1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Trafik canavarı biziz”
“Trafik canavarı biziz”

“Trafik canavarı biziz”

“Herkes bireysel olarak kendi sorumluluğunu alırsa sorunlar azalır. Altyapı sorunları olabilir, hatalar, eksiklikler olabilir ama kazalara sebep olan sadece bunlar değil”

A+A-

Psikiyatrist Dr. Ayşe Zeki, trafik kazalarına neden olanın sadece yollardaki altyapı sorunları ve eksiklik olmadığını, herkesin bireysel sorumluluğunu alması durumunda sorunların azalacağını söyledi

 

Ödül Aşık Ülker

   Psikiyatrist Dr. Ayşe Zeki, trafik kazalarına neden olanın sadece yollardaki altyapı sorunları ve eksiklik olmadığını belirterek, herkesin bireysel olarak kendi sorumluluğunu alması durumunda sorunların azalacağının altını çizdi.
   “‘Trafik canavarı yollarda’ diyoruz ama aslında trafik canavarı bizleriz” diyen Dr. Zeki, Kıbrıs Türk toplumunda “çok fazla doyurulmuş çocuklar” yetiştirildiğini, çocukken sınır ve engelleme konmayan kişilerin hayata karşı dayanıklılıklarının azaldığını, sorumluluk bilincinin ve iç denetimin ortadan kalktığını anlattı. Dr. Ayşe Zeki, bunun trafiğe yansımalarının da toplum olarak yaşandığı kaydetti.
   Trafikte Kazasız Yaşam Derneği’nin (TRAKAYAD) eğitim birimi üyesi Dr. Zeki, ölümlü kazalar sonrasında verilen tepkilerin bir süre sonra ortadan kalkması, kazaların unutulması konusunda da şunları söyledi: “Görmezden gelerek kendimize daha dayanılır bir dünya yaratıyoruz. Çünkü görürsek baş etmemiz, belki de hesaplaşmamız, değiştirebilmek için bazı şeylerin sorumluluğunu almamız gerekecek.”

“Çok fazla doyurulmuş çocuklar yetiştiriyoruz”

• Soru: Altyapı eksiklikleri, ehliyet sistemi çok tartışılıyor. Ancak yaşanan olaylara bakınca toplumun durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Toplumdaki vurdumduymazlık, ben merkezli düşünme şeklinin geçmişte yaşananlarla, savaşla ne kadar ilgisi var?
• Dr. Zeki:
Kıbrıs’ta çok uzun süre yaşamadım, adadan ayrıldığımda 17 yaşındaydım, belki o zaman bir şeylerin farkında olamayabilirim ama farklı ülkeleri deneyimlemiş olmak benim olayları daha objektif değerlendirmeme yardımcı oldu. Muhtemelen savaş ve sonrası yaşananların, yoklukların günümüz anne-babalarının davranışlarına yansımalarını görüyoruz bugün. Bence biz çok fazla doyurulmuş çocuklar yetiştiriyoruz. Her istedikleri olan çocuklar. Evin patronları anne-babalar olması gerekirken, bizde patronlar çocuklar... Son dönemlerde sosyal medyada Psikolog Prof. Dr. Üstün Dökmen’in “Geleceğin suçlusunu yetiştirmenin 8 basit kuralı” başlıklı bir yazısı dolaşıyor. Bunu paylaşmak isterim “Küçükken daha, çocuğa ne isterse vermeye başla ki herkesin onun geçimini sağlamakla mükellef olduğuna inansın; fena sözler söylediğinde gül ki, kendisinin akıllı olduğuna inansın; ona düşünmeyi, beynini kullanmayı öğretme sakın, bırak, on sekizine gelince kendisi karar versin; yerde bıraktığı her şeyi kaldır, onun için her şeyi sen yap ki sorumlulukları hep başkalarına yüklesin; onun önünde sık sık kavga et ki bir gün aile parçalanırsa pek de şaşırmasın; ona istediği kadar harçlık vermekten kaçınma ki asla kendi parasını kazanmanın ne demek olduğunu öğrenmesin; yiyecekmiş, içecekmiş, konformuş, tüm arzularını yerine getir ki istediklerini her zaman elde etmeye şartlansın; komşulara, öğretmenlere, polise vs. karşı hep onun tarafında ol ki hepsine karşı önyargılarla davransın”. Aslında bunlar bizim toplumsal olarak hep yaptığımız şeyler.

