“Trikomolu “kayıp” Evripidis Stavri Hacıvarnava öldürülerek komşusunun bahçesine gömülmüştü…”
OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…
Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Size Trikomolu “kayıp” Evripidis Stavri Hacıvarnava hakkında topladığım bilgileri gönderiyorum. Bir de fotoğrafını ekliyorum. Konuşmak isterseniz, kızının telefonunu da gönderiyorum.
“Kayıp” Evripidis Stavri Hacıvarnava’nın kızı Evantia Hanım, Trikomo’da benim İngilizce öğretmenim idi. Sonra da Leymosun’da evlatlarımın öğretmenliğini yaptı…
1974 yılında Evripidis Stavri Hacıvarnava, 61 yaşında idi. 17 Ağustos 1974’te Sergiu’nun evinin dışında bazı Türkler tarafından öldürülmüştü.
Onu Yiakumu Hristofi Yeorgaci’nin bahçesine gömmüşlerdi… Bu komşusunun evi idi…
Sonraları aile, onun oradan kaldırılarak başka, bilinmeyen bir noktaya gömülmüş olduğunu duymuşlardı.
Bu konuda lütfen araştırma yapınız. Belki Trikomo’da bu konuda bir şeyler görüp duymuş olan okurlarınız vardır.”
Bu Kıbrıslırum okurumuza, paylaştığı bu bilgiler nedeniyle çok teşekkür ederiz.
Bu konuda daha ayrıntılı bilgi sahibi olan okurlarım, isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefonumdan beni arayabilirler veya Sevgul Uludag Facebook profilime “Messenger”den mesaj atabilirler. Bu konuda Kayıplar Komitesi’ne bilgi vermek isteyenler de 181 Alo İhbar hattını arayabilirler.
SOSYAL MEDYA’DAN…
“Kayıp” yakını Dr. Loizos Loizos, duygularını kaleme aldı:
“63 yaşındayım ama bunun 44 senesi göçmen olarak geçti…”
Amcası ve amcasının oğlu Kufez’den “kayıp” edilmiş olan Dr. Loizos Loizos, duygularını kaleme aldı: “63 yaşındayım ama bunun 44 senesi göçmen olarak geçti…”
Dr. Loizos Loizos, doğumgünü nedeniyle kendisini kutlayanlara cevaben kaleme aldığı yazıda, sosyal medya paylaşımında özetle şöyle yazdı:
“Bugün 63üncü yaşımı dolduruyorum ve dostlarıma bana göndermiş oldukları iyi dilekler için teşekkür ediyorum… Ancak şunu unutamıyorum: Doğup büyüdüğüm köyüm Akatu’da yalnızca 19 sene yaşadım, hayatımın 44 yılını ise bir göçmen olarak sürdürdüm.
İnsanın gençliğinde göçmen olması kadar tatsız başka bir deneyim yoktur. Hatırlarım 1972’de cimnasiyoda (lisede) öğrenciyken Küçük Asya felaketinin 50nci yıldönümü anma töreni vardı. Ve okulun salonunda Pitagoras’ın şarkıları çalınmıştı. Yorgos Dalaras’ın şarkıları seslendirilmiş ve tüm öğrenciler de İzmir’deki felaketi “yaşamış” gibi olmuşlardı…
“Gemiler geliyor kıyıya vurmuş, yelkenleri simsiyah… Şimdi hangi taşı, hangi toprağı dolaşmalı, ölümden de acı göçmenlik…”
Göçmenliğin ölümden de acı olması mümkün müdür? Evet ama öyledir işte! Ölüm bir kez gelir ve son nokta konur. Oysa göçmen olmak kendi yurdundan, birlikte büyüdüğün insanlardan, içinde yaşadığın çevreden sürekli olarak yoksun olmaktır ki tüm bu imajlar belleğine kazınmıştır.
