“Toplumsal mutabakata ihtiyaç var”
Sosyal Psikolog Yard. Doç. Dr. Hüseyin Çakal, toplumdaki ayrışmanın ve devletin sorumluluklarını yerine getirememesinin suç oranlarının artmasında önemli rol oynadığını söyledi
“Toplumdaki ayrışma ve devletin sorumluluklarını yerine getirememesi suç oranlarının artmasında önemli rol oynuyor... Müthiş bir karmaşa, herkes kendi çıkarlarını kendisi koruyor, devlet ve birey arasındaki güven sıfır, devletin yükümlülüklerini yerine getirme oranı sıfır, bireyler arasındaki güven sıfır. Şu anda böyle bir karmaşa var...”
“Birbirimizi farklılıklarımızla kabul etmemiz, bunun için de ilk önce birbirimizin hassasiyet noktalarını öğrenmemiz lazım. Bu ülkede yaşayan tüm grupların endişelerini anlamamız lazım... Bunu toplumsal düzeyde yapmak lazım. Çeşitli toplumsal grupları temsil eden kişileri bir araya getirip toplumsal bir mutabakata ulaşmaya ihtiyaç var”
Ödül AŞIK ÜLKER
Keele Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi, Sosyal Psikolog Yard. Doç. Dr. Hüseyin Çakal, toplumda ideolojik, etnik ve sınıfsal ayrışmalar olduğuna dikkat çekerek, toplumdaki ayrışmanın ve devletin sorumluluklarını yerine getirememesinin suç oranlarının artmasında önemli rol oynadığını söyledi.
Yard. Doç. Dr. Çakal, “Müthiş bir karmaşa, herkes kendi çıkarlarını kendisi koruyor, devlet ve birey arasındaki güven sıfır, devletin yükümlülüklerini yerine getirme oranı sıfır, bireyler arasındaki güven sıfır. Şu anda böyle bir karmaşa var” dedi.
“Ciddi boyutlarda bizden farklı olanlara karşı faşizan eğilimler, ayrımcı tutum ve davranışlar görüyorum” diyen Kıbrıslı Türk sosyal psikolog Yard. Doç. Dr. Çakal, “Birbirimizi farklılıklarımızla kabul etmemiz, bunun için de ilk önce birbirimizin hassasiyet noktalarını öğrenmemiz lazım. Bu ülkede yaşayan tüm grupların endişelerini anlamamız lazım. Bu bireysel olarak yapılacak birşey değil. Bunu toplumsal düzeyde yapmak lazım. Çeşitli toplumsal grupları temsil eden kişileri bir araya getirip toplumsal bir mutabakata ulaşmaya ihtiyaç var... Toplum bir sorunlar yumağındadır. Bu işlere ciddi ciddi kafa yormak gerek. Uzmanlar var, insiyatif geliştirebilir ama buna devletin ön ayak olması lazım. Bu devletin görevidir. Bütün bireyleri kapsayacak, tüm sorunları, endişeleri dinleyip, onlara cevap verebilecek asgari bir müşterek bulmak ve bunun başlagıç noktası olması gerekiyor” diye konuştu.
“Kimliğinizin tehdit edilen öğesine daha fazla sarılırsınız”
- Soru: Yıllardır, dönem dönem Kıbrıs’ta bazı çalışmalar yaptığınızı biliyoruz. Yaptığınız çalışmalar ışığında Kıbrıslı Türkler’in kimlik konusuna bakışı nedir?
- Yard. Doç. Dr. Çakal: İnsanların benliği iki ana faktörden oluşur. Birincisi kişiyi çevresindeki bireylerden ayıran özellikler, aldığı eğitim, yaşadığı çevre gibi. Bir diğeri de kişinin kendini ait hissettiği gruplardan gelen parçalardır, örneğin çalıştığı yer, yaşadığı bölge, ülkeden kaynaklanan özellikler gibi... Bu ikisinin karışımı benliğimizdir. Kıbrıslılık bazında sosyal kimliğimizi düşünürsek, çerçevesinde kendimize benzeyen bireylerle yani Kıbrıslılarla ve Kıbrıslı olmayan kişilerle ilişkilerimiz tutum ve davranışlarımızı belirler. Sosyal kimlik çerçevesinde Kıbrıslı Türklerde çok ciddi, ön plana çıkan fenomenler var ve bunlar sosyal psikolojinin bilimsel tahminlerinin beklediği şekilde değil, farklı şekillerde gelişiyor. 2010 yılından beri Rum meslektaşlarımla bazı çalışmalar yapıyoruz. Her çalışmada “kendimi önce Kıbrıslı sonra Türk /Rum olarak tanımlıyorum” gibi soruları soruyoruz. Yaptığımız tüm çalışmalarda %44-50 arasında Kıbrıslı Rum “kendimi önce Kıbrıslı sonra Rum olarak görüyorum” diyor. Bu da sosyal kimliklerini oluşturan en önemli etmenin Kıbrıslılık olduğunu gösteriyor.
