1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. TROYKA İLE TÜRKOYKA: KIBRIS’IN NEO-KURTARICILARI
TROYKA İLE TÜRKOYKA: KIBRIS’IN NEO-KURTARICILARI

TROYKA İLE TÜRKOYKA: KIBRIS’IN NEO-KURTARICILARI

TROYKA İLE TÜRKOYKA: KIBRIS’IN NEO-KURTARICILARI

A+A-


Mertkan Hamit
[email protected]

Giriş
Geriye dönüp bakıldığında 2013 yılı ekonomi yönünde Kıbrıs adası için son derece kritik bir yıl olarak bilinecek. Yaşananları alt alta koyduğumuzda, Akdeniz’in verdiği rehavete karşı oluşan dönüşüm alışılmadık şekilde son derece hızlı. Bu dönüşüm sırasında bir taraftan menfaat ilişkileri kökünden sarsılırken, diğer taraftan yeni tahakküm ilişkileri vücut buluyor.
Ekonomide yaşadığımız sürecin bizi nereye götürdüğünün farkına vararak, çözüm arayışlarının üzerine gidebilmenin son derece gerekli olduğu kanısındayım. Bununla beraber, yaşanan süreci anlamlandırmaya çalışırken, ekonomiyi sadece kârlılık merkezli rakamsal bir hesaplama olarak değil sosyolojik bir olay olarak da ele alacağım. Bununla beraber alternatifi de yine rakamsal bir mucize yaratmaya yönelik bir hedef olarak değil, insanın en temel arzularına karşılık gelecek olan bir hak mücadelesi olarak ortaya koyup anla(t)maya çalışacağım.

Geçmişi Hatırlayalım…
Yeşil hat ile ayrılmış olan Kıbrıs adasında, bu ayrılık, iki farklı ekonomik yapı oluşturmuştur. Adanın tarihinden ötürü ekonomik yapıların alanı, büyüklüğü, kapasitesi ve segmentasyonu farklı biçimlerde oluşmuştur. 1960 yılında kurulan cumhuriyetin kısa bir süre sonra adanın toplumları için işlevsiz hale gelmesi, süreç içinde tam anlamlıyla ekonomik bir yapının kurulamamış olması, Kıbrıslı Türklerin enklavlarda yaşaması, ekonomik olarak adanın topyekün potansiyelinin etkin bir biçimde kullanılmasının da önüne geçmişti.
1974 yılından önceye dayanan adadaki ekonominin bölünmesinin temeli Kıbrıslı Türklerin dönemin baskın politikası Taksim, yani adanın Türkiye ile Yunanistan arasında paylaştırılması, etkisinde temellenmiştir. Türklerin ayrı bir Türk pazarı yaratma çabası TMT’nin de baskıyı araç haline getirmesiyle başarılı olmuştur. Ada ekonomisinin bölünmesi toplumlararası etkileşimin sınırlanmasına ciddi bir etki yapmıştır.

Yaşanan savaşın oluşturduğu tahribatın ardından Kıbrıslı Rumlar, sahip olduklarını terkederek neredeyse sıfırdan bir ekonomi yaratmak zorunda kaldılar. Servis yoğun sektörlerde adanın yasal ve ekonomik yapısının uygunluğu adanın güneyinin bir finans merkezi olarak gelişmesini sağlarken, turizm gibi sektörlerde ekonomideki destekleyici sektörler haline geldi.

