi başlarına işler karıştırıp her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırdıktan sonra büyük ağabeylerine dönüp “Türkiye bizi dövüyor” diye sızlandıklarında her zamanki gibi büyük ağabeylerin gelip Türkiye’nin kulağını çekeceğini zannediyorlar.

Ama bu kez büyük ağabeyler bu iki şımarık çocuğa yüz verecek durumda değiller. Batının derdi başından aşkın. Bir yandan ekonomik sorunlarla boğuşurken, öbür yandan çalkantılı Ortadoğu’da ipleri elinden kaçırmayacak en makul yolu bulmanın derdine düşmüşken, kimsenin İsrail ve Rum haşarılıklarına tahammülü yok.

Batı, Ortadoğu’nun kaderini radikal İslam’a ya da Rusya- Çin ittifakına bırakmamak için Türkiye’nin yoluna en azından şimdilik ipek halı döşemeye razı olacak duruma geldi.

Türkiye’nin yaptığı tek şey, konjonktürün kendisine ikram ettiği bu altın fırsatı kullanmaktan ibaret… İsrail ve Rum Yönetiminin görmekte zorlandığı şey bu…

Dedim ya yerim dar. Konuşacak çok şey var daha… Haftaya devam ederiz…

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1934 defa okunmuştur