Kıbrıslı Türklerde ise bu oran çok değişken ki bu beklediğimiz birşey değil. 2007 yılında yaptığımız ilk araştırmada kendilerini önce Kıbrıslı, sonra Türk görenlerin oranı %12. 2010 yılındaki araştırmada bu oran %20’ye çıkıyor, 2017’deki araştırmada ise bu oran %37. Şu anda yaptığımız araştırma sonucunda bunun %50 çıkmasını bekliyorum. Bunun gündelik hayatta belirli göstergeleri var, sürekli Kıbrıs kültürünün ön plana çıkarılması, festivaller düzenlenmesi, dükkanlara, ürünlere Kıbrıslılık öğesini vurgulayan isimler konması gibi. İnsanlar bunu ön plana çıkarıyor çünkü kimliklerinin o yönünü tehdit altında hissediyor. Kimliğinizin tehdit edilen öğesine daha fazla sarılırsınız. Şu anda insanlar Kıbrıslılıklarının tehdit altında olduğunu düşünüyorlar ve ona sarılıyorlar. Bunun örneklerini 60’lı, 70’li yıllarda görüyoruz, çatışmalar döneminde Kıbrıslı Türk liderliği “mücadele ruhunu ayakta tutmak için” ibadet yerlerini bombalamış ve Rumlara mal etmişti. Yapılmak istenen bir tehdit yaratıp Kıbrıslı Türklerin birbirine kenetlenmesini sağlamaktı. Bunun farklı etkileri de oldu tabi...
“Patatesin olmaması kimlik zırhımızda bir delik demek”
Öte yandan şu günlerde insanlar patatesin ortadan kaybolmasına mizahi olarak bakıyor ama aslında bu çok ciddi bir olaydır. Bunun infial yaratmamasını şaşkınlıkla izliyorum. Bu coğrafyada patatesin çok önemli bir yeri var. Sosyal kimlik sadece psikolojik bir olgu değildir. Fiziksel yansımaları da vardır. Patates de bunlardan biri. Bir Kıbrıslı olarak benim için patatesin olmaması, 6 ay boyunca güneşin çıkmaması veya havanın kaybolması ve nefes alamamak gibi birşey... Patates ortadan kaybolmuş, bu çok ciddi şekilde sorgulanmalı. Devletin, kurumların rolü iyice sorgulanmalı. Rum tarafıyla ilişkilerimizin patatesin kaybolmasına etkisinin konuşulması lazım ama bunu hiç göremiyorum. Patatesin olmaması kimlik zırhımızda bir delik açılması anlamına geliyor çünkü kimliğimize olumlu bir anlam kattığını düşündüğümüz birşey ortada yok ama bu konuda yeterli tepki ve sahiplenmeyi göstermiyoruz.
Toplumsal ayrışmalar...
- Soru: Suç oranlarındaki ve suç çeşitliliğindeki artışı neye bağlıyorsunuz?