“Yetişirken sınır olmayınca sorumluluk bilinci ortadan kalkıyor”

   Kıbrıs Türk toplumunda çok ebeveynli çocuklar yetişiyor. Sadece anne-baba değil, teyzeler, amcalar, neneler, dedeler herkes karışıyor, ebeveynler kural koyduğu zaman müdahale edip “bırak, çocuktur” diyebiliyorlar. Çocuklar yetişirken, sınır, engelleme olmayınca hayata karşı dayanıklılıkları da azalıyor ve sorumluluk bilinci de, iç denetim de ortadan kalkıyor. Çünkü çocuk her istediğini yapabileceğini öğreniyor, büyüyünce de her istediğini yapabilmeyi hak görüyor. Önceden nenenin, dedenin, teyzenin kayırdığı çocuk, şefi ona kızdığı zaman bakandan yardım istiyor, sistemi devam ettirmek için elinden gelen herşeyi yapıyor. Durum böyle olunca, bunun trafiğe yansımalarını da hep birlikte deneyimliyoruz. Canı çeken istediği yerde durabiliyor, köşeden çıkanların görüşünü kapatıp kapatmadığı, tehlike yaratıp yaratmadığını düşünmüyor. Benmerkezci dünyasında yaşıyor, canı istiyor ve duruyor. “Kısa süreliğine durdum, bir şey olmaz” diye düşünebiliyor ama zaten kazalar saniyeler içinde oluyor.


“Travmalarla çok iyi baş edebilen bir toplum değiliz”

• Soru: Geçtiğimiz hafta bir kazada üç kişi öldü, ertesi gün başka bir kazada bir kişi daha öldü. Toplum bu olaydan çok etkilendi ve tepkisini ortaya koydu. Ateş düştüğü yeri yakar. Ancak geçmiş olaylarda da gördüğümüz gibi toplum olarak bir süre sonra unutuyoruz ve belki biz de trafikte hatalı davranışlar sergileyebiliyoruz. Bu konuya yaklaşımınız nedir?
• Dr. Zeki:
Biz travmalarla çok iyi başedebilen bir toplum değiliz. Çok ciddi travmalar yaşamış bir topluluğuz ama ilkel savunma düzeneği dediğimiz bastırma mekanizmasını çok hızlı öğrendik ve kullanıyoruz. Birçok acılarımızı, travmalarımızı, savaş zamanında kaybettiğimiz kişileri dürüp, büküp bilinçaltımıza kaldırdık, meseleleri halletmedik, yasımızı uygun süre tutup, dönüştüremedik. Duygusal bir toplumuz ama gündemimiz sürekli değişiyor. Kıbrıs halkı olarak siyasetin çok fazla içindeyiz. Çok fazla konuşuyoruz, sürekli sorun tespit ediyoruz. Sorun tespit etmek işin ilk ayağı. Uzun vadede ne yapacağımızı konuşmuyoruz, sorumluluk almıyoruz, kendi üzerimize düşeni farkedemiyoruz.
  
“Kendimizi sorunlardan izole ediyoruz”

   Toplumun bir kısmı da abartılı bir yaşam sürüyor, sürekli “eller havaya” modunda yaşıyor. Günlük sorunları bir kenara itip, kendimizi sorunlardan izole ediyoruz, görmezden gelmeyi tercih ediyoruz. Görmezden gelerek kendimize daha dayanılır bir dünya yaratıyoruz. Çünkü görürsek baş etmemiz, belki de hesaplaşmamız, değiştirebilmek için bazı şeylerin sorumluluğunu almamız gerekecek.

“Tehlikeleri öngöremiyoruz”

• Soru: Sizin de söylediniz gibi “Bana bir şey olmaz” düşüncesi de çok yaygın. Bunun nedeni ne olabilir?
• Dr. Zeki:
Bu büyüsel bir düşünce, sanırım toplum olarak soyut döneme geçemememizden kaynaklanıyor. Çocukların 10 yaşına kadar olan dönemleri somut düşünce dönemidir, elle tutulan şeyleri anlamlandırdığı dönemdir. Örneğin çocuğa “sen giderken, ben gelirdim” dediğinizde çocuk bunu anlamaz, bu somutlama yeteneğinin olması, soyutlamaya geçememesiyle ilgilidir. Aslında planlamakla ilgili de sıkıntılarımız var. “Burada böyle tehlikeler olabilir, bu hava şartlarında bunları yerine getirmem lazım, bu hızda giderken duramayabilirim” diye düşünemiyoruz, tehlikeleri öngöremiyoruz. Bu bilincimiz ve öngörümüz yok. Zaten böyle de yetiştirilmiyoruz.