Onlarca mali ve hukuki danışmanlık şirketinin yanında, offshore bankacılığın etkisiyle ada ekonomisinin ciddi bir bölümü bu sektörler üzerine oluşturuldu. Hafif endüstriyel üretimin ve reel ekonomik sektörlerin çok gelişmediği Güney Kıbrıs ekonomisi, bir ada ekonomisine uygun olan ve sistemle çelişmeyen bir yöntemle kalkınmasını sürdürebilir bir hale getirdi. Bu süreç içerisinde yeniden yapılandırmanın tamamlanması için uluslararası olarak fonlar yaratılırken, devlet kendi sermaye sınıflarını yaratmak için kaynaklarını ikame etmeyi sistematik bir biçimde uyguladı.
1974 sonrası yıkımın ardından mucizevi bir biçimde oluşturulan bu model, AB geneli oluşan mali krizle ardından 2008 yılında kredi derecelendirme kuruluşu Moodys’in Kıbrıs Cumhuriyeti’nin uzun dönemli kredi notunun ilk kez sorgulaması ile başlayacak olan çöküşünü korumaktan acizdi.Bu süreci takip eden dönem içerisinde daha önemli ikinci bir gelişme Yunanistan’ın batmasıyla ortaya çıktı. Mali olarak Kıbrıs bankalarının yoğun bir biçimde işlemleri Yunanistan’da da sürdürmesi, geri ödenemeyen borçların artmasıyla beraber Kıbrıs ekonomisinin risk faktörleri de arttırmıştı. Ayrıca Kıbrıs Merkez Bankası’nın hesapsızca kriz sürecinde almış olduğu uzun dönemli riskli kararlar krizi derinleştirmekteydi. Son olarak Mari patlatmasının ardından gelen enerji üretimindeki kısıtlamalar, enerji fiyatlarının artmasına sebep olmuş, bu da genel olarak üretimin pahalılaşmasına ve piyasada fiyat artışını tetiklemişti. Fiyatlardaki artış genel talebi düşürürken piyasadaki işlemlerin azalmasına sebep olmuştu.
Zincirleme gelen bu sürecin ardından Kıbrıs Cumhuriyeti kamu maliyesindeki zayıflığının üstesinden gelmekte zorlanmaya, bankacılık sektörü ise acil nakit arayışı içine girmeye başladı. Rusya’dan alınan ucuz kredinin dahi, süreci aşmak için yeterli olmayacağı ortaya çıkınca Kıbrıs Cumhuriyeti, Avrupa Mali İstikrar Fonu’ndan yardım almak için Troyka ile durumunu istişare etme ve ekonominin durumunu düzeltmeyönünde tedbirler almak için kolları sıvadı.

Kıbrıslı Türkler’in ekonomik yapısı çok daha farklı bir süreci yaşadı. 1974’den sonra Kıbrıslı Rumların terkettiği topraklar önce devletleştirildi sonra da bireylere Güney’de bıraktığı toprağa oranla dağıtılmaya başladı. Puan sistemiyle yeniden bir varlık dağıtımı gerçekleştirilirken, bunun adil olmadığı birçokları tarafından dile getirildi ve eleştirildi. Ekonomik yapıdaki ikinci değişim ise Kıbrıs Lirasının tedavülden kaldırılarak yerine Türk lirasının 1’e 36 oranında sabitlenerek piyasaya sürülmesiyle ortaya çıktı.

Bu 1974 yılı ve sonrasında sabit bir oran olarak kullanıldı. Geçmişe dönük olarak reel Türk Lirası ve Kıbrıs Lirası oranlarınabakınca Temmuz 1974 oranın 1’e 38 olduğunu, 1977 yılında 1’e 44, 1980 yılında 1’e 225 ve 1983 yılında ise 1’e 428 olduğunu görüyoruz. 
1974 sonrası bankalardaki paranın 1’e 36’ya sabitlenmesiyle, sadece on yıl içinde Kıbrıslı Türk toplumundaki tüm mevduat sahipleri, gerçek değerlerle ciddi bir servet kaybı yaşadılar. Durum o kadar dramatiktir ki, 24 Haziran 1983, 40/1983 sayılı Kıbrıs Liralarına Karşılık Prim Ödenmesi Yasası dahilinde Kıbrıs Lirasının tamamen tedavülden kaldırılması hedeflenmekte fakat yasada mevduatları Türk Lirasına dönüştürürken yine gerçek değerler kullanılmamıştı.O dönemde 1 Kıbrıs Lirası, yaklaşık olarak 428 Türk Lirasına denk gelmesine rağmen, oran 1’e 36 olarak korunmuştu. 
Bu yasa kapsamında ise sadece 1974 tarihine kadar mevcut bulunan mevduatlara ayrıca prim ödemesi yapılacağı kararlaştırılmıştır. Buna karşın faizler ve 1974’ten 1983’e arasında oluşturulmuş Kıbrıs Lirası mevduat hesapları bu kapsamın dışında tutulmuş böylelikle 1974 – 1983 arası Kıbrıs Lirası cinsinden birikimi olan insanlar yeniden bir servet kaybıyla karşılaşmıştır. Geriye kalan mevduat sahipleri ise belirlenen prim ile varlıklarını 1’e 200 oranında Türk Lirasına çevirmiş fakat bu bile yasanın geçtiği tarihteki gerçek kur değerinin yarısına bile denk gelmiyordu.
Bu noktada sistematik bir biçimde Kuzey’de oluşturulan yapının, o dönemde halkın birikimine adaletsiz bir biçimde el koyduğunu görebiliriz. Herşeye rağmen, askeri güç ile elde edilen 3355 kilometre karelik alandaki Kıbrıslı Rumların ellerinden alınan üretim araçları Kıbrıslı Türklerin 1974 önceki durumlarına kıyasla daha güçlü ekonomiye sahip olmalarına sebep oldu. Tabi ki bu aynı zamanda bir ganimet ekonomisini ortaya çıkarmıştır Bu durum başlangıçtan beri hem üretim fazlası sağlamaya, hem de sermaye birikimi oluşturmaya uygun bir yapıydı.

Özellikle Sanayi Holding gibi Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin oluşturulması ekonomi çarklarının güçlenmesine, eş zamanda bir işçi sınıfının oluşmasıyla demokratik taleplerin de filizlenmesine neden olmaktaydı. Bu süreç 1980’lere kadar devam ederken, Özal döneminde, Türkiye’deki neoliberal modernizm denemesi Kıbrıs’a da yansımıştı. Hafif endüstriyel üretime dayalı ekonomik yapı, kamu ve bankacılığa doğru evrilmişti. Hizmet sektörünün yoğunlaşmasının kalkınmış bir ülke imajı verdiğine dair kanıksama Türkiye’de olduğu gibi Kıbrıs’ta da içselleştirilmişti.
1990’larda ticaretin de millileştirilmesine yönelik gösterilen irade doğrultusunda Avrupa Topluluğu Adalet Divanı, KKTC limanlarından, KKTC yetkili otoriteleri tarafından düzenlenen belgelerle ihracatın yapılmasının önü kapanmıştı. 1990’ların sonuna kadar yaşanan enflasyon ve Türk lirasındaki değer kaybı Türkiye’de yüksek faiz uygulamalarını devreye sokmuş, Kuzey Kıbrıs’ta yine benzeri uygulamaları aynen kopyalanmıştı.

1999 yılında İstanbul depremi ardından Türkiye’de üretim ciddi bir biçimde daraldı bu da döviz rezervlerinde bir düşüşe neden oldu. Ardından Doğu Asya ülkelerinde başlayan krizin 2001 yılında hali hazırda depremden ötürü kırılganlığı artan Türkiye ekonomisini etkilemesiyle, KKTC de nasibini aldı. Bu dönemde batan bankalar ve yükselen dövizle yeni bir ekonomik krizle boğuşmaya başladı.

Bankacılık krizi ardından politik dinamikler ciddi bir biçimde dönüşürken, 2004 – 2007 yılları arasında emlak piyasasındaki genişleme Kuzey Kıbrıs’ta ciddi bir refah artışı getirdi. Fakat burada paradoksal bir durum söz konusu. Refah artışından ötürü oluşan talep fazlası meta tedariki için Kuzey Kıbrıs’ın göbekten bağlı olduğu Türkiye’ye yönelik sürekli bir sermaye çıkışının olmasına neden oldu. Kuzey Kıbrıs’taki toplam talebin artması nakit çıkışını da Türkiye yönünde hızlandırırken, bu Kuzey Kıbrıs dahilinde paranın dolanım hızını yavaşlatmaya başladı. Sonucunda da ekonomik olarak daralma ve kamu bütçesi üzerindeki denetim mekanizması kontrolden çıkarak, ekonomik olarak dengesizlikler meydana gelerek ekonomi küçülmeye başladı.

Neoliberal Çağda Kıbrıs’ın Neo Kurtarcıları
Bugüne baktığımız zaman zora giren Kıbrıs Cumhuriyeti ekonomisi adına Troyka denilen ve Avrupa Merkez Bankası, IMF ve AB Komisyonunundan oluşan bir denetim mekanizmasının kontrolünde bulunduğunu söyleyebiliriz. Kıbrıs Türk tarafının ekonomisi ise TC Lefkoşa Büyükelçiliği Yardım Heyeti, TC Başbakanlık Kıbrıs İşler Müşavirliği ve TC Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nün oluşturduğu bir denetim mekanizmasının altındadır. Bu gruba da Türkoyka diyebiliriz.
Kıbrıs’ta insanların birbirinden ötekileştirilerek ayıran milliyetçilik kabusu sürerken, neo-kurtarıcıların adada yaşayanlara dayatmış olduğu paketlerden dolayı bir kabus daha oluştu. Aslında bu paketlerin yarattığı kabusun adı da neoliberalizmdir.
Bugün Kıbrıs’ta eş zamanlı olarak neoliberal sistemin yeniden yapılanma sürecini yaşıyoruz. Önceki bölümde belirtildiği gibi, Güney’de kapitalist sınıf savaş sonrasında sınırlı kaynağa sahip olan devletin mali desteği ile oluşturdu. Kuzey’deki kapitalist sınıf ise, Kıbrıslı Rum mallarının yeniden bölüştürülmesiyle, yani  ganimet üzerinden oluşturuldu.Şimdi ise, Kuzey’de ve Güney’de uygulanan özelleştirilme politikalarıyla önce kamu mülksüzleştirilerek 2008 krizinden sonra kendini dönüştüren Batı sermayesi ile eş güdüm halinde hareket edebilecek yeni bir kapitalist gücün oluşturulması hedeflendiğini söyleyebiliriz. Bunun dahilinde Troyka ‘yolsuz’ Rus sermayesini Kıbrıs’tan kovarken, finansal olarak kontrol edilebilir bir merkezin oluşması hedeflenmektedir. Ayrıca birkaç kez Rusya’nın Kıbrıs üzerinden AB’ye etkisi üzerinde oluşan çıkar çatışmasının da engellenmeye çalışıldığının altı çizilmelidir.
Türkoyka ise Kıbrıs’ın kuzeyindeki ekonomik ilişkileri elinde tutmak için neoliberal metodları etkin bir biçimde kullanıyor. Bu,Türkiye’deki AKP hükümetinin sermaye dostu politik iktidarının sürekliliği için gerekli olan bir hamledir. Ayrıca adadaki soruna çözüm bulunması durumunda Kuzey Kıbrıs’ın siyaseten ve ekonomik olarak Türkiye’nin etki alanında tutulması için uygun bir siyasi tercihi temsil etmektedir.

Gerçek şu ki, paketlere baktığımız zaman Troyka ve Türkoyka’nın temelde bir farkı yoktur. Küresel ekonomik çıkarların dayattığı normlar ekseninde Kıbrıs’ın neokurtarıcıları,“sürdürülebilir ve rekabet edebilir bir ekonomik yapının istikrarlı büyümesini sağlamak, istihdamı arttırmak, sağlanan mali disiplini sürdürülebilir kılmak ve dışa bağımlılığı azaltmak, yurt içi tasarrufları artırmak, tasarrufların yatırıma dönüşmesini sağlamak ve böylece makroekonomik istikrarı güçlendirmek” gibi çözümler önermektedir.  Müdahil oldukları ekonomik anlayışının dahilinde bu yöntemler hem siyasi iradeyi yok sayıyor, hem de ekonomik olarak oluşmuş olan yapıyı radikal bir biçimde dönüştürerek, yeni bir tahakküm biçimi ortaya koyuyor.

Neoliberalizme Karşı Ortak Söylem: ‘Kalkınma Hakkı’
Neoliberal politikaların herkese, her ülkeye, her ölçekteki ekonomiye uyacakmış gibi oluşturularak toplumlara dayatılmasının başarı getireceğine inanmak sadece safça bir düşünceden ibaret değildir. Aslında bu herşeyin son derece farkında olan ve yaratılacak olan adaletsizlikte oluşturulacak olan yeni menfaat zincirlerine eklemlenmek isteyen fırsatçıların işbirliğine açık olduğunun en bariz göstergesidir.
Ayrıca Kıbrıs’ın neo-kurtarıcıların empoze ettiği neoliberal çözümlerin başarısız olacağını söyleyenler sadece muhalif iktisatçılar da değil. Etkili ana akım iktisatçılardan biri olan Krugman’a göre de Troykanın dayattığı paket iyi ve uygulanabilir metodlara dayanmıyor. Bu noktadan hareketle kalkınmaya dair beklentileri sadece rakamlara indirgemek, rakamların sadece göreceli doğruluğunda hareket etmek demektir. Rakamların göreceli doğruluğunda ise eksik olan en önemli nokta insan faktörüdür. Siyaset, ekonomi, devlet ve daha birçok nosyonun temelinin insanlığın ortak çıkarı olarak kabul edilir. Öyleyse, kalkınma hedefine ulaşmak için kullanılan araçların da insanı merkeze alarak hareket etmesi bir zorunluluktur.

