1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Trautman, 22 yıllık sanatsal tanıklığı, yaratımı ve arkadaşlığı anlattı
Trautman, 22 yıllık sanatsal tanıklığı, yaratımı ve arkadaşlığı anlattı

Trautman, 22 yıllık sanatsal tanıklığı, yaratımı ve arkadaşlığı anlattı

“Perşembe Ressamları”nın ülke sanatı adına önemli çalışmaları ve hikayesi bir kitapta toplandı.

A+A-

MURAT OBENLER

Ülkemiz kültür-sanat yaşamı içinde çeyrek asra yaklaşan tanıklığı ve yazdıkları, çizdikleri, aktardıkları ile önemli bir görevi yerine getiren gazeteci-ressam-yazar Heidi Trautmann ile bir dostluk yolu hikayesi olan son kitabı “Perşembe Ressamları” üzerine konuştuk.

Işık Kitabevi Yayınları’ndan çıkan son kitabında Trautmann, bir grup yabancı ressamla 20 yılı aşkın bir dilimde deneyimlerini anlatıyor.

Sanatçı bir yandan üretmeye devam ederken bir yandan da başta yerli sanatçılar olmak üzere herkesi kucaklayacak bir modern sanat müzesi mücadelesini sürdürüyor.

 

“Resim yaparken adayı da keşfettiler”

- Kitabı dostlukla örülen yolları, sanat ve yaşamı coşkuyla kutlamak için yazdığını söylüyorsun. Size bu kitabı yazdıran süreci bizlerle paylaşır mısın?

- Heidi Trautmann: İsmet Vehit Güney, Kıbrıslı Türk ressamlar arasında modern ve Avrupalı stilde resim yapan ilk ressamdır. Çok iyi ressamlar var ama Avrupalı tarzda manzara yapan ilk odur. Yerel sanatçılar daha çok problemler üzerine çizimler yapıyorlar.  Manzara yanında yerel artistler denizi de çok çalışmadılar. Edebiyat, şiir, resim alanlarında da bu denizle kaplı adanın mavi sonsuzluğa yönelik çalışmaları yeterli değildir. Yurtdışından gelen artistlerde denize dair manzarayı daha yoğun görürüz. Ünlü empresyonist ressam Turner’in Kıbrıs’ta yaptığı resimler çok değerlidir. Ressam Olga Rauf da var. Onlar ve üretimleri Kıbrıs kültürü açısından çok önemlidir. Resim sanatını içeren hazinesinin bir parçasını tamamladılar. Çünkü onlar - ilk iki kişi Deirdre Kirk ve Georgia Anderson idi-  sanat yapmak, bu ülkenin kültürünü hem öğrenmek hem de sanat yoluyla aktarmak amacıyla bu grubu 1998’de kurdular.

Herkes kendi stüdyosunda resim yapıyordu ancak mesele yeni bir ülkenin kültürünü tanımak olunca birden çok insanın oluşturacağı guruplar daha hızlı sonuç alırlar. Ben de bu gruba 2001’de dahil oldum. Bu çeyrek asra doğru ilerleyen süreçte dostluk da ilerledi. Çok etkilendikleri Mesarya’nın parlak ışığı, dağlar, denizler, köyler, şehirler, doğa kısacası kültüre ait birçok manzara bu ressamların ilham kaynağı oldu. Bir araya gelmemizin nedeni ise birlikte çalışmak ve üretmek, birbirimiz arasında kritikler yapmaktı. Bu arada bu artistler adanın güzelliklerini de keşfetti. Kıbrıslı Türk modellerimiz de oluyordu. 3-4 ay süren işlerde zamanla o modelin karakterini de görüyoruk.