- Yard. Doç. Dr. Çakal: Şu anda kendi içimizde toplumsal ayrışmalar var, bu ayrışmalar çeşitli boyutlarda. İdeolojik ayrışmalar var, farklı ideolojilere sahip insanlar “Kıbrıslılık nedir, Kıbrıslı Türkler kimlerdir, Kıbrıslı Türklerin yapması gerekenler, gelenekleri, görenekleri nelerdir” gibi konularda farklı düşünüyorlar, bir mutabakat yok. Bu ayrışmalar son zamanlarda daha da derinleşmeye başladı, daha önce ideolojikti, son zamanlarda etnik kökene de inmeye başladı. Varolan ayrışmalar artık sadece Kıbrıslılığın ne olduğu konusunda değil, buna yenileri eklendi. Belli grupta olanların ekonomik, sosyal, eğitimsel olanaklara daha fazla ulaşımı var. Kıbrıs’ın yerlileri olarak Kıbrıslı Türkler’in farklı kökenlerden gelen insanlara göre hem eğitim, hem ekonomik, hem de sosyal fırsatlar anlamında daha fazla imkanı var. Bu olanaklara sahip olmayan insanların sayısı giderek artıyor. Korkunç bir sınıf farklılığı var, yani etnik ayrılığa bir de sınıfsal ayrılık ekleniyor. Bu noktaya kadar tehlikeli bir boyutta değil. Dünyada bu şekilde bir çok devlet var ama bizim sorunumuz devletin temel fonksiyonları olan yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarını yerine getirememesi. Bireylerin devletle arasında sosyal bir sözleşme vardır, vatandaş vergilerini öder ve devletten beklentisi temel özgürlüklerinin korunmasıdır, ama devlet bunu yapmakta,korumada zorlanıyor. Ayrıca yazılı olmayan bazı sosyal kurallar da vardır. Köken farklılıklarına göre bunların ne olduğu konusunda da ayrılığa düşüyoruz.Bahsettiğim olanaklara sahip olmayan ve sayıları artmakta olan insanlar farklı yollardan bunlara ulaşmayı deniyor, hırsızlık, kaçakçılık veya en basiti gasp yoluyla ulaşmayı deniyor. Bu sadece bizde olan bir sorun değil. Örneğin İngiltere son 10 yılda polis kuvvetlerinin sayısında indirime gitti ama veriler gösteriyor ki nerede polis kuvveti bir birim indiyse, suç bir birim arttı. Bizde hem kontrolsüz bir ayrışma var, hem devletin vatandaşa olan yükümlülüklerini yerine getirememe var, hem de sorunlarda artış var. Hem sosyal, hem de yapısal anlamda devlet ve vatandaş arasında karşılıklı kopukluk var.
Elimizde kesin veriler yok ama görüyoruz ki bu ayrışma ve devletin sorumluluklarını yerine getirememesi suç oranlarının artmasında önemli rol oynuyor. Bir vatandaş olarak suç artınca devletten önlem almasını bekliyorsunuz ama devlette yetkili biri “ben yanımda şunu taşıyorum ve kendimi böyle koruyorum” deyince, vatandaş da “beni koruyacak kimse yok” diyor, büyük bir boşluğa düşüyor. Biz sosyal psikologlar buna Anomi deriz, muthiş bir karmaşa, herkes kendi çıkarlarını kendisi koruyor, devlet ve birey arasındaki güven sıfır, devletin yükümlülüklerini yerine getirme oranı sıfır, bireyler arasındaki güven sıfır. Şu anda böyle bir karmaşa var...
“Uzun süre korku altında yaşamak kimsenin sağlığına olumlu katkı yapmaz”
- Soru: Toplumun içinde bulunduğu bu karmaşa, endişe toplumu nereye götürür? Ne yapılmalı?
- Yard. Doç. Dr. Çakal: Bunun bireyleri nereye götüreceği kestirilecek birşey değil, iyi sonuçlar beklemiyorum. İnsanlar bazı bölgelere girmeye bile korkuyor. Uzun süre korku altında yaşamak kimsenin sağlığına olumlu katkı yapmaz. Bunun etkilerini şimdi görmeseniz bile,daha sonra görürsünüz. Bunlar sadece bizim toplumumuzda olan şeyler değil ama başka ülkelerde bu tür sorunların üzerine giden kurumlar var. Bütün yaşananlar ciddi sosyal değişiklikler, bu değişiklikler çok kısa sürede ve günlük hayatımızı etkileyecek şekilde oluyor. Bireyler bu değişikliklerden etkileniyor, suç oranı artıyor, “kendimi nasıl koruyacağım” endişesi yaşıyor. İnsanlar mezarlığa gidiyor, arabalarının camları kırılıp eşyaları çalınıyor . Mezarlıklar, insanların evleri tabu alanlardır. Bunlar tehdit altındaysa insanların saklanabileceği, korunabileceği hiçbir yer yoktur. Bu konuda yetkililerde, devlet kurumlarında tepkisizlik görüyorum.
