'Topçuköy’de bir Kıbrıslıtürk aramıza karışıp bizimle uyumuştu'
Lapatozlu Dimitris Dimitriu Goççinos anlatıyor…
“Topçuköy’de bir Kıbrıslıtürk aramıza karışıp bizimle uyumuştu…”
SORU: Topçuköy’de neler olmuştu, biraz da bundan bahseder misiniz?
DİMİTRİS DİMİTRİU GOÇÇİNOS:
Lapatozlu Dimitris Dimitriu Goççinos anlatıyor…
“Topçuköy’de bir Kıbrıslıtürk aramıza karışıp bizimle uyumuştu…”
SORU: Topçuköy’de neler olmuştu, biraz da bundan bahseder misiniz?
DİMİTRİS DİMİTRİU GOÇÇİNOS: Topçuköy’e gittiğimizde benim silahım yoktu. Savaştaydık ama benim silahım yoktu. Bir diğer Kıbrıslırum asker daha vardı, adı Stavros Gamincis idi... Onun da silahı yoktu. Diğer askerlere yalvarıyordu, “Nolur bana bir silah verin yahu” diye... Köyün dışındaydık... Hiçbirşey görünmüyordu... Topçuköylü kadınlar ve çocuklar Galatya’ya gitmişti... Orada saklanan bazı Kıbrıslıtürk askerler vardı... Gizlenmişti... Üstümüze kurşun yağıyordu... Stavros Gamincis, “Bana bir silah verin” demişti... Dolanarak gitmiş ve bu üç Kıbrıslıtürk askeri esir almıştı... O günlerde uzun saç modası vardı, Stavros’un saçları da uzundu... Bu üç Kıbrıslıtürk askere “Sizi öldürmeyeceğim, bekleyin burada” demişti... Stavros Gamincis, komandoydu... Bu üç Kıbrıslıtürk’ü ele geçirince “Ateş etmeyin, sizi öldürmeyeceğim” demişti. Sonra geriye dönüp, ilerideki Kıbrıslırum askerlere “Onları yakaladım, ateş etmeyin!” dediği anda bu üç Kıbrıslıtürk onu saçlarından yakalamış ve süngüyle onu öldürmüşlerdi... Ona ateş etmemişler, onu süngüleyerek öldürmüşlerdi... 40 yerinden bıçaklanmıştı Stavros... Lefkonuklu’ydu... Kızkardeşi öğretmenimdi benim...
Stavros’un ölürken attığı çığlıkları duyan Kıbrıslırum askerler de bu üç Kıbrıslıtürk askeri öldürmüştü... Bunu duydum ama onları görmedim. Onlara el bombası attıklarını duydum...
Topçuköy’de öldürülen tek Kıbrıslırum asker Stavros Gamincis idi bildiğim kadarıyla, eğer o üç Kıbrıslıtürk asker teslim olmuş olsalardı, onlar da öldürülmeyecekti.... Neden böyle yaptıklarını bilmiyorum. Kızkardeşi de anlattı bana bunları, öğretmenimdi... “40 yerinde süngü yarası vardı” dedi bana... Ama ben cesedini görmedim...
Köyün girişine gittiğimizde ateş açılıyordu, Kıbrıslıtürkler’de Browning vardı, bizde silah bile yoktu... Bazı kümesler görünüyordu. Bize “Saldırın” denmişti. Saldıralımdı da nereye? Tavuk kümeslerine mi? Benim zaten silahım yoktu...
Önümüzde Birleşmiş Milletler askerleri vardı ancak onlar oradan ayrılıp gitmişlerdi... Bize “Türkçe bilen varsa, gidip ‘Teslim olun’ diye bağırsın” denmişti...
“Ben biraz Türkçe bilirim ama o kadar da iyi değil, lütfen teslim olun diyecek kadar konuşamam Türkçe’yi” demiştim... Üstümüze kurşun yağıyordu... Yunan komutan “Köye girin” diyordu!
Kıbrıslıtürkler köyü boşaltmıştı... Benim köyde tek gördüğüm, size daha önce sözünü ettiğim bir yaşlı kadın, bir de yaşlı adamdı...
Köyün dışında bir derecik vardı, çok susamıştık, henüz olgunlaşmamış karpuzlar ekiliydi orada, bu çiğ karpuzları koparıp yiyorduk, susuzluktan ölüyorduk çünkü...
Sonra subaylar köye girmiş ve saklanmakta olan bir Kıbrıslıtürk asker bulmuşlardı... Hepimizi öldürebilirdi bu asker ama öldürmemişti. 40’ımızı da, 50’mizi de öldürebilirdi... Onun da bir Browning’i vardı...
Bu Kıbrıslıtürk bana “İnsanları öldürmek istemiyorum” demişti... Ve onu kurtarmıştık... Yunan subaya gidip “Bu adama dokanmayın” demiştim... Yunan subay da onu ortalarda dolanan gruplara vermemişti...