Kimi arkadaşları ellerinden tutup galerilere götürdüm. Son olarak onları Rodin Galerisi’ne götürdüm. Daha önce Osman Keten, Nikolas Panayi’in sanat okuluna ve sergilerine gittik; Leventis ve NİMAC’taki sergilere gittik. Sevcan Çerkez’in stüdyosunda atölye çalışmasına katıldık. Ben bir ülkeye gidildiğinde oranın yerli sanatçısına yoğunlaşılması gerektiğini düşünüyorum ve o yerli sanatçıları görmezden gelen zihniyeti de sevmiyorum.

 

“Sanat üretmek size bir güç ve enerji veriyor”

- Bu üretim ve dostluk süreci yıllar içinde devam ederken kalıcı bir mekan ve ulaşım, imkansızlıklar gibi birçok zorlukla karşılaştınız. Bunları nasıl aşmayı başardınız?

- Heidi Trautmann: Yıllar içinde birçok farklı mekanı atölye olarak kullandık. Birlikte bir grup olarak çalışmak ve sanat üretmek size bir güç ve enerji veriyor. Biz bu enerji ile Aliye Ummanel’in Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun oyunlarına, Yaşar Ersoy’un son “Delirenler” gösterisine de gittik. Daha önce Neriman Cahit’in şiirlerini ingilizceye çevirerek arkadaşlara bir kitapevinde okudum. Sadece Kıbrıs’ta değil,daha önce Afrikada da buna benzer buluşmaları yaratmaya çalıştım. William Sebily de diğer arkadaşları çizmeye teşvik ettim. Sanatın duyguları, düşünceleri, dokunuşları geliştiren bir araç olduğunu düşünüyorum ve hep bu çizgiden hareket ediyorum.

- Ayakkabı çizim projesi de bu birlikte üretim ve arkadaşlık sürecini anlatmak için bir araç değil mi?

- Heidi Trautmann: Yazma çalışmalarını bitirdiğimde kitabın kapağına ne koyacağımı düşündüm ve arkadaşlarımdan, birlikte yürüdüğümüz sanatsal yolu anlatacak ayakkabı çalışmaları yapmasını istedim. Ortaya çıkan sonuçları da kapakta kullandım. Bu çizimler, bizim birlikte yürüdüğümüz yolun sembolü oldu. Bu üyelerimizden 6’sını kaybettik.

foto-iki.jpg

 

- Kitabı tam olarak ne zaman yazmaya karar verdiniz?
- Heidi Trautmann
: Ann Hughes’i 92 yaşında kaybedince  bu kitabı yazmaya karar verdim. Kendisi 1980’lerde adaya gelerek Karmi’ye yerleşti ve hem o bölgenin doğasını ve günlük hayatı resimlerine yansıttı hem de adanın başka yerlerini tanımak adına birçok kültür gezisi organize etti, birçok yabancının adayı ve kültürü tanımasına önemli katkılar yaptı. O vefat edince onunla ilgili bir yazı yazdım. Onu çok özlüyorum ve onun anılarından, resimlerinden, notlarından da yola çıkarak bu kitabı yazmaya karar verdim. Bu grubun çalışmalarını kalıcılaştırmak istedim. Tüm arkadaşlarımdan görseller, belge ve bilgiler istedim, onlar da en iyi resimlerini gönderdi. Onları hikayeleştirerek 2020’de yazmaya başladım.


“Sanat kültürlerin birbirleri ile buluşmasına açılan bir kapıdır ve bu grup üyeleri ülke sanatının içindedir”

- Sizce bu grup ülke kültürüne neler kattılar?
- Heidi Trautmann
: Kıbrıs kültürü için çok şey yaptılar ve resimleriyle, fotoğraflarıyla Kıbrıs’ın görselini yurtdışına taşıdılar. Biliyorsunuz sanatçılar en iyi elçilerdir ve kültürleri birbirine tanıtırlar, yakınlaştırırlar. Sanat, kültürlerin birbirleri ile buluşmasına açılan bir kapıdır. Şu anda bu grup üyeleri ülke sanatının içindedir.

 

“Sanatta kalıpçılıktan nefret ederim”

- Akademik olarak bakacak olursak bu grubun zamanla oturmuş kalıcı bir çizgisi var mıdır?