“Farklılıklar derinleştikçe çıkar kavgaları da sertleşir”
Ayrıca fırsat eşitliği konusundaki ayrışmaların artması, toplumu oluşturan grupların çoğalması, gerek etnik, gerek sınıfsal, gerek ideolojik bölünmelerin çoğalması toplumu çok daha kötü noktalara götürür. Farklılıklar derinleştikçe gruplar arasındaki çıkar kavgaları da sertleşir. Suç oranlarının artmasını bunun ilk göstergeleri olarak görüyorum. Sınıf farklılıkları arttıkça haksızlık duygusu oluşuyor ve insanlar bazı şeylere farklı yollardan ulaşmaya çalışıyor ve bunu yaparken de yasal olmayan yolu kullandığında kendisini engelleyecek güçlü bir mekanizma olmadığını görüyor. “Bir arabanın camını kırıp arabadakileri alınca cezalandırılma şansım düşük” diye düşünenlerin sayısı arttıkça, onların cezalandırılma ihtimali de düşüyor çünkü devlet kurumlarının fıziksel sınırları var. Sadece karnını doyuracak kadar kazanan insanların sayısı gitgide çoğalıyor, gelir eşitisizlikleri çoğalıyor, etnik kökene, ideolojiye bağlı bölünmeler çoğalıyor, her grubun ulaşabildiği fırsatlar da değişiyor. Bir sonraki aşamada daha ciddi çeteleşmeler, asayişin giderek daha da bozulmasını bekliyorum. Son zamanlarda gazetelerde çocuk çeteleri olduğunu okuyorum. Bu çok ciddi, endişe verici bir gelişme. Eğer önlem alınmazsa, bir sonraki aşamada belli bölgelere polisin veya halkın girememesi söz konusu olacak. Önlemler de devletin sadece asayiş veya kaba kuvvetle halledeceği şeyler değildir. Devlet bunu hem sosyal önlemlerle, hem eğitim, hem de yaptırımlarla yapmalı. Önce toplumsal diyaloğa ihtiyaç var, devlet tüm kesimleri kapsayacak şekilde herkesin sorunlarını, çözüm önerilerini dinlemeli. Bir mutabakata varmak lazım, sonra çözüm için adım atılabilir. Şu anda bundan çok uzağız.
“Sistemi oluşturan, devam etmesini sağlayan yine bizleriz”
- Soru: Toplumun mücadele gücü zayıfladı, insanlar bireysel çözümler arıyor. Birşeyleri değiştirebileceğine olan inançda zarar görmüş gibi...
- Yard. Doç. Dr. Çakal: İçinde yaşadığımız şartlardan dolayı toplumsal olarak birşeyleri değiştirmeye olan inancımız kalmadı. 60lı yıllarda azınlık durumunda olmamızdan kaynaklanan, 74 sonrasında oluşturduğumuz politik yapı içerisinde dışarıdan bize empoze edilenler ve bunların gün be gün artan şekilde empoze edilmesinden dolayı birşeyleri değiştirebileceğimize olan inancımız kalmadı. Bu da dönüp yine devlete olan inancımızın ve güvencemizin azalmasına neden oluyor. Vatandaşın elindeki en önemli silah oydur ama vatandaş oyunu ne yönde verirse versin sistemin değişeceğine inanmıyor. Bu arada insanlar yurtdışına gidiyor, müreffeh, sosyal devletlerin nasıl bir sistemde çalıştığını görünce gıpta ile bakıyor ama geri dönünce “mevcut sistemden nasıl faydalanabilirim” diye kafa yoruyor. Bu yüzden sistem değişmiyor. Yani aslında sistemde tam bu. Yani sistemi oluşturan devam etmesini sağlayan yine bizleriz.
“Sokakta yeterli ses çıkmıyor çünkü...”
- Soru: Sosyal medyada herkes tepkilerini ortaya koyuyor, mücadele ruhu var ama sokaktaki ses zayıf. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Yard. Doç. Dr. Çakal: Sokakta yeterli ses çıkmıyor çünkü insanlar sokağa dökülmekle birşeyi değiştirebileceğine inanmıyor. Yine dönüp dolaşıp kimliğe dönüyoruz. Grup seviyesinde, insanların kendi grubunun haklarını korumak için hep birlikte hareket etme kavramında zayıflama var. Bir eylem yaparsınız, birşeyler değişmese bile o eylemin gerekli olduğuna inanırsınız ve yine yaparsınız ama bu sonsuz bir kaynak değildir. Bir süre sonra birşeyin değişmemesini kabullenirsiniz.
Toplumda bazı iyi gelişmeler de var. Eskiye göre dünyaya daha fazla açılmış durumdayız. Toplumsal düzeyde eşcinsel haklarına saygı duyulması, farklı yaşam stillerine tanınan toleransların artması örneğin farklı beslenen, vegan insanların daha fazla kabul görmesi iyi gelişmeler. Bugün bunlar toplumda artık kabul görüyor, bunlar önemli değişiklikler. Sorun bunların çok yavaş olması. Ataerkil toplum yapısından yavaş yavaş, kağnı hızıyla çıkıyoruz ama hala çok ciddi sorunlarımız var. Ama çoğu sorunla ilgili ne yaparsak yapalım, elimizde değiştirmek için birşey olmadığını görüyoruz, bizi çaresizliğe iten budur.
Tehdidin farklı bir boyutu...
- Soru: Empoze edilmeyen dini unsurlara da tepki var. Bu tür baskılar toplumu nasıl etkiler?