Bugün, ne Troyka’nın ne de Türkoyka’nın böyle bir misyon yüklendiğini söyleyemeyiz. Aksine bu anlayışı benimseyen yapıların, Kıbrıs’ta veya başka bir yerde, daha yüksek çıkarları korumak konusunda hem fikir olduğunu biliyoruz. Bu noktada dayatılan bu paketlerin esas niyetinin sadece kalkınma değil, bu kisve altında yeni bir tahakküm oluşturma niyeti olduğunu da kabul etmeli ve siyaseten kendini solda tanımlayanlar olarak bunu görerek bir irade ve anlayış oluşturmalıyız.

Tepeden inmeci her türlü baskıya karşı tabandan gelen reaksiyonların direnmesi mümkün değildir. Süreç içerisinde insanların direnişini bir insan hakları mücadelesi olarak görmek mümkündür. Unutulmamalıdır ki, insan hakları temelde sadece bir yasal sözleşme değil, insanın kendinden yabancılaşmadan,kendini bir bütün olarak hissedebileceği bir taleptir. Hak arayışları bugün sadece devlete karşı bir korunak değildir. İmparatorluk yapısında,devlet ötesi kurumlarınyıkıcı uygulamalarına karşı da etkin mücadelenin temellendirilebileceği bir yöntemdir.
İnsan hakları talepleri dinamiktir. Bu yüzden de Troyka veya Türkoyka’nın ortaya koyacağı ‘herkese uygun’ reçetelere bir alternatif olarak tabandan bir oluşumu mümkün kılar. 1970’li yıllarda sömürgecilik sonrası oluşan ulus devlet elitlerinin talebi olarak ortaya çıkan ve daha çok ulusal kalkınmacı politikaları temsil eden kalkınma hakkı mücadelesine bugün çok daha geniş ve evrensel ekonomik tahakkümün etkisinde, neoliberalizmin aksaklıklarından doğan dengesizliklere karşı koyacak bir mücadele yöntemi olarak da yaklaşabiliriz. Bu noktada kalkınmayı sadece bir bölgedeki ekonomik faaliyetlerin artması olarak değil, bir ülkede yaşayan insanların mensup olduğu farklı katmanların da kalkınma sürecinden hak ettiği payı alabildiği, adil bir bölüşüm düzeninin de sağlanacağı bir yapı olarak kurguladığımı da belirtmekte yarar görüyorum.

Burada hareketle, Kıbrıs’ın iki tarafındaki Troyka’nın veya Türkoyka’nın dayattığı politikaların sömürgeci aklın dirilişinden başka bir şey olmadığını söyleyebiliriz. Sömürgeci ilişkilerin bir sonucu olarak ortaya çıkan vesayet düzenine karşı Birleşmiş Milletler Kalkınma Hakkı Bildirgesi’nin alternatif arayışın temellerine dair bir talep oluşturabileceğini düşünüyorum.

Adanın kuzeyinin ve güneyinin ihtiyacı ulusüstü evrensel bir dildir. Kalkınma Hakkı Bildirgesinden seçilen aşağıdaki ifadeler ise bahsi geçen bu dile örnek olabilir.
‘Gelişmenin uzun bir ekonomik, kültürel ve siyasal süreç olduğunu ve nüfusun tamamının ve bütün bireylerin aktif, serbest ve esaslı bir biçimde katılmasına dayanarak refahlarının sürekli olarak artmasını ve bundan meydana gelen menfaatlerin adil olarak dağıtılmasını amaçladığını kabul eder,
Herkesin bu bildiride yer alan hakların ve özgürlüklerin tam olarak gerçekleşeceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı olduğu dikkate alarak, doğal zenginlikleri ve kaynakları üzerinde tamamıyla ve bütünüyle egemenliklerini kullanma hakkına sahip olduklarını hatırlatır,
Gelişme sürecinde insanın merkezi bir konumda yer aldığını ve bu nedenle gelişme politikalarının insanı gelişmenin asli unsuru ve yararlanıcısı yapması gerektiğini kabul eder,
Insan haklarının ilerletilmesi ve korunması için uluslararası düzeyde gösterilen çabaların yeni bir uluslararası ekonomik düzen kurulması çabaları ile desteklenmesi gerektiğini vurgular.’

