TOPLUMSAL DAĞILMA
Bir toplum nasıl bu kadar ‘parçalı’ hale gelebilir?
Neden herkes birbirine girdi?
Nasıl oldu da ‘uzlaşı kültürü’ dibe vurdu?
‘Toplumsal dağılma’ belki de bu yaşadığımız!..
Üzerinde ciddi biçimde kafa yormazsak eğer, ‘umut ışığı’ bulmakta zorlanacağız.
***
Eskiden ‘sağcı’ ile ‘solcu’ tartışır, kapışırdı.
Ya da ‘barış isteyenler’ ile ‘statükocular’…
‘X parti’ taraftarları ile ‘Y parti’ destekçileri…
Veya ‘sermaye’ ile ‘emekçi’…
Ya şimdi?
Herkes birbiriyle kavgalı!..
Kimse kimseyi dinlemiyor.
Kimse kendini diğerinin yerine koyarak düşünmeyi denemiyor.
Tam bir ‘kakafoni’ ortamındayız.
Konuşan çok, ama uzlaşan yok!
***
Peki ama neden bu hale geldik ki biz toplum olarak?
Ne diye aynı parti içindeki insanlar dahi ‘birlik’ olmaktan aciz hale düştük?
Herkes birbirini yemekle meşgul!..
Bu normal bir ‘çıkar kavgası’ değil.
Gerektiğinde kavga verilir elbette…
Herkes saflarını belirler.
Sosyal sınıfının çıkarına göre mücadelesini verir.
Ama şimdiki böyle bir şey değil.
Aksine ‘amaçsız’ ve de ‘sonuçsuz’ didişmeler yaşanıyor.
***
Toplumun bu denli polarize olması, örgütsel ve bireysel anlamda bunca zafiyetler yaşanması, güvenin ve disiplinin sıfıra inmesi, bundan sonrası için çok ciddi bir uyarıdır.
Böyle giderse bu toplumda KİMSE YÖNETİCİLİK YAPAMAZ hale gelecektir!
Ne yazıktır ki yönetmek için görev alanların kredisi inanılmaz bir süratle tükeniyor.
Bunun bir nedeni ‘şahsi veya ekipsel yeteneksizlik, beceriksizlik, yetersizlik’ olabilir.
Lakin herkesin de ‘beceriksiz, yeteneksiz ve yetersiz’ olması imkanı var mı?
Dolayısıyla konuyu kişisel ve ekipsel düzeyde değil, sistemin kendisinde aramak gerekir.
***
Dün bu köşede yazdım: Ankara su konusunda KKTC’nin makamlarının saygınlığını yerle bir eden, diplomaside kabul edilemeyecek işler yaptı, yapmaya da devam ediyor.
Son Ankara ziyaretinde de dört KKTC’li bakanın karşısında -bir kez daha- Müsteşar Yardımcısı düzeyinde oturdular.
Dün “Bunu saklamayın” demiştim.
Başbakan Ömer Kalyoncu dün bunu açıkladı, “Bu muamele hoş değil. Bu ilişki biçimi değişmeli” dedi.
İşte işin püf noktası da burası zaten…
Ankara’nın Kıbrıs’a yön veren bürokratlarının biçtiği elbise, bu vücuda sığmıyor.
O elbiseyi giymeye çalışan, bunu iyi niyetle de olsa yapan her kimse, en kısa sürede kendi kamuoyunda sıfırı tüketiyor.
“İmza yoksa para da yok” diyorlar ve sokakta “At imzayı, kap parayı” görüşünün hakim olduğunun farkındalar.
Çünkü o ‘bağımlılık’ çizgisini çoktan aştık biz.
Ve şimdi birbirimizi, kendi dostlarımızı, bağlaşıklarımızı, yoldaşlarımızı yeyip tüketir hale geldik.
‘Toplumsal dağılma’nın belki de son demlerindeyiz…