Bir diğer Kıbrıslıtürk de, geceleyin gizlice benimle birlikte nöbet tutacak olan askerlerin arasına karışmış ve bizimle birlikte yatıp uyumuştu... İkişer saatlik nöbetler yapmıştık. Ben çavuştum, benim üstüm bana “Çavuş 20 kişi al, ikişer saatlik nöbetleri düzenle” demişti. Ben de “Sen 10’dan 12’ye, sen 12’den 2’ye nöbet tutacan” diye askerlere nöbet saatlerini bölüştürmüştüm. Meğer bir de Kıbrıslıtürk vardı aramızda, adam korkmuştu, gerilerde kalmıştı... Aramıza karışıp bizimle kalmıştı. Sabah saat 4’te artık korkmuştu adam, herhalde “Kıbrıslıtürk olduğumu anlarlarsa, belki da beni öldürürler” diye düşünüp koşarak Trikomo’ya gitmişti! Trikomo’ya gidip “Ben Kıbrıslıtürk’üm” demişti. Sonradan öğrendim ki bu Kıbrıslıtürk, benim adamlarımın arasına karışmıştı meğer!
Mesela bizim köy karma bir köy olduğu halde, Türk mahallesi ayrı, Rum mahallesi ayrıydı... 1963’lerde köyde asfaltlama yapıldığı zaman sadece Rumlar’ın yaşadığı bölgelerde asfalt yapılmış, Türk mahallesine asfalt yol yapılmamıştı. Buna itiraz etmiştim... “Asfalt yol neden burada bitiyor? Neden devam etmiyor? Onlar ikinci sınıf vatandaş mı ki?” diye itiraz etmiştim... Bu en büyük hataydı... Bu ayırımcılık... Kıbrıslıtürkler’e de olanaklar sağlanmalıydı ve onlar da birer eşit yurttaş olarak bu olanaklardan yararlanmalıydı...
“Ama onlar Kıbrıslıtürk’tür” diyenler olmuştu.
“E nolmuş Kıbrıslıtürkseler? Onlar da Kıbrıslı” demiştim...
Bunlar hatalardır...
Şimdi bakıyorum adamızda her tür ülkeden insanlar çalışıyor. “Deli misiniz? Aynı kültürden olan Kıbrıslıtürkler’i dışladık da şimdi 72 milletten insan mı doldurduk burayı?” diyorum... Sri Lankalılar var, Pakistanlılar var...
SORU: Zaten herkes sizin gibi, Ertan Mustafa gibi hareket etmiş olsaydı, Kıbrıs’ta hiçbir katliam olmazdı...
DİMİTRİS DİMİTRİU GOÇÇİNOS: Asla olmazdı... 1974’e geri dönecek olursak, ben Su İşleri Dairesi’nden izinliydim çünkü henüz evlenmiştim. 30 Haziran 1974’teydi düğünüm. Kıbrıslıtürkler, Kıbrıslırumlar, Kurban Bayram! Sabaha kadar devam etti eğlenceler, sabah olmasın, olmasın! 4 bin kişi geldi Lapatoz’daki düğünüme! Köye girdiğinizde, eski yoldan bahsediyorum, ilk yeni ev Savaş’ın evidir, yanındaki tarlada yapmıştık düğünümü... Tam 4 bin kişi! 20 tane koyun, 10 keçi ve bir inek satın almıştık kebap etmek için! 30 kasa konyak almıştık, biralarımızı Lefkonuk’taki Sarris’ten almıştık... Neredeyse 2 bin Kıbrıs Lirası takmışlardı bize... O günlerde bir ev, bin lira falandı... Düşünün yani! Muhtar Andreas inşa etmişti evimi... Savaş’ın oturduğu evdi sonradan...
Eşim Vasulla, Lapatozlu’dur. Annesi 1967’de bomba konan bir uçak vardı, Grivas’ı öldürmek üzere, o uçaktaydı, kaynanamın adı Kadina’ydı ve o uçak infilak ettiğinde ölmüştü, Türkiye yakınlarında... Vasulla o günlerde 14 yaşındaydı. Vasulla İngiltere’den Lapatoz’a döndüğünde Ertan’ın kızkardeşiyle çok samimi olmuştu, Ertan’ın kızkardeşi terziydi... Gelinlik de dikiyordu Ertan’ın kızkardeşi... Vasulla’yla tanışmamız kilisede olmuştu. O 17 yaşındaydı, bense 21 yaşındaydım. 30 Haziran 1974’te evlenmiştik...
Köyde herkes anneme, babama, bana saygı gösterirdi... Mesela köyde Hakkı’ya da çok büyük saygı gösterirdi Kıbrıslırumlar, Hakkı polisti... Bu saygı, birbirimize incitmeyişimizden, sorun yaratmayışımızdan kaynaklanırdı. Aramızda sevgi, saygı, kardeşlik ilişkileri vardı... Şimdi bize kalsa, yarın sabaha kadar çözülür bu “Kıbrıs sorunu”...