- Yard. Doç. Dr. Çakal: Bu da tehdidin farklı bir boyutudur. Buradaki Türk varlığı Osmanlı’nın adayı fethiyle başladı ama çok farklı bir süreç yaşandı. Burada Rumlarla birlikte yaşamamız, sonrasında İngiliz idaresinde çok daha farklı bir sosyal ve toplumsal düzende yaşamamız, bilahare Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde yaşamamız ve sonrasında kendi düzenimizi kurmamız neticesinde din konusunda farklı bir düzeyde olduk. Din, Kıbrıslı Türkler’in hayatında hiçbir zaman çok öne çıkmadı. Çeşitli dönemlerde liderlik tarafından bu öne sürüldüyse de dinin Kıbrıslı Türkler’in hayatındaki önemi çok farklıdır. Bunu dinsizlik olarak nitelendiremezsiniz, sadece farklı bir yorumlama, farklı bir işleyiş şekli var. Dolayısıyla Kıbrıslı Türklere “siz daha az Müslümansınız, şu şekilde yapmanız gerekir” dendiğinde Kıbrıslılar bunu tehdit olarak algılıyor ve bu da ters tepiyor.
“Bizden farklı olanlara karşı ciddi boyutlarda faşizan eğilimler var”
- Soru: Kıbrıs’ın kuzeyindeki bölünmeyi, parçalanmayı nasıl görüyorsunuz, ne yapılmalı?
- Yard. Doç. Dr. Çakal: Bizden farklı olanlara karşı ciddi boyutlarda faşizan eğilimler, ayrımcı tutum ve davranışlar görüyorum. İnsanları ait oldukları gruplardan dolayı, belli bir hareketine göre değerlendirip “bunlar kötüdür” demek doğru değildir. Ait olduğunuz grubu diğerlerinden üstün görmemek, her grubun iyi özellikleri olduğunun farkına varmak, farklılıklarla kabul etmek gerekir. Dünyada bugüne kadar yaşanan ve yaşanmakta olan katliamların nedeni kendini “diğerleri”nden üstün görmek ve hatta “diğerleri”ni bir süre sonra insan olarak bile görmemektir. Kuzey Kıbrıs dediğimizde belli bir coğrafya aklımıza geliyor ama Kıbrıslı Türkler dediğimizde kimi kastediyoruz? Kıbrıs’ta doğanlar? Kıbrıs’ta yaşayanlar? Annesi babası Kıbrıslı olanlar? Bu sorunun cevabı ideolojik görüşe, kendinizi bağlı hissettiğiniz sosyal sınıfa göre de değişebiliyor.
“Birbirimizi farklılıklarımızla kabul etmemiz lazım”
İlk önce endişeleri belirleyecek geniş kapsamlı bir araştırma lazım. Birbirimizi farklılıklarımızla kabul etmemiz, bunun için de ilk önce birbirimizin hassasiyet noktalarını öğrenmemiz lazım. Bu ülkede yaşayan tüm grupların endişelerini anlamamız lazım. Bu bireysel olarak yapılacak birşey değil. Bunu toplumsal düzeyde yapmak lazım. Çeşitli toplumsal grupları temsil eden kişileri bir araya getirip toplumsal bir mutabakata ulaşmaya ihtiyaç var. Bunları yaparken bir an önce müdahale edilmesi gereken şeyler de var, öncelikli olarak toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamak lazım. Asayiş temel bir ihtiyaçtır mesela.
“Sorunu belirleyebilirsek çözümü bulabiliriz”
Toplum bir sorunlar yumağındadır. Bu işlere ciddi ciddi kafa yormak gerek. Uzmanlar var, inisiyatif geliştirebilir ama buna devletin ön ayak olması lazım. Bu devletin görevidir. Bütün bireyleri kapsayacak, tüm sorunları, endişeleri dinleyip, onlara cevap verebilecek asgari bir müşterek bulmak ve bunun başlagıç noktası olması gerekiyor. Kıbrıs sorununun çözülmesi durumunda tüm sorunların çözüleceği yönünde de bir beklenti var ama o da olmayacak. “Kıbrıs sorunu çözülecek, anlaşma olacak ve ertesi gün farklı bir dünyaya uyanacağız” diye birşey yoktur, o zaman da farklı sorunlar yaşayacağız. Öncelikle kendi içimizdeki dengeleri oturtmamız lazım. Sorunu belirleyebilirsek çözümü bulabiliriz ancak şu anda sorunu belirlemek için de çaba yok. Benim ciddi endişelerim var.
(Fotoğraflar: Ayşe GÜLER)