Göçmen olmak sürekli bir manevi yıkımdır ve sizi yaralar, size, ailenize, köylülerinize karşı yapılmış adaletsizliği bilirsiniz çünkü…
Sizin için zaman, evinizden ayrılmış olduğunuz gündür… Ve ancak rüyalarınızda geçmişi yaşayabilirsiniz…
Gündelik yaşamınızda nelere gülüyorsunuz?
Bilimsel ve mesleki olarak nasıl ilerliyorsunuz?
Yeni evinizde nesiniz?
Sizi her zaman yiyip bitiren yılandır göçmenlik… Her zaman geçmişe özlem duyarsınız… Her zaman GERİ DÖNMEYİ beklersiniz… Bu da size sonuna kadar mücadele etme gücü verir!”
1964’te bazı Kıbrıslıtürkler tarafından babası Andreas Tselebu öldürülmüştü… Anna Tselebu, Baflı Kıbrıslıtürkler’le tanışmasını anlatıyor…
“Derin samimiyetleri nedeniyle onlara teşekkür ederim…”
13 Şubat 1964’te babası Andreas Tselebu bazı Kıbrıslıtürkler tarafından Baf’ta Kasaba’nın Mutallo bölgesinde öldürülmüş olan Anna Tselebu, geçtiğimiz günlerde bazı Baflı Kıbrıslıtürkler’le tanışmasını ve duygularını kaleme alarak bunu, sosyal medya sayfasından paylaştı… “54 yıl sonra gerçek bir ‘özür’…” başlıklı yazısında Anna Tselebu, şöyle dedi:
“Bir Kıbrıslıtürk doktorla birlikteyiz. Adı Hasan Adataş… Kendisi bir Baflı’dır, böyle söylüyor. Bir yılı aşkın süredir, Facebook’ta arkadaşız… Duyarlılığı ve siyasi kültürü onu eşsiz kılıyor… Facebook’ta Baf’a ilişkin kayda geçtiğimiz her şeye yönelik tutku ve nostaljisi tarifsizdir… Baf’ta Kıbrıslıtürk mahallesinde yaşamış olduğu hayatın en ufak detaylarını bile çok iyi hatırlıyor… Yurdumuzdaki kara olaylar ardından 18 yaşında buralardan nasıl ayrılmış olduğunu da hatırlıyor…
Bugün Baf’ı ziyaret etti ve benimle de buluşup bir kahve içmek istedi.
Onunla kahve içmek için bir kafede buluştuk ve tanıştırılır tanıştırılmaz ilk söylediği şey, “1964’te, Baf’ta iki toplumlu çatışmalarda babanı kaybettiğin için üzgünüm Anna, böyle bir şeyin başına gelmesini istemezdim… Savaş kötü bir şey!” dedi. Ve bunu gözleri dolu biçimde söyledi bana… Yanımızda üç Kıbrıslıtürk Baflı daha vardı ve onlar da aynı şekildeydi… Dört gerçek Baflı! Kahvelerimizi içmeye koyulduk… 1974 öncesi Baf’tan hatıralar, “Şunu hatırlan? Bunu hatırlan?” diye sürdü bu…
İhsal Ali, Şevket Ahmet, yaşlı Tselebu, doktor Herodotus, kadın doğum uzmanı Elli, Türk okulu, Mutallo, Baf hastanesinin hekimleri ama her şeyden önemlisi Baf’taki futbol kulüplerinden söz edişleri! Oyunculardan bahsediyorlardı ve benzer Kıbrıslıtürk futbol takımlarında oynayan kendilerinden! Küçük çocuklar olarak hatıralarımızı ve o güzel resimleri paylaşabiliyorduk… Bir de kalkıp “Baf, sevgilim!” şarkısını söylemesinler mi! O zamanların moda şarkısıydı bu!
Zaman akıp gitti… Artık ayrılmak zorundaydılar… Birbirimize verdiğimiz söz, pek yakında bir masada buluşup birlikte yeyip içmekti, adamızın çok ihtiyacı bulunan barış için…
Onlara derin samimiyetleri nedeniyle teşekkür ederim…”