Toplumsal varoluş mu? Zümresel çıkar mı?
Toplumsal varlık mücadelesi ve siyasi iradeye yönelik dayatmalar ancak “toplumsal ortak payda” olgusunun toplum kesimleri tarafından fark edilmesi, anlaşılması ile önlenebilir. Her toplumsal kesim, sosyal tabaka kendi özgün koşullarının iyileş
Toplumsal varlık mücadelesi ve siyasi iradeye yönelik dayatmalar ancak “toplumsal ortak payda” olgusunun toplum kesimleri tarafından fark edilmesi, anlaşılması ile önlenebilir. Her toplumsal kesim, sosyal tabaka kendi özgün koşullarının iyileştirilmesine dönük bir tercihte bulunduğu ölçüde toplumsal varoluş mücadelesi ötelenmeye mecbur kalacaktır.
Çalışan kesim ile işverenlerin çıkarı, ortak değerler, ortak payda ve “biz” kavramı üzerinden okunduğu noktada, sosyal sorumluluğun etkisi toplum olma bilincini ve duygusunu yükseltecektir.
Türkiye ile KKTC ilişkileri ne yazık ki, sağlıklı ( eşitlik ilkesine ve karşılıklı saygıya dayalı...) bir yapılanma üzerinde gelişmemektedir. Niyet ve temenniler ne isterse olsun, Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yöneteceği bir sistemin kurulması söz konusu olmadan atılan adımlar, istenen sonuçları üretmeyecektir. İki devlet arasında imzalanan hiçbir projenin ise toplum tarafından “dayatma” olarak algılamasının önüne geçilemeyecektir.
Sorun, iki devletin ilişki biçiminin yapılanmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye'nin, KKTC’yi kendi kendini yönetme kapasitesine sahip bir devlet olarak değerlendirmemesi, Kıbrıslı Türklere olan güvensizliğinin göstergesidir. Bu güvensizlik, tarafımızca yaratılan siyasi otorite boşluğu üzerinden kuzey Kıbrıs’a yapılacak katkı ve projelerin denetim ve uygulaması ile ileriye yönelik öngörüleri bizzat kendisinin yönetmesini getiriyor.
Ancak varolan bu çarpık ilişki biçiminin ana kaynağı ve Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesini yansıtacak şekilde bu ilişkinin doğru zemine oturtulmasının sorumluluğu doğrudan hükümetin üzerindedir. Çünkü işin gerçeği tek taraflı bir dayatmadan öte, iki taraflı bir tercih ile hayat bulan bir yanlışla karşı karşıyayız. UBP, AKP’nin dayatmasından bahsederken, AKP iç işleriniz bizi ilgilendirmez biz halkın tercihi ve hükümetinizin bizimle yaptığı protokole bakarız anlamında bir gerekçe çerçevesi çiziyor. Her iki açıklama da, var olan çarpık ve yanlış ilişkiyi haklı kılamaz!
Yine aynı şekilde, varolan sistemin devamı ile Kıbrıslı Türklerin varlığın sarsan ve sosyal huzurunu bozan UBP hükümetinin, bugün içinde bulunulan durumdaki sorumluluğu ortaya konmadan ve açık hedef, adres olarak görülmeden, kısa günün karı veya kolay yol mantığı ile farklı adreslere yönelmek tamamıyla Kıbrıslı Türk siyasetini yıpratmakta ve zayıflatmaktadır.
Elçilik önünde yapılan protesto eylemleri kadar Sn. Beşir Atalay ile görüşme yapmak için girilen sıraların veya verilen dosyaların, çıkış noktası farklı olsa da, varış yeri aynıdır. Ve o noktada Kıbrıslı Türkler yoktur!
İş dünyasının önemli bir örgütü olarak Ticaret Odası'nın, Referandum sürecindeki aktif ve yüksek sosyal rolü ile oluşturduğu olumlu imaj bugün ne yazık ki farklılaşmıştır. Daha dar bir bakış açısı ile zümresel çıkarlarını koruma çekingenliği yanında, KKTC’deki siyasi otoritenin zaafiyetini görmezden gelerek, Sn. Atalay’a ülkenin otoritesi muamelesi yapmaları ve bizi kurtarın raporları sunması gerçekten toplum adına büyük talihsizliktir. Dün yayınlanan Yenidüzen manşeti tarihi niteliktedir.
Bir toplumda sermaye kesiminin sosyal sorumluluğu, o ülkenin toplam niteliği ile ilgilidir. Kısa günün karını düşünen bir çıkar grubunu kim olursa olsun, inanın muhatapları dahi dikkate almaz.