“Travmayı miras olarak devralanlar: Bosna savaşı ve kuşaktan kuşağa aktarılan travmalar...”
Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BİRN’de “Travmayı miras olarak devralanlar... Bosna savaşı, ülke gençliğini hala nasıl etkiliyor” başlıklı Barbora Hola ve Olivera Simiç imzasıyla yayımlanan incelemeyi, okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Savaşın yarattığı travmayla ilgili bu önemli yazı, özetle şöyle:
*** Psikolog Branka Antiç-Stauber, Kadınlara Güç Derneği Başkanı... Bosna’daki savaştan etkilenmiş kadınlar ve çocuklarla çalışıyor. Bundan on yıl önce Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BİRN’e verdiği röportajda, savaş travmasının kuşaktan kuşağa aktarılmasının psikolojik, davranışsal ve sağlıkla ilgili sorunlar yaratabileceğine dikkat çekmişti... 2013’teki röportajında “Öğrenimle ilgili sorunlar, uyuşturucu kullanımı ve gerçeklerden kaçma gibi sorunlar, bazı olası sorunlardır. Fahişelik ve alkolizme yönelik eğilimler de bunun sonuçlarından bazılarıdır” demişti.
*** On sene sonra, Antiç-Stauber, aynı sorunların günümüzde de devam ettiğini söylüyor. Savaş kurbanlarının çocukları ile savaş suçu işlemiş olanların çocuklarının da kuşaktan kuşağa aktarılan travmalardan muzdarip olduklarına dikkati çekti. “Savaş suçu işlemiş olanların çocukları da, tıpkı savaşın kurbanı olanların çocukları gibi aynı şekilde travmatize olmuşlardır. Her iki gruptan çocuklar aynı semptomları taşıyorlar: Öfke, yalnızlık, dışlanmış hissetme... Ancak savaş suçu işlemiş olanların çocukları bunu daha fazla yaşıyor olabilir çünkü toplumun bu suçları işlemiş olanlara ve ailelerine karşı herhangi bir empatisi yoktur” diye konuşuyor.
*** Mahkemede suçlu bulunmuş olan bir savaş suçlusunun üç çocuğuyla kendi derneğinin nasıl çalıştığını hatırlıyor. “25 sene hapislik cezasına mahkum edilmişti. Babaları hapisteyken dünyaya gelmişlerdi ve bir babadan yoksun oldukları için öfkeliydiler. Aynı zamanda kafaları karışıktı çünkü bazıları babalarına savaş suçlusu diyordu, başkaları ise onu savaş kahramanı addediyordu. Neye inanacaklarını bilmiyorlar. Yalnız ve dışlanmış hissediyorlar, bizimle birkaç yıl çalıştıktan sonra terapilerimize gelmekten de vazgeçtiler” diyor.
*** Bosna-Hersek’te savaş suçlularının çocuklarına dair pek az şey biliniyor. Boşnak Sırp askeri komutan Ratko Mladiç’in kızı ana, 1994 yılında babasının silahıyla intihar etmişti, Bosna’daki savaş henüz devam etmekteydi... Bazı gazeteler Ana’nın babasının savaşta oynadığı rol nedeniyle depresyona girerek kendini öldürdüğünü ileri sürmüştü... Kızkardeşinin tersine, Ratko Mladiç’in oğlu Darko ise, babasının savaş esnasındaki eylemlerini övecekti. Mladiç’in 2011’de tutuklanması ardından bir mitinge hitap eden Darko babasını “halkını savunan şahıs” olarak takdim etmişti.
*** Aynı şekilde Boşnak Sırp siyasi lideri Radovan Karadziç’in kızı Sonya Karadziç Yoviçeviç ise babasına hayran... Karadziç de, tıpkı Mladiç gibi soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları işlemekten suçlu bulunmuş ve halen ömürboyu hapisliğini çekiyor. Sonya, savaş esnasında babası için çalışmıştı ve babasının masum olduğunda ısrarlıydı, Srebrenika soykırımının ise “uydurmasyon” olduğunu iddia edecekti...
*** Savaş suçlularının tebrik edilip işlenen suçların inkar edildiği savaş sonrasının siyasi ve toplumsal atmosferinde bu, belki de şaşırtıcı değildir. Savaş suçu işlemiş olanları temsil eden Saraybosna’dan avukat Duşko Tomiç, “Burada, mahkum edilmiş savaş suçlularının çocukları, babalarıyla gurur duyuyorlar” demişti...
*** Ancak gerçeklik her zaman daha karmaşıktır. Bazı savaş suçluları kendi etnik gruplarının elitlerinin beklentilerinin tersine, çocuklarına suçlu olduklarını itiraf edebiliyorlar. Mahkemede suçlu bulunarak mahkum edilmiş olan bir savaş suçlusu sekiz sene hapis yattıktan sonra cezasını tamamlayıp serbest bırakıldı, sonra da kızına işlemiş olduğu suçları nasıl anlattığını aktardı. “Bir gün onu karşıma alıp ona kendimden bahsettim. 12 yaşındaydı. Ona internette hakkımda yazılanları ve işlemiş olduğum suçlar hakkında yazıları okuyacağını, bunu yapmadan önce ona bunları bizzat kendim söylemek istediğimi aktardım” diyen bu adam, isminin gizli tutulmasını istedi bunları aktarırken... “Kızımın aklı karışmıştı. Beni tanıyor ve ona tarif ettiğim ben, beni tanımadan önceki halimdi. Ona öykümü anlatınca kafası iyice karıştı çünkü geçmişte suçlar işlemiş olan bu şahsın benimle bağlantısını kuramıyordu...” diyor.
*** Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı’na konuşan bir diğer şahsın çocuğu da deneyimlerini aktardı, babası halen işlemiş olduğu savaş suçları nedeniyle hapistedir: “Çok korkunç bir deneyimdi. Hiç kimsenin başına gelmesin bu... Babamı her ziyaret ettiğimizde, annem ağlıyor...” Ancak pek çok savaş suçlusu çeşitli nedenlerle suçlarını itiraf etmek istemiyor, bu nedenlerden biri de çocuklarını gerçekten korumak ya da geçmişlerini inkar ettikleri alternatif bir gerçeklik kurmak...
*** Sivilleri öldürmek suçu nedeniyle bir savaş suçlusu olarak mahkum edilen Damir İvankoviç, mahkemede suçunu itiraf etti ancak cezasını çekip salıverildikten sonra masum olduğunu iddia etti. Oğluna neden hapiste olduğu hakkında ne söylediği sorulduğunda, “Ona herşeyi anlattım, babasının bir katil olmadığını biliyor” dedi. Çocukların babalarına inanması daha olası ancak inanmasalar dahi, babalarının imajının tehlikeye gireceği o korkunç gerçeklikle yüzleşmemek için çoğu zaman inkar ya da konuyu rasyonelize etme gibi koruyucu mekanizmalara başvuruyorlar.
*** “Bir suç işlemiş bir anne ya da baba, doğal olarak, çocuk nezdinde ahlaki bakımdan gözden düşüyor ve çocuğun akli durumu, bununla başetmek için mücadele ediyor. Bu acı verici ve zorlu sürece uyum sağlamak için bir yöntem bulmalıdır çocuk” diyor psikolog ve psikoterapist olan Vladan Beara... “Çocuklar, ‘Baba bunu nasıl yapabildin? Baba sen kimsin? Baba sen insan değilsin!’ gibi sorular ortaya atabilir... Babanın güvenlik sağlayan, seven, pozitif bir kişi olarak imajı parçalanmıştır çünkü” diyor Beara. “Bunun yerine babanın bir suçlu, tehlikeli ve hatta bir psikopat imajı ortaya çıkar. Bu yeni imajı, babayla bağalntılı kılmak ve onunla sevgi dolu bir ilişki sürdürmeye devam etmek zorlaşır” diyor. Eğer bir toplum savaş suçlarını inkar ediyorsa veya bunları rasyonalize etmeye çalışıyorsa, bu geniş toplumsal iklim içerisinde inkar, daha kolay oluyor...
*** Savaş esnasında cinsel saldırıya uğramış olanların kurbanları da savaş esnasında yaşananlar hakkında bazan sessiz kalıyorlar. Birleşik Kadınlar Vakfı’ndan Lana Yayçeviç, “Pek çok kadın savaş esnasında tecavüze uğradıklarını hiçbir zaman eşlerine ve çocuklarına söylemediler. Onları travmadan korumak istiyorlar” diyor. Birleşik Kadınlar Vakfı, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin kampanyalar yürüten ve toplumsal cinsiyet eşitliği için uğraş veren bir örgüt. Anneleri savaş esnasında tecavüze uğramış ve bunun sonucu dünyaya gelmiş çocuklar ise, bu kamuoyu tarafından bilinirse, çoğu zaman acı çekiyorlar. Ayna Yusiç, savaş esnasında tecavüze uğramış bir kadının doğurduğu çocuk olarak ilk kayda geçen çocuktu, çocukken ayırımcılığa uğradığını, hedef gösterildiğini ve itilip kakıldığını hatırlıyor çünkü babasının kimliği bilinmiyordu ve annesi de hakaretlere maruz kalıyordu. 2019’da Reuters’e verdiği demeçte Yusiç, “toplumumuzda tecavüz nedeniyle dışlanmış kadınların” durumunu aktarmış, savaş esnasında tecavüzler sonucu doğan çocuklara ulaşmanın da bu yüzden zor olduğunu, hem anne, hem de çocuğun travmalarının ele alınıp iyileştirilemediğini anlatmıştı.
Savaş esnasında kadınların sistematik biçimde tecavüze uğradığı Vilina Vlas Oteli...
