Trafikte cehalet
Trafik keşmekeşi, trafik kazaları, giden canlar, sakat kalanlar, yürekleri yanan aileler ve sevenler sürekli haberlere konu olur.
Yolların yetersizliği, özellikle yeni yollarda yapılan mühendislik hataları, uyarı levhalarının azlığı veya yanlışlığı gibi sebepler kazaların olmasında birer faktör ancak bir faktör daha var ki o da insan.
İnsanın kendisi yani sürücü, trafik kazalarının en büyük nedeni…
Belki erken alınan! sürüş ehliyeti, yani sürücü hazır olmadan verilen ehliyetler, belki dikkatsizlik, belki alkol, belki karşıdakinin dikkatsizliği yani yine insan, belki başka şeyler…
* * *
Ancak bence insandan kaynaklanan kazanın en büyük nedeni cehalet.
Sürücünün cehaleti trafikte en büyük katili meydana çıkarıyor.
Cehaleti doğuran da korkusuzluk. Bir şeyden korkmamak, olabilecekleri görememek, düşünememek, aklına getirememek, korkusuzluğun ‘erkeklik’ olduğu bilinciyle veya bilgisizliğiyle trafikte araba sürmek ya kazayı meydana getiriyor ya da en korkunç kazaların meydana gelmesine zemin oluşturuyor.
Son yıllarda trafik ışıklarında ortaya çıkan, kaza olmasa bile görüntüsü dehşet veren bir alışkanlık! oluştu artık… Kırmızı ışıkta son sürat, düşüncesizce 130-150 km hızla geçip giden arabalar…
“Yeşil yanmadan geçeyim” düşüncesiyle gaza daha da basan ve 3-5 saniye önce kırmızı yanmasına rağmen, “nasıl olsa diğer yanda henüz yeşil yanmamıştır” gibi cahil bir düşünceyle son sürat geçen sürücülerin varlığında trafiğe çıkmak artık oldukça fazla korku veriyor.
Artık yanınızdaki ışık yeşil yandı diye gaza basmanın zamanı çoktan geçti. Yeşil ışık yansa bile bir deli sürücü son sürat kırmızı ışık tarafından gelip sizi ikiye ayırabilir.
Bu olay arada sırada olan bir şey değil artık… Sürekli olan, sürekli en korkunç kazayı yaratabilecek bir cehalet.
Oysa ki korkmak gerek. Kendinizi ve yakınlarınızı acı içinde bırakmamak için korkmaktan korkmamak gerek.
* * *
Burada polise görev düşüyor.
Bu tehlikeli geçişlerin olduğu yerlere ya bir polis memuru koyacak, ya da kamera donatacak.
“Polisimiz yeterli değil” açıklamasının geçerli olmadığı kanısındayım çünkü birçok ülkenin polis sayısına göre bizim polisimizin sayısını nüfusa oranlarsak fazla olduğunu görebiliyoruz. Bu iş var olan polisin daha rantabl bir şekilde kullanılmasına bağlı…
Trafik ışıklarına bir polis koymanın uzun süreli olmasına da gerek yok. Her saat, her gün olan bu katilvari geçişlerin birkaç tespiti ve örnek oluşturacak, caydırıcı cezaların kesilmesi veya yaptırımların uygulanması bu cehaleti biraz engelleyecektir.
Ancak biraz bütçe ayırıp, trafik ışıklarına kameraların konulması uzun vadeli caydırıcılığı da getirecektir.
Cehaletin yarattığı ‘erkekliği’ ve ortaya çıkacak faciayı önlemek için bir an önce önlem almak gerekiyor.
* * *
Bu yazıyı dört yıl önce yazmıştım… Trafikte sorunların azalmasını bir yana bırakın artıyor bile… Can kayıpları da ne yazık ki artıyor, kazalar çoğalıyor, problemler büyüyor.
Kırmızı ışıkta geçmeler daha da artış gösterdi. Bu geçişler polisin gözü önünde bile olabiliyor bazen… Ya fark etmemiştir polis, ya da “boş ver madem kaza olmadı, görmezden gel” düşüncesindedir. Dört yıl sonra bu yazıyı tekrar yayınlamak istedim çünkü ışıklarda geçmek benim için bir kâbus haline gelmeye başladı. Belki birilerinin dikkatini çekerim!
Dokunsan dökülecek!
Lefkoşa Devlet Hastanesi’nin Başhekimi Dr. Bülent Dizdarlı sağlık sektörünün bataklığa sürüklenebileceğine vurgu yapıyor. Bunun için de irade konulmasının gerekliliğini belirtiyor. Dizdarlı, Ödül’le yaptığı söyleşide yıllardır sağlık sektörünün içinde bulunduğu ve dillendirilen şeyleri söylerken ortaya koyduğu bazı gerçekler ise çarpıcıydı. Örneğin tüm hastaneler için 38 hemşirelik kadrosunun açıldığını ama sadece Lefkoşa Hastanesi için 200 hemşireye ihtiyaç olduğunu söylüyor Dr. Dizdarlı… 1 Ağustos tarihi de önemli çünkü sağlıkta ikinci iş yasağının başlayacağı tarih olarak öngörülüyor 1 Ağustos… O güne kadar bir değişiklik olur mu bilinmez ama o tarihte doktorların ‘hastane mi yoksa özel klinikleri’ mi tercihlerini yapmaları gerekiyor. Sağlıkta sorun çok gerçekten, personel eksikliğinden malzeme, teçhizat eksikliğine kadar, sadece ikinci iş sorunu değil bu!.. Belki sağlık öne çıkıyor ama bu ‘devletçiğin’ neresi tamam zateni!.. Nereye dokunsan dökülüyor.
Dondurmacı, karpuzcu
Dondurmacı geçiyor sokaktan… Na na na nanana… diye arabanın hoparlöründen çıkan bildiğiniz çıngırak müzikli dondurmacı müziğinin ardından bap bap baaaaaaaaappppp… diye bir klakson sesi… Ama ne ses… Nedir bu diye anlamaya çalışırken karpuuuuuzzz, gavuuuuunnn diye ardından gelen sesle klakson sesinin nedeni anlaşılıyor… Bir yandan mahallenin samimi havası, yerel-kültürel değerler derken öyle korkunç bir ses ki insanın o yerel değerlerden vazgeçesi de geliyor… Neyse yine de öyle olsun, neyimiz kaldı ki zaten!..
Cenevre’nin serin havası
Haziran’ın sonuna bırakılan Cenevre buluşmasından bu kez bir sonuç çıkar mı yoksa Temmuz’a girmeden biter mi, yoksa “bitirelim” diye yaz mevsimini Cenevre’de mi geçirir liderler!.. Aslında sağlıklarını düşünürlerse Kıbrıs’ın daha da artacak kavurucu sıcaklarından kaçıp Alp’lerin serin havasından yararlanmaları iyi olur. O serin havada bunalmadan, daha sağlıklı sonuçlar da alınabilir. Günlerin uzaması işlerine de gelebilir bu açıdan… Yeter ki istensin, yeter ki olumlu sonuç alınsın…
Kendini çok zorlama, en güzel şeyler onları en az beklediğinde olur.
Gabriel Garcia Marquez