“Eğitime trafik konusunda gizli mesajlar serpiştirilmeli”

• Soru: Trafikte Kazasız Yaşam Derneği’nin eğitim biriminde aktif olarak çalışıyorsunuz. Eğitimin önemi hep vurgulanıyor ancak eğitim sistemimizde trafik yok. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
• Dr. Zeki:
Erişkin davranışını değiştirmek kolay değil, ancak çocukların davranışını değiştirmek ya da doğruyu öğretmek daha kolay. Örneğin Avustralya’da matematik dersinin içinde bile trafikle ilgili problemler serpiştiriyorlar veya öğrencilerden evlerinin etrafındaki trafik levhalarını öğrenmeleri isteniyor. Bizim de mutlaka eğitim sistemimize trafik konusunun girmesi lazım. Eğitim sisteminin içine trafik konusunda gizli mesajlar serpiştirerek çok da etkili bir eğitim verilebilir. Mevcut eğitim sistemimiz içinde trafik olmayabilir ancak sınıf öğretmenleri veya aileler trafik konusunda çocuklara her gün birşeyler öğretse, uygulamalı olarak gösterse çok etkili olabilir. Ayrıca unutmamamız gereken birşey de çocukların bizim yaptıklarımızı kopyaladığıdır. Hacettepe Üniversitesi Çocuk Psikiyatrisi anabilim dalı kurucusu Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu hocanın “pulsuz dilekçe” diye, bir çocuğun ağzından ebeveynlere yazılmış bir mektubu var. O mektupta çocuk “Öğütlerinizden çok davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın” der. Bu mektubu herkesin okumasını isterim.

“Bir kuralı ihlal etmek için haberleşmek anti-sosyal bir eğilim”

• Soru: İnternet üzerinden bir grup oluşturuldu ve birbirlerini nerelerde polis olduğu konusunda uyarıyorlar. Bu davranışı nasıl yorumluyorsunuz?
• Dr. Zeki:
Bu davranışın anti-sosyal bir eğilim olduğunu düşünüyorum. Eğer mevcut kuralları, düzeni, kendi menfaatinizi iyileştirmek için manipüle ederek üstesinden geliyorsanız bu anti sosyal eğilimdir. Anti sosyal kişilik bozukluğu dediğimiz bir rahatsızlık var. Örneğin suç işleyen insanların bir çoğu vicdan azabı çekmezler. İnternette yapılan da aslında bir suç çünkü bir kuralı ihlal etmek için birbirinizle haberleşiyorsunuz ve 100 km/saat hızla gidilmesi gereken bir yerde 160 km/saat ile gidebiliyorsunuz. Ben merak ettim ve birkaç gecedir bu grubu dinliyorum, “falan yerde kontrol yok, bas git” diyenler var. Orada çocuklar da var, seslerinden ayırt edebiliyorsunuz, onlara da kötü örnek olunuyor.

“Emniyet kemeri bizi sevdiklerimize bağlayan bir şey”

• Soru: Trafikle ilgili bazı sorunlar kısa vadede çözülemeyebilir ama kısa vadede ne yapabiliriz?
• Dr. Zeki:
Trafikle ilgili ileriye dönük planlama yapmamız lazım. Dünyada yapılanlara bakmak yeterli aslında. AB’ye namzet bir ülkeyiz. AB trafikle ilgili 2020 hedeflerini ortaya koymuş. Onlara bakıp kendi toplumumuza uyarlayabiliriz. Tabi, her şeyi de devletten beklememeliyiz. Bir arkadaşım trafikle ilgili “biz ne yapabiliriz ki” dedi. Bizim yapabileceğimiz şeyler de var, herkes bireysel olarak kendi sorumluluğunu alırsa sorunlar azalır. Altyapı sorunları olabilir, hatalar, eksiklikler olabilir ama kazalara sebep olan sadece bunlar değil. Eleştirilecek konular olsa da, bazı işaretler bize gereksiz gelse de trafik güvenliği açısından onlara uyarsak kazaları azaltabiliriz. Veya emniyet kemerinin bizi sıkıştıran bir şey değil, sevdiklerimize bağlayan bir şey olduğunu düşünebiliriz. İçki içip direksiyona geçmezsek, arabayı içki içmeyen biri sürerse riskleri azaltmış oluruz. “Trafik canavarı yollarda” diyoruz ama aslında trafik canavarı bizleriz. Herkes kendi üstüne düşeni yapar, sorumluluklarını alırsa bir şeyleri değiştirebiliriz.

Bu haber toplam 6769 defa okunmuştur