- Heidi Trautmann: Yorumlamalarımız tamamen özgürdür. Her arkadaş kendi atölyesinde kendi tarzını yansıtır. Ben sanatta kalıpçılıktan nefret ederim. Sanat bakış açısı ve yorumlamadır. Bir ağacı nasıl çizeceğiniz sizin hissiyatınızla bağlantılı olarak şekillenir. Onu deneyimleyerek, hissederek çizmelisiniz. Her ağaç yeşil olmak zorunda değildir. Herkesin ayrı bir felsefik bakışı vardır. Grup halinde olunca bir sinerji oluşur ve o figürü veya malzemeyi yorumlamayı öğreniriz. Biz birlikte resim yapmaktan keyif alıyoruz ama herkes tamamen farklı şeyler ortaya çıkarıyor.

 

- Bu grubun ruhu ve çalışmaları yeni kuşaklara nasıl aktarılacak? Bir vakıf vb.birşey kurulabilir mi?

- Heidi Trautmann: Hayat bir bahçedir. Doğduğunuzda yani kapısından girdiğinizde içerisi boştur. Yıllar içerisinde ekersiniz, bakarsınız ve güzelliklerle dolu bir hale getirirsiniz. Sonra bu bahçe birçok ürünler verir,onları görünce sevinirsiniz. Ve bir gün herkese olduğu gibi diğer kapıya gelirsiniz. Ben o kapıya gelmeden bu grubun hikayesini yazmak istedim. Sonrası için neler olur bilemem.
Bizim grup üyelerimiz ileri yaş kategorisindeki insanlardan oluşuyor. Genç arkadaşımız yoktur. Biz çalışmalarımızı Gülseven arkadaşımızın evinde sürdürüyoruz.
 

“Hayatım bu ülkede bir modern sanat müzesi açılması kavgasıyla geçti”

- Kurumsallaşma olmazsa kişisel eserler de yok olup gitmez mi?
- Heidi Trautmann
: Bu düşüncelerini takdir ediyorum ama bu tür işler yüksek eğitim kurumlarının veya devletlerin işidir. Benim hayatım bu ülkede bir modern sanat müzesi açılması kavgasıyla geçti. Örneğin YDÜ Sanat Müzesi tüm ülkenin sanatçılarına kapısını açması gerekir.
Emin Çizenel, Aşık Mene ve daha onlarca sanatçının resimlerinin toplanacağı profesyonel bir Sanat Müzesi açılması gerekir. Erbil Arkın’ın yaptığı örneklere baksınlar. Bir de satın alınan tablolar Meclis’in depolarında çürümeye terk edilmiştir. Bu önemli eserleri niye orada ölüme terk ediyorlar. Sibel Siber’in meclis başkanlığı döneminde iki kez oradaki bir kısım eseri çıkarıp sergileyebildik ama sonra yine oraya döndüler.

Bir zamanlar Sibel Siber, Sanat Müzesi içinbir yer bulmuştu ve bu devir çalışmaları başlamışken hükümet düştüğü için orayı başkasına verdiler. Yine Yaşar Ersoy’ın bir zamanlar bir Amfi Tiyatro projesi vardır ve proje başlamışken hükümet o alanı TED kolejine verdi. Daha sonra LTB yeni modern bir tiyatro binası yapma işine girişse de onu da başaramadı. Şimdilerde YDÜ’nün Girne Kapısı yakınında bir müzesi vardır ama onun içinde de bu ülkeden artistlerin eserleri yoktur. Oyuncak ve kartlardan oluşan bir koleksiyon da vardır ama sadece Türki devletlerin sanatçılarının eserleri ile Modern/Çağdaş Sanat Müzesi olmaz, o özel koleksiyon galerisi olur. Güneyde örneğin Rita Severis’in Müzesi’nde zengin bir resim koleksiyonundan oluşan bir bina var ama bizde bunun muadili bir şey yok.

 

“Sanat bir ülkenin kültürüne açılan önemli bir kapıdır.”

