TUHAF…
Egemen Bey eğer “Piri Reis nerede?” sorusuna “Ne bileyim, denizci miyim ben?” yanıtını vermeseydi, aynı toplantıda yaptığı “Akdeniz’in suları ısınmıyor aksine serinlemeye başlıyor” açıklaması rahatlatıcı olabilird
Egemen Bey eğer “Piri Reis nerede?” sorusuna “Ne bileyim, denizci miyim ben?” yanıtını vermeseydi, aynı toplantıda yaptığı “Akdeniz’in suları ısınmıyor aksine serinlemeye başlıyor” açıklaması rahatlatıcı olabilirdi ama tabii ki Türkiye’nin misilleme tadında Akdeniz’e yolladığı Piri Reis’in yerini bilmeyen bir bakanın Akdeniz’deki son duruma ilişkin analizi de haliyle kuşku götürür.
Nitekim Erdoğan, “ilk milli savaş gemisinin” suya indiriliş töreninde (ki Preveze zaferinin yıldönümüne denk gelmektedir bu tören) “Türkiye’nin çıkarları çevre denizlerden Süveyş Kanalı’na, oradan Hint Okyanusu’na kadar uzanır” diyerek hem “ufkunu” dile getirdi hem de Egemen Bey’i tekzip etmiş oldu bir anlamda.
Bizler gözüne far tutulmuş tavşanlar gibi öylece donup olup bitenleri izlerken, Türkiye konjonktürün kendisine hediye ettiği yeni rolü kaptırmamak ve olabildiğince iyi değerlendirmek konusundaki kararlılığını açık ve net biçimde ortaya koyuyor.
Ne Kuzey’deki yönetimin ne de Kıbrıslı Türklerin, Rum yönetiminin olası hidrokarbon zenginliğinin Kıbrıslı Türklerle paylaşımı konusundaki plan ve programını merak edip sormaması, Hristofyas’ı bu konudaki yaklaşımını açıklamaya davet etmemesi başlı başına ilginç elbette. (Bay Hristofyas “Birleşik Federal Kıbrıs”a inanıyorsa gerçekten, tam müzakere sürecinin ortasında başlattığı hidrokarbon kaynakları araştırmalarının nihayetinde, bulunacak zenginliğin paylaşımı konusunda da doyurucu bir planı Kıbrıslı Türklerin önüne koyabilmelidir. Ve bu plan, hiç kuşkusuz çözüm sürecini dinamitlemesini anlayışla karşılayabileceğimiz kadar doyurucu, ikna edici bir plan olmalıdır.)
Daha da ilginci, ne Hristofyas’ın tutumu ne de Erdoğan ve Eroğlu’nun NY’da imzaladığı anlaşmanın bölgeyi çatışmaya sürükleyebilecek olası sonuçları yeterince endişelendirmemiş görünüyor Kıbrıslı Türkleri ve Türkiye’deki sözde ilerici güçleri… (Kıbrıslı Türkler Sn. Eroğlu’nun yetkisini aşmak pahasına Kıbrıslı Türklerin “egemenliğini” Türkiye’nin bölgesel ihtirasına kurban etmesini ve bu konuda sergilediği derin tutarsızlığı tartışmalıdır. Elbette sadece bu kadar da değil, yaklaşık 40 yıllık çatışmasızlık ortamını riske atacak bu girişimin olası sonuçları üzerinde de tartışılmalıdır)
Türkiyeli barış güçlerinin de benzer biçimde sessiz kalması, ülkenin yeterince derdi yokmuş gibi bir de Kıbrıs üzerinden yeni bir çatışma ortamına sürüklenmesi karşısındaki derin sessizliği de ilginç…
Anlaşılan o ki küresel güçlerle işbirliği halinde bölgede geleceğe dair projeksiyonu olan tek aktör Türkiye ve AKP! Gündemi ve gelişmeleri büyük küresel oyuncularla ittifak halindeki Türkiye ile onu yöneten AKP Hükümeti belirliyor. Sadece Orta Doğu konusunda değil, Kıbrıs sorununda da, Türkiye iç politikasında da…
Ne ülkeyi maceradan maceraya sürükleyen AKP Hükümeti’nin, ne iradesini tamamıyla Türkiye’ye teslim etmiş olan Eroğlu ve UBP Hükümeti’nin, ne de ABD ve İsrailli firmaları önüne katıp Türkiye ile it dalaşına giren Rum Yönetimi’nin en küçük bir tepkiyle karşılaşmamaları, barış güçlerinin dağınıklığını ve politikasızlığını iyice gözler önüne seriyor.
Haydi, kaçak güreşmeyelim ve adını koyalım: Barış güçlerinden kastım CTP’den TDP’ye tüm sol partilerden sendika ve sivil inisiyatiflere kadar kuzeydeki ve güneydeki tüm parti ve kuruluşlar! Türkiye’deki parti ve örgütler…
Bırakınız ortak bir tavır koymayı, gelişmeler karşısında tekil olarak bile tepki örgütlemeye yeltenmiyorlar!
TUHAF! HER ŞEY GERÇEKTEN ÇOK TUHAF!
Türkiye’nin dayattığı ekonomik pakete karşı kitlesel bir tepki örgütleyen Kıbrıslı Türkler, tam da müzakerelerin sürdüğü bir noktada çözüm sürecini topyekûn imha etmekle de kalmayıp adayı büyük bir çatışmanın ortasında bırakacak kriz karşısında derin bir sessizlik içerisindeler. Sadece hidrokarbon meselesi de değil, olası bir Türkiye-Rum Yönetimi çatışmasından çok daha ürkütücü olan Türkiye-İsrail gerilimi de barış güçlerinin inisiyatif üstlenmek için harekete geçirmeye yetmiyor. Tuhaf!
Gerilimin dozu yükseldikçe daha fazla yakınlaştığımız bir çatışma ortamında önce evlatlarını ve eşlerini kurban verecek kadınların suskun kalması tuhaf!
Etrafımızı ateşler sardığında, o ateşi tutuşturacak çıralara dönüşecek gençlerin suskun kalması tuhaf…
İnsanlığın ortak geleceğini barışta, barış içerisinde bir arada yaşamakