Toros: “Denklem dışı kalmamalı, paydaş olmalıyız”
CTP Milletvekili Fikri Toros, Kıbrıs’ın küresel enerji denkleminde öne çıkan ve farklı güçlerin kontrol altına almaya çalıştığı bir bölge olduğuna işaret etti, bu bağlamda işbirliklerine açık olması gerektiğine dikkat çekti.
CTP Milletvekili Fikri Toros, Kıbrıs’ın küresel enerji denkleminde öne çıkan ve farklı güçlerin kontrol altına almaya çalıştığı bir bölge olduğuna işaret etti, bu bağlamda işbirliklerine açık olması gerektiğine dikkat çekti.
“Kıbrıs çevresindeki Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ve kıta sahanlıkları üzerindeki hukuki ve siyasi sorunların aşılabilmesi halinde, doğalgaz rezervlerinin ortak kazanım prensibine bağlı bir şekilde çıkarılması, paylaşımı ve tüm tarafların yararlanabileceği şekilde ticarileştirilmesi mümkün olabilecektir” ifadelerini kullanan Toros, buradaki rezervlerin yurt dışına ulaşması için başta Kıbrıs sorunu olmak üzere birçok siyasi ve diplomatik sorunun aşılması gerektiğini belirtti.
Bu durumun iki tarafın liderlerine de hatırlatılması gerektiğini ifade eden Toros maddeler halinde güven yaratıcı önlemleri sayarak Kıbrıs Türk tarafının bu süreçte bir paydaş olması gerektiğini vurguladı, “bunun için de, tabir caizse sahada olmak şarttır” dedi.
Toros’un ifadeleri şöyle:
“Kıbrıs’ın “çekirdek” konumunda olduğu ve Doğu Akdeniz’de birçok tarihi çatışma sahasını bünyesinde barındıran Levant bölgesi, son yıllarda küresel enerji denkleminde öne çıkan ve dolayısıyla güçlerin kontrol alanlarına katmak istedikleri önemli bir jeostratejik bölge konumuna gelmiştir.
Doğu Akdeniz bölgesinin, Hint Okyanusu’ndan Avrupa’ya ulaşan ticaret yollarının odağında olması, Rus petrol ve doğalgaz ihracatına uygulanan yaptırımlarla birleşince, hidrokarbon potansiyeli olan Levant bölgesi önemli bir alternatif kaynak niteliği kazanmış, dolayısıyla bölgenin stratejik değeri artmıştır.
Batı’nın Rusya’ya uygulamakta olduğu sert yaptırımlar nedeniyle, ABD ve AB başta olmak üzere, bölgesel ve küresel aktörlerin Doğu Akdeniz’i çeşitli girişimlerle kritik bir uluslararası işbirliği alanına dönüştürmekte kararlı oldukları görülmektedir.
Genelde Türkiye-Yunanistan-Kıbrıs-Libya-Mısır-İsrail-Lübnan suları, özelde ise Kıbrıs çevresindeki Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ve kıta sahanlıkları üzerindeki hukuki ve siyasi sorunların aşılabilmesi halinde, doğalgaz rezervlerinin ortak kazanım prensibine bağlı bir şekilde çıkarılması, paylaşımı ve tüm tarafların yararlanabileceği şekilde ticarileştirilmesi mümkün olabilecektir.”
“Her iki liderin daha fazla geç kalmadan takvimli, aşamalı ve sonuç odaklı bir yöntemle resmi müzakerelerin devamı için BM Genel Sekreteri’ne çağrı yapmaları gerektiğini bir kez daha önemle vurgularım”
“Türkiye’nin halen bölgede yürütmekte olduğu proaktif dış politika, İsrail, Kıbrıs, Mısır ve Yunanistan arasında enerji ve doğalgaz odaklı bir jeo ekonomik işbirliği girişimi olarak okunmalıdır.
ABD Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Victoria Nuland ve BM Genel Sekreter yardımcısı Miroslav Jenca’nın yakın tarihte Ankara, Atina ve Lefkoşa’yı kapsayan ziyaretleri, Ankara’nın çok yönlü siyasi, diplomatik ve ekonomik girişimlerini desteklemek; enerji çeşitliliği ve arz güvenliği başta olmak üzere Doğu Akdeniz rezervlerinden elde edilebilecek ulusal çıkarları ve bölgesel gücü azami düzeyde savunmak amaçlıdır.
Kıbrıs sorununun, 716 sayılı Güvenlik Konseyi kararında tanımlandığı şekliyle siyasi eşitliğin, ve etkili bir güvenlik mekanizmasının mutlak surette gözetileceği, adil ve karşılıklı kabul edilebilir kapsamlı çözümü, bahse konu amacın ve bölgesel işbirliğinin bir gereksinimi olacağından, tüm taraflar için bir teşvik unsuru olacağı da kesindir.
Bilinmelidir ki, bölgedeki enerji kaynaklarının verimli bir şekilde çıkarılması ve çeşitli yollarla ve sıvı doğalgaz (LNG) tesisleri üzerinden Türkiye ve Avrupa pazarlarına sorunsuz ulaştırılması, başta Kıbrıs sorunu olmak üzere gündemdeki siyasi ve diplomatik sorunların aşılmasına bağlıdır!