- Sanıyorum güneydeki otoriteler, özel sektör sanatın ve müzeciliğin daha çok farkındadır. Kültür turizminde de bunun geri dönüşünü alıyorlar.

- Heidi Trautmann: Evet sevgili Murat doğru söylüyorsun. Bir sanat müzesi ülke turizmi için de çok önemlidir çünkü sanat bir ülkenin kültürüne açılan önemli bir kapıdır ve bizim ülkemiz önemli tarihi, kültürel eserler yanında profesyonel sanatçılar tarafından yapılan çok iyi sanat eserleriyle de doludur. Sadece bunları görmek ve turistler için bir müzede sunmak gerekir.

 

“Sanat eğitimlerinin okullarda hem sayı hem de içerik olarak arttırılması gerekir”

- Bizde insanlar da mı talep etmiyor bu tür müzeleri, insanların hayatlarında önceliği mi yok yoksa ülkedeki sanat ile ilgili bilinç meselesi mi eksik?

- Heidi Trautmann: Yani meclis yönetiminin sanat eserlerine bakışını anlattım. Sanat müzesi veya kalıcı sanat binaları konusundaki siyasetin isteksizliğini veya sanatı görmezden gelen yaklaşımını anlattım. Benim sanat müzesi yanında ikinci meselem ise sanat eğitimlerinin okullarda hem sayı hem de kalite ve içerik olarak arttırılması ihtiyacıdır.  Uzaktan fotoğraf çeker gibi değil çocuklara, gençlere dokunacak şekilde dersler olması gerekir. Mesela EMAA bunu yapıyor ama dar bir kesime ulaşıyor. Her sanat eğitimi alan sanatçı olacak diye bir şey de yok ama sanat hayatının bütününün kalitesini yükseltecektir. 

foto-dort.jpg

“Sanat eğitmenlerinin öğrencilerini sergilere götürmesi zorunlu olmalıdır”

- Peki bir sanat eğitmeni Perşembe Ressamları’nı bir konu olarak gençlere veya üniversite öğrencilerine anlatamaz mı? Buna benzer birebir buluşmalar organize edilmeli...

- Heidi Trautmann: Sanat eğitiminin bir başka tamamlayıcı etkinliği sanat eğitmenlerinin öğrencilerini sergilere götürmeleridir. Şimdiye kadar sadece Pembe Gaziler ve İpek Karagözlü ile Erman Karagözlü’nün öğrencilerini sergilerime getirdiklerini gördüm. Bu bir zorunluluk olmalı.
Biraz konunun dışında olacak ama mimari de kültürün bir parçasıdır ve Kıbrıstaki inşaat sektöründe de Kıbrısın kendine has mimarisi kullanılabilir. Dubaideki karakteri olmayan binalarla dolu şehirler değil, mimarisiyle de kendini gösterebilen şehirler istemeliyiz. Örneğin Toya Akpınar, KAÜ için aldığı Lefkoşa Surlariçi’ndeki binaları orijinal olarak koruyor. Bu vb. örnekleri sizin gibi gazeteciler, mimarlar,akademisyenler daha fazla yazması gerekir ki bu konuda iyi yapıldığına dair bir kamuoyu oluşturulsun.
 

“Planlanmayan şehirler… Girne’nin hali de meydanda.”

- Yıllardır Girne bölgesinde yaşayan bir gazeteci ve ressam olarak mutlu musun?

- Heidi Trautmann: Apartmanda 7’nci kattaki evimin penceresinden çok huzur verici bir görünümü var ama aşağıya inip harekete geçince kaotik bir durumla karşılaşıyorsunuz. Şehir planı yapılmayan şehirler plansız büyümeye mahkumdur. Girne’nin hali de meydanda. Bir tek Girne'yi anlatabilen Türk Mahallesi bölgesi kaldı.

foto-bes.jpg

yd-destek-gorseli-260.jpg

 

Bu haber toplam 3249 defa okunmuştur