Toplumsal Varoluştaki Boşluk; Milliyetçilik, Siyasal İslam ve Yolsuzluk Birlikteliğinden Kaynaklanır...
Yaklaşık iki senedir, tüm dünya gibi bizi de etkisi altına alan bir salgınla baş etmeye çalışıyoruz. Bu durum hâliyle birçok alanda sorun yaşamamıza neden oluyor. Ekonomik sıkıntılar, pandeminin ilk dönemlerinde çok hissedilmese de artık kendini iyice belli ediyor. Bunun sebebi de ülkeyi idare ettiği iddiasında olan ama aslında bir arpa boyu yol kat edemeyen hükümetler. Tabi ki tek problem maddi değil, bireysel ve sosyal psikoloji anlamında da pek çok kayıp veriyoruz. Uzmanlara kulak vermiyorsanız bile, en azından etrafınıza (hatta kendi içinize) bakarak bunu anlayabilirsiniz.
Memlekette birbiri içine girmiş bunca yıkım yaşanırken, tabi ki eğlenmeye de ihtiyaç duyuyoruz! Gerek Türkiye’yi karanlığa hapseden “tek adam rejimi”nin kendisi ve ülkedeki temsilcileri gerekse buradaki şükrancıları, bizler için kendi çaplarında sürprizler – şakalar hazırlayıp, pişirip pişirip önümüze sunuyorlar. Bizim de bu bayat yemekleri sorgusuz sualsiz midemize indirip zehirlenmeye göz yummamızı bekliyorlar.
***
20 Temmuz döneminde alay konusu yapılan süreç belli ki bitmiş değil, biteceğe de benzemiyor. Mesela geçtiğimiz hafta Kıbrıs Türk Tarihi kitaplarına dair düzenlenen çalışmadan bahsedebiliriz. Konuya TC Lefkoşa Büyükelçisi Ali Murat Başçeri beyefendinin haddini aşan cümlesi ile girmek istiyorum. Kendisi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu ile Türk Tarih Kurumu’nun, KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı ile birlikte düzenlediği “Kıbrıs Türk Tarihi ve Öğretimi” konulu panelin açılışında şu söyleri dile getirdi: “Milli kimliğin korunması için tarih eğitiminin önemine inanmış, başta şahsen tanımaktan onur duyduğum merhum Vehbi Zeki Serter olmak üzere, tüm Kıbrıs Türk eğitimcilerini minnetle anıyorum… Ancak şunu da belirtmekten de üzüntü duyuyorum; Maalesef çeşitli saiklerle 2000’li yılların başından itibaren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde tarih öğretiminde yaratılan boşluğun yeni nesilleri manevi ve milli değerlerden uzaklaştırdığını görüyoruz”.
Başka bir ülkenin elçisi olmasına rağmen dile getirdiği gaflar bununla sınırlı değil. Ama kendinden o kadar emin ki, eğitime dair söylediklerini duyunca, herhalde tarihçi - eğitimcidir diye düşünüyorum. Kısa bir araştırma neticesinde, bu konulara dair bir çalışmasına rastlamıyorum. Gerçi literatürde de belirtilen milliyetçi tarih anlatımı yaklaşımını hatırlayınca, söylenenlerin milliyetçi – aşırı muhafazakâr angajmandan kaynaklandığı anlaşılıyor.
***
Tabi ki kendisini eleştirirken, öncelikle aynaya bakmam gerekiyor. Ben de hukuk fakültesinin ardından insan hakları alanında yüksek lisans eğitimi almış bir avukatım. Bu yönü ile bakıldığında, ne eğitimin kendisi ne de tarih eğitimi alanlarında söz söyleme hakkım yok. Lakin bu konunun sorgulanması ve derinlerde yatan nedenlerinin araştırılması için, tez konusu olarak, Kıbrıs Tarihi kitapları ve eğitim hakkını belirledim. Bu süreçte modern eğitim anlayışları, öğrenci merkezli – sorgulamaya yönelten – araştırmayı özendiren, en önemlisi düşünmeyi öğreten yaklaşımlar ile karşılaştım.
İnsan hakları bağlamında değerlendirme yapmak, ilk etapta çok kolay olmadı. Çünkü mesele tarih öğrenimi olduğundan, işin içine ister istemez politik yaklaşımlar giriyordu. Yine de eğitim hakkının bu bağlamda değerlendirilebileceği kanaatine ulaştım. Netice itibariyle söz konusu hak sadece eğitime erişebilme ile alakalı değil. Eğitim hakkının ayrıca; bireylerin kendini gerçekleştirebileceği, diğer insan haklarının da kullanılması, korunması ve geliştirilmesine yönelik bilinç yaratılabilmesi gibi hususlarda da büyük bir öneme sahip olduğu ortaya çıktı. Bu durum, sadece bireylerin algıları ile sınırlı değil, toplumsal farkındalık ve demokrasi kültürünün gelişmesinde de etkilidir. Kısacası eleştirel düşünmeyi öğrenmek, sorgulamak, farklılıkları zenginlik olarak görmek ve barışı kurabilmek adına da eğitim önemli bir araçtır.
***
İşte bu perspektifle, Kıbrıs’ın kuzeyindeki tarih kitaplarının değişim süreçlerini 3 dönem (Vehbi Zeki Serter – 2004/2009 – 2009/halen) üzerinden inceledim. Tabi ki bir saha çalışması yapmadığım için, çocukların (dolayısıyla toplumun) zihniyetindeki değişimi ölçmem mümkün olmadı. Ama siyasetçilerin hangi anlayışı temel aldıklarını anlayabilmek açısından öğretici oldu. Büyükelçi Başçeri’nin söylediklerinin aksine, 2004 – 2009 yılları arasında okullarda kullanılan Kıbrıs Tarihi kitapları; sosyal tarih anlayışı çerçevesinde ele alınan, milli kimlikleri dışlamadan insan olmaya odaklanan, iyi-kötü ikiliğinin ötesine geçip sorgulamayı aşılamaya çalışan, milliyetçilik ve aşırı muhafazakârlığa odaklanmaktan ziyade insan haklarını gözetmeyi hedefleyen, hayal edilen yalanlar yerine mümkün oldukça (çünkü tarih eğitiminde objektif olmak kolay değildir) tarihsel gerçekliğe dayandırılan bir anlayışla kaleme alınmıştı. Eğer tüm bu dile getirdiklerim ve daha birçok husus “boşluk” olarak tanımlanacaksa, evet öyledir. Ama bunun sebebi de düşmanlaştırıcı, eleştirel akıldan ziyade karanlığa hapsedilen tarih anlayışından vazgeçilmesinden kaynaklanır. Ki bu da boşluk oluşturan değil, aksine çocuklara ve gençlere kendini gerçekleştirme imkanı sunan bir eğitim yaklaşımdır.
***
Gelelim başlıkta belirttiğim saptamaya. Buna dair çok fazla yorum yapmama gerek yok aslında. Evet Kıbrıslı Türklerin hayatında bir boşluk vardır ve gittikçe derinleşmektedir. O kadar ki, bu ülkeye kök salan her bir birey, geleceğe dair hissettikleri kaygılar sebebiyle göç etme planları yapmaktadır. Bunun da sorumlusu KKTC’nin içinden çıkılmaz kısır döngü sistemi, UBP – YDP – DP iktidarsız hükümeti ve yapılacak icraatlar için onları sufle eden “tek adam rejimidir”. Tarihte oluşan boşluğu tespit edebilmek için er kişilerin aynaya bakmaları ve ardından kendi içlerine doğru sonsuz bir yolculuğa çıkmaları elzemdir.