Toplum adına ‘carpe-diem’
Ersin Tatar, Cenevre’deki taleplerini yeniden yorumlayarak BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e mektup yazmış.
Tatar, bu kez “iki ayrı egemen devlete dayalı bir iş birliği” yerine, “iki tarafın özünde var olan egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsünün hem müzakere masasında hem de dışarıda kabul edilerek, eşit şartların oluşturulması” şeklinde sunmuş taleplerini…
Aslında kelimeleri biraz yumuşatarak yine KKTC’nin tanınmasını ve masaya öyle oturulmasını istemiş.
Mektupta; “…tek çözüm iki taraf arasında ihtiyaç duyulan dengeyi sağlamak için gerekli olan Ada’daki mevcut Kıbrıs Türk Devleti’nin meşruiyetinin tanınması olduğunu göstermiştir” cümlesini de kullanıyor Tatar…
Uzun bir mektup, kendince veya Türk tarafınca süreç ve gelinen durum anlatıldıktan sonra sonunda böyle de bir istek ve isteğin gerçekleşmesi halinde görüşmeler için yardımcı olma güvencesi!..
Olası üçlü görüşme ve ardından yeniden beşli görüşme çağrısına bir ön hazırlık yapılıyor Türk tarafı tarafından… Söz konusu mektubu da oturup Ersin Tatar’ın veya ekibinin yazdığını düşünmüyorum.
Belki yazmışlardır ama Ankara’dan düzeltme, eksiltme, ekleme yapılmadan ve onay alınmadan böyle bir adımın atıldığını düşünmüyorum. Hatta mektup fikrinin de bizim Saray’dan çıktığını da sanmıyorum.
Fikirdi, mektuptu, gelinen durumdu, bunlar bir yana ama sürekli değindiğim ve herkesin de gözlemlediği gibi bir ülke, bir devlet varsa bunun başındaki kişinin ve diğer yöneticilerin başka bir yerden yönetilmesi durumunda o devletin ne olduğu söylenebilir!
Aslında bu söyleyeceğiniz kelimenin altında kalması gerekenler o ülkenin sıradan vatandaşları değil de sadece o durumu yaratanlar olmalıdır ama ne yazık ki öyle olmuyor.
Sıkıntıyı, garipliği, çaresizliği, kimliksizliği hep beraber çekiyoruz. Hatta bu sıkıntılar çekilirken bazıları bunun farkında bile değiller. Aslında bir şeyler olduğunu biliyorlar ama bu durumu umursar bir bilinçte değiller. Yaptıklarının veya yapmadıklarının götürülerini hesaplamak becerisine de sahip değiller. Böyle bir dertleri de yok zaten… Onlar sadece bugünü yaşıyorlar… Carpe-diem uyguluyor arkadaşlar!.. Birileri ‘anı yaşamanın’ güzel olduğunu söylemiş ama bizimkiler yanlış anlamışlar. Toplumun başındayken toplum adına kendi anlarını yaşıyor onlar…
O toplumun ne istediğinin farkında değiller, taleplerinin ne olduğunu bilmiyorlar, ne gibi planları olduğunu hesaplamıyorlar diyeceğim ama öyle değil. Biliyorlar aslında ama onlar atanmış da olsalar temsilcileri olan toplumun taleplerini değil, başkalarının taleplerini taşıyorlar masaya… Öyle yapmazlarsa gideceklerini biliyorlar… Onun için de gereğini yerine getiriyorlar.
Bölünme değil birleşme
Bugün St. Hilarion Kalesi’nde bir müzik gösterisi olacaktı. Dünyaca ünlü Kölsch, online olarak bir elektronik müzik konseri verecekti ama iptal oldu.
Neden?
Çünkü Kıbrıs’ın güneyi buna tepki gösterdi ve Kölsch de “durumu bilmiyordum” diyerek konseri iptal etti.
Yani Kıbrıs’ın bölünmüş olduğunu, burada bir siyasi sorun olduğunu bilmediğini ve “Gösterilerimiz insanları birleştirmeyi hedefliyor, bölünme ya da herhangi bir siyasi çatışmanın amacı olamayız” diyerek bu sürece ortak olmak istemedikleri yönünde açıklama yaptı organizatör şirket Cercle Team.
Cercle Team, müzik performansları aracılığıyla dünyadaki doğal ve kültürel mirası tanıtmayı istediklerini, ancak, bu organizasyonun adadaki bölünme nedeniyle tepki gördüğünü açıkladı, “bu yüzden Kölsch ile ilkelerimize aykırı olduğu için gösteriye devam etmeme kararı aldık” denildi.
Kölsch, seçilen konum için de özür diledi.
Sonuç; Bölünmüşlüğün ve çözümsüzlüğün getirisi işte bu; Bu gibi çalışmalara da izin yok. Soyutlanmışlık. Müzisyene ve organizatör şirkete tepki koymak doğru olur mu? Bence olmaz. Tanınmış ve yasal bir taraftan gelen tepkiler ve hatırlatmalar sonucu alınmış bir karar. “Yok, biz dinlemeyiz, konserimizi veririz” deyip performansını ortaya koyduktan sonra başka bir yerde performans sergileyemeyeceğini biliyor çünkü… Veya en azından gelirinin oldukça düşeceğini…
Rum tarafından gelen tepkiler doğru mu peki? Pek insani olmayabilir, ‘doğal ve kültürel mirasın tanıtılmasına’ neden karşı olsunlar ki diye sorabilirsiniz ama o doğal ve kültürel miras Tatar’ın “tanıyın” dediği KKTC’de olunca iş farklılaşıyor tabii… Diğer taraftaki şoven, hatta kendine aydın diyen kesim bile buna karşı çıkabiliyor işte…
Hesaplaşma çok büyük
Kutlu Adalı cinayetinin tartışılması Kıbrıs’tan sonra Türkiye’de de gündem oldu artık… Evet, KKTC Meclisi’nde üçüncü kez araştırılması için komisyon kuruldu ama bu komisyonun ilerlemesi için Türkiye ile koordineli bir şekilde araştırma yapması gerekiyor.
Peki bu olabilecek mi? Şu an için pek mümkün görülmüyor. Sedat Peker’in açıklamaları tuğlayı yerinden oynattı ve devlet-mafya bütünleşmesi yüzünden Türkiye’de karşılıklı suçlamaların yanında adam korumalar, bu adam korumalardan rahatsız olup “neden bizi de korumuyorlar” serzenişleri de var.
Yani Türkiye’de durum karışık. Bu karışık durum Kıbrıs’la birlikte Adalı cinayetinin faillerinin tespit edilip cezalandırılmalarını sağlayacak bir ortamı sağlamıyor.
Cezalandırılmadan söz ediyoruz artık çünkü faillerinin, azmettirenlerin kimler olduğu isimleriyle zikrediliyor.
Ancak bu cezalandırma için önce Türkiye’de hesaplaşmaların bitirilmesi gerekiyor ama bu hesaplaşma da biter mi pek belli değil çünkü hesaplaşmanın çok büyük olduğu görülebiliyor…