*** Savaş esnasındaki tecavüzler sonucu doğan çocukların anne-babalarının geçmişine dair birşeyler öğrenmeleri ya da bunları dinlemeleri son derece karmaşık bir deneyim çünkü çocuklar o zaman “kurban” (anne) ile “saldırgan” (baba) arasında parçalanıyorlar. Bu alanda çok daha fazla araştırma yürütülmesi gerekir ki bu karmaşık durumlar ve genç insanların bunlarla nasıl başettiği anlaşılabilsin. Bazı çocuklar annelerinin savaş esnasında yaşadıkları hakkında kendilerine bir şey anlatmasını istemiyor. 1992 yılında kitlesel tecavüze uğrayan Boşnak bir kadın olan Lola, “Oğlum deneyimimden söz etmemi istemiyor” diye konuşuyor. 1992’de üç küçük çocuğuyla birlikte tutulanmış ve kitlesel tecavüze uğramıştı. Bu konuda Sırbistan’ın TV Happy kanalının yaptığı belgeselde konuşmuş. “Ben televizyonda bir toplama kampında yaşadıklarımı anlatmaya başlayınca, oğlum odayı terkediyor” diyor.
*** Boşnak bir psikolog ve aile ve travma danışmanı olan Alma Taso Delikoviç ise anne-babalarının veya yakın akrabalarının yaşadığı travmatik bir deneyim hakkında çocuklara nerede ve nasıl bilgi verilmesi gerektiği konusunda tek bir doğru yöntemin olmadığını söylüyor. “Sosyolojik bakımdan travmadan söz etmek önemlidir” diyor. “Travmatik bir deneyim hakkında sessizlik veya bunu anlatmak, insanların kimliğinin duygusal ve psikolojik oluşumunda önemli bir rol oynar” diye anlatıyor. “Ancak konuşmadığımız konulara dikkatli yaklaşmalıyız. Eğer bir kişi aile bireylerine travmatik bir deneyimini aktaracaksa, bunu güvenli bir alanda yapmalıdır, güven ve anlayışın hakim olacağı bir alanda ve eğer mümkünse uzman yardımı ve uzman desteği de hazır olmalıdır” diyor.
*** Şimdilerde Bosna’da geçmişe dair üç farklı öykü vardır – bu da savaşa dair üç resmi tarihçedir – tüm bunlar da resmi söylemleri domine etmektedir. Üç etnik grup arasında bir orta yol bulmak imkansız gibi görünüyor ve bu çok farklı görüşleri uzlaştırmak maksadıyla devlet ya da diğer resmi kurumlar da hiçbir çaba göstermiyor. Kamuoyu önünde yer alan tartışmalarda ve anlatılarda altı çizilen kollektif travmalar oldukça seçicidir, her bir ilgili grup kendini kurban olarak görmekte, “öteki”ni suçlamakta ve ötekinin de acı çektiğini inkar etmektedir. İster saldırganların, isterse kurbanların çocuğu olan genç insanlar da “tehlikeli öteki” imajıyla büyüyorlar ağırlıkla.
*** Böylesi bir tarihsel seçicilik ve etnik çizgide dışlayıcılık, tüm topluma hakim ve savaş travmaları da ilk elden savaşı yaşamamış olanlarda dahi oldukça canlı... Bu da genç insanların radikalleştirilmesinde bir rol oynayabilir büyük olasılıkla... “Ana-babalarının savaş travmalarının tam ortasında büyüyen Bosna’daki çocuklar, doğrudan aşırı görüşlü olmayabilirler ancak miras olarak devralınmış bu travmalar ve aşırı sağcı ideolojilerin toplum tarafından normalleştirilmesi, bakışlarını biçimlendirebilir” diye anlatıyor Mirza Bulyubasiç.
*** “Bu çocuklar ana-babalarının anlatılarından etkilenerek içselleştirilmiş hüznü yansıtan gruplarda kendilerini bulabilirler, ille de aşırı görüşleri kucakladıklarından değil ancak duygusal bağlantılar nedeniyle” diyor. Bulyubasiç, halen “kuşaktan kuşağa aktarılan travmaları ele alacak herhangi bir devlet yaklaşımı yoktur” diyor. “Ancak klinik psikologlar ve psikiyatristler, kendi bireysel pratiklerinde, hastanın ihtiyaçlarına göre belli stratejiler kullanabilirler” diye anlatıyor.
*** Delikoviç ise bu konuda bazı sivil toplum örgütlerinin çalışma yaptığını ancak kuşaklar arası travma aktarımı konusunu özellikle ele alan herhangi bir program bilmediğini söylüyor. “Sanırım bu konuyu daha fazla konuşmalı ve genç insanlar ve çocuklarla çalışmalıyız” diyor. “Farkındalık yaratmak ve kuşaktan kuşağa travma aktarımı konusunu izah ederek böylesi aktarımların sonuçları ve risklerini önlemenin önemi hakkında bilinçli olmak gerekir” diyor. Bulyubasiç ise bu konuyu doğru düzgün ele almak için daha fazla bilgi toplamak gerektiğine işaret ediyor... “Kuşaklar arası travma aktarımını etkili biçimde ele almak için kapsamlı araştırmalar gerekir, bilinçlendirme yapılması gerekir. Böylece bu konu tanınacak, anlaşılacak ve kültürel ve etnik bakımdan duyarlı müdahaleleri mümkün kılacaktır” diyor.
Saraybosna'da bir parkta sergilenen savaş kurbanlarının fotoğrafları...
(BIRN’de Barbora Hola ve Olivera Simiç’in 30 Ekim 2023’te yayımlanan yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).