Sonuç Yerine: Yeni Bir Uluslararası Ekonomik Düzen
Birleşmiş Milletler Kalkınma Beyannamesinde kastedilen yeni bir uluslararası ekonomik düzen,bugün yaşadığımız neoliberal ekonomik düzeni kastetmemektedir. Çünkü yaşadığımız neoliberal ekonomik düzen aynı beyannameden alınan üç paragrafın tümüyle çeliştiği ortadadır.Kıbrıs’ın kuzeyinde etkin olan Türkoyka ile güneyinde etkin olan Troyka bugün yaşanan sorunların ardından neo-kurtarıcılarımız haline gelmiştir. Üstelik daha önce ortaya konulduğu gibi neo-kurtarıcılarımızın yöntemleri çözüm yaratmamakta, tam aksine onları daha da derinleştirmektedir.
Bu noktada neo-kurtarıcılarımızdan kurtulmak gereklidir. Bunun için oluşturulması gereken sistemin sırrı bir önceki bölümde anlatıldığı gibi adil bölüşüme önem veren, doğal zenginliklerin ve kaynaklarınhalka ait olduğunu kabul eden, insan merkezli gelişimi vurgulayan bir düzende saklıdır. Kalkınmanın sadece devletin değil insanı bir mesele olduğu önemlidir. Ayrıca sınıfsal ve sınıflararası dağılım göz ardı edilerek sağlanacak bir kalkınma da yeterli değildir.
Eş zamanlı olarak sınıflararası hiyerarşinin üstesinden gelecek olan ve Kıbrıs’taki toplumlararası diyaloğu kuvvetlendirecek işbirliği projeleri hem ekonomik olarak kurtarıcılardan kurtulmak için bir yöntem, hem de adanın acı tarihinin ardından yeni bir sayfa açmayı mümkün kılabilir.

 

----

Katsiaounis, R. (1996), ‘Labour, Society and Politics in Cyprus During the Second Half of the Ninteenth Century’, Nicosia, Cyprus Research Centre
Tarihsel döviz kuru oranları ile ilgili bilgi ( http://www.centralbank.gov.cy/nqcontent.cfm?a_id=10905 ) sayfasından alınmıştır.
  Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi, Karar No. 40/1983 24 Haziran 1983 Kıbrıs Liralarına Karşılık Prim Ödenmesi Yasası, http://www.mahkemeler.net/birlestirilmis/27-1991.doc  [Erişim 21 Ağustos 2013]
  1983 yılının haziran ayında bir Kıbrıs Lirasının Türk Lirasına oranı 428.05 civarındadır. ( http://www.centralbank.gov.cy/nqcontent.cfm?a_id=10905 ) ve ( http://fxtop.com/en/historical-exchange-rates.php?A=1&C1=CYP&C2=TRL&DD1=24&MM1=06&YYYY1=1983&B=1&P=&I=1&DD2=20&MM2=08&YYYY2=1985&btnOK=Go%21 )
  TC Yardım Heyeti. (2013). Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolü: Sürdürülebilir Ekonomiye Geçiş. Lefkoşa: KKTC Başbakanlık Resmi Web Sayfası http://www.basbakanlik.gov.ct.tr/Portals/11/EKONOMIK_PROGRAM-2013-15.pdf.
Krugman, Paul. "Greek Regrets." New York Times.Erişim 19 Ağustos 2013.<http://krugman.blogs.nytimes.com/2013/06/05/greek-regrets/>.
Burada kullanılan İmparatorluk söylemi Hardt ve Negri’nin kullandığı anlamdadır. Daha detaylı bir tartışma için: Hardt, Michael, and Antonio Negri. Empire. Cambridge, MA: Harvard UP, 2000.
BM EnformasyonMerkezi.(4, 12 1986).GelişmeHakkınaDairBildiri 41/128. 08 21, 2013 tarihinde http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/metin1312.pdf adresindenalındı.

Bu haber toplam 1854 defa okunmuştur
Gaile 229. Sayısı

Gaile 229. Sayısı