İlgili tüm BM Güvenlik Konseyi kararlarına rağmen “egemen eşitliğimizin” ve eşit uluslararası statümüzün tescil edilmesini, müzakere masasına dönmek için bir ön koşul haline getirerek kapsamlı çözüm müzakerelerini engellemekte olan Sayın Tatar’a; ve Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini kabul etmekte samimiyetten yoksun ve çelişkili pozisyonunu koruyan Sayın Anastasiades’e bu gerçekleri hatırlatırken, BM’e ve tüm taraflar nezdindeki çözüm güçlerine sorumlu ve rasyonel davranmaları için çağrıda bulunuyorum. Bu bilinç içerisinde her iki liderin daha fazla geç kalmadan takvimli, aşamalı ve sonuç odaklı bir yöntemle resmi müzakerelerin devamı için BM Genel Sekreteri’ne çağrı yapmaları gerektiğini bir kez daha önemle vurgularım. Kıbrıslı liderleri, başta kendi toplumlarına ve ülkelerine olmak üzere, komşu ülkelere ve Avrupa’ya karşı tarihi bir sorumluluk altında olduklarını idrak etmeye davet ederim”.
Güven yaratıcı önlemler…
“Kıbrıs sorununun ilgili Güvenlik Konseyi Kararlarına bağlı olarak ve bugüne kadar varılan yakınlaşmalar zemininde kapsamlı çözümü doğrultusunda, öncelikle Kıbrıs Türk ekonomisini güçlendirmek için ve anlamlı müzakerelerin devamını kolaylaştırmak için, Rum liderliğinin sunduğu Güven Yaratıcı Önlemlerin elverişli koşullar yaratabileceğine inanıyorum.
Önerilen Güven Yaratıcı Önlemlere bir bakalım:
Maraş : Kapalı Maraş'a erişim, Güvenlik Konseyi'nin 550 (1984) ve 789 (1992) sayılı kararlarının ilgili hükümlerine uygun olarak Birleşmiş Milletler yönetimine devredilerek; Yasal sakinlerinin de en kısa sürede mülklerine dönmeleriyle sağlanmalıdır.
Bununla eş zamanlı olarak, Ercan havaalanı da Birleşmiş Milletler'in idaresi altına alınacak, uluslararası hukukun ilgili tüm maddelerine uygun olarak işletilecektir. Böylelikle, Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından uygulanan ve Ercan’a uluslararası doğrudan uçuşları engelleyen yaptırım kaldırılacaktır.
Mağusa Limanı : Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 2003 tarihli AB'ne Katılım Sözleşmesi’nin 10. Protokolü'ne uygun olarak, Mağusa limanı üzerinden ticarete ilişkin pratik düzenlemeler yapılacak ve bu ticaret Avrupa Komisyonu tarafından yönetilecektir. Bu öneriye ilişkin yapılacak istişarelerde, ihraç ürünlerimizin Avrupa pazarlarına tercihli ticaret tarifesi tahtında erişimini düzenleyen AB Doğrudan Ticaret Tüzüğünün de eş zamanlı olarak yasallaşması sağlanmalıdır. Mağusa Limanı ve Ercan Havaalanı üzerinde devam eden Kıbrıs Cumhuriyeti yaptırımları kaldırılken, 10. Protokolde düzenlendiği şekilde Rum yönetiminin otoritesi yeşil hattın kuzeyinde herhangi bir yerde olmadığı gibi bahse konu limanlarda da olmayacaktır.
Gerek Ercan’ın BM yönetimine, gerekse Mağusa Limanı’ndaki ticaretin AB kontroluna devredileceği koşullar, hak ve çıkarlarımızın gözetileceği şekilde istişare edilmeli ve netleştirilmelidirler.
Hidrokarbonların işletilmesinden elde edilecek gelirlerin yatırılacağı bir emanet hesabında muhafaza edilmesi ve bu gelirlerden Kıbrıs Türk Toplumunun yararlanması önerilmektedir. Bize göre bu öneri istişare edilmeli ve hidrokarbonların işletilmesi dahil ilgili tüm konular iki toplumlu bir komitenin yetkisine verilmelidir. Kıbrıslı Türkler, hidrokarbonlarla ilgili tüm konularda bir aktör olmalıdır.
Devam eden siyasi sorun nedeniyle sınırları netleştirilemeyen Deniz Yetki Alanları Konusunda ise Kıbrıs ve Türkiye arasında MEB ve kıta sahanlığının sınırlandırılmasına yönelik bir anlaşmanın, kısa adı UNCLOS olan BM deniz hukukuna uygun, örneğin tahkim gibi bir yöntemle müzakere edilmesi ve sonuçlandırılması önerilmektedir. Buna benzer çözümlerin emsalleri vardır. Örneğin, geçmiş yıllarda İngiltere ve Fransa arasındaki Manş denizinde ve Almanya’nın Kuzey denizinde taraflar deniz yetki alanlarını tahkim yoluyla müzakere etmiş ve bir çözüm bulmuştular.
Deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasıyla birlikte, AB’nin ciddi bir mali destek sağlayacağını taahhüt ettiği ve İsrail-G.Kıbrıs-Yunanistan arasında tasarlanan “Eurasia Interconnector” isimli elektrik enterkonnekte projesi, çok daha hızlı ve ekonomik olarak revize edilmeli ve İsrail-Kıbrıs-Türkiye arasında gerçekleşecek şekilde yeniden şekillendirilmelidir. Böylelikle, Kıbrıs’ın bir bütün olarak yenilenebilir enerjiye dönüşümü mümkün olacak, Kıbrıs AB Yeşil Mutabakatta belirlenen çevreci ve karbonsuz bir yaşama kavuşmuş olacaktır. Unutulmamalıdır ki, doğalgaz geçici bir ihtiyaçtır. Ama yenilenebilir enerji, 2050 yılına kadar asgari 80% oranında erişmemiz gereken bir hedef olmalıdır.
GYÖ’le ilgili istişareler yapılırken, Crans Montana konferansı sonrasında Rumların çağrısıyla dondurulan AB Ad-hoc komitenin yeniden canlandırılması da sağlanmalıdır. Bu komitenin görevi, geçmişte olduğu gibi, kuzeyin AB muktesebatına ve Euro bölgesine dair uyum sürecini kolaylaştırmak olmalıdır. Bu süreç, sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınma programımızın olmazsa olmaz bir gereksinimidir.”
“Kıbrıs Türk tarafı bu süreçte asla denklem dışı kalmamalı, bir paydaş olmalıdır”
“Geçen hafta Ada’yı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Victoria Nuland ve BM Genel Sekreter Yardımcısı Miroslav Jenca’nın da vurguladıkları gibi, Kıbrıs’ın kuzeyi ekonomik olarak güçlenmeye muhtaçtır. Yapılan açıklamalarda, Ada’da devam eden sorununun çözümünden önce de Kıbrıs’ın Türkiye ile enerji ve doğalgaz işbirliği yapmasının yolunu bulması için Sayın Anastasiades’e çağrı yapılmıştır.
Aksi takdirde, Türkiye ile İsrail arasında olası bir işbirliğinde Kıbrıs’ın dışlanabileceği riski olduğu ifade edilmiştir.
Halen doğalgaz ihtiyacının takriben 50%’sini Rusya’dan almakta olan Türkiye, bunun getirdiği enerji bağımlılığına son vermek hedefiyle, aciliyet, teknik ve ekonomik unsurlar çerçevesinde en akılcı alternatif olarak Doğu Akdeniz’deki kaynaklarla ilgili olduğu bilinmektedir.
Türkiye’nin komşu ülkeler nezdinde hızlandırdığı ve dünya ülkeleri tarafından takdirle karşılanan provaktif diplomasinin nihai amacı, acil olan bu bölgesel işbirliğinin yolunu açmaktır. Bu bağlamda, Türkiye’nin İsrail ve Mısır ile bu fırsatı ortak kazanıma dönüştürmek için yürüttüğü yoğun diplomasi, Batı güçler tarafından da desteklenmektedir.
Eastmed projesi takriben 10 yıl zaman alacak, teknik ve ekonomik açılardan sakıncalar içerecek bir proje olduğu için ABD bu projeyi desteklemediğini açıklamıştır. Bunun yerine, İsrail-Kıbrıs-Türkiye arasında olacak şekilde yeni bir projenin gerçekleştirilmesi üzerinde taraflar cesaretlendirilmektedir. Bunun da mümkün olabilmesi için, Türkiye ile Kıbrıs arasındaki deniz yetki alanlarının, uluslararası deniz hukukuna uygun olarak hakkaniyet ve orantılılık prensiplerine bağlı bir yöntemle sınırlarının netleşmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda, siyasi eşitliğe dayalı federal çözümün kolaylaştırılması ve çözüm öncesi mevcut koşullarda Kıbrıslı Türklerin hakları mutlak surette gözetilmelidir. Bunun için de GYÖlerin, bu acil gerekliliğe etkili bir katkı sağlayabilmesi için federal çözüm hedefli bir Stratejik Siyasi Anlaşma çerçevesinde müzakere edilmeleri ve uygulanmaları yararlı olacaktır. Bu yüzden, Sayın Cumhurbaşkanı’nın hiç geç kalmadan, önce içte, sonra da BM nezdinde gerekli olan istişareleri gerçekleştirmesi zaruridir. Güven Yaratıcı Önlemleri “suni gündem” olarak tanımlayan ve hiçbir istişarede bulunmayarak adeta elinin tersi ile reddedenler, Kıbrıslı Türkleri dünyadan tecrit edilmişliğe hapsedenlerdir. CTP olarak bizler buna asla müsaade etmeyeceğiz.
Kıbrıs Türk tarafı bu süreçte asla denklem dışı kalmamalı, bir paydaş olmalıdır. Bunun için de, tabir cayizse sahada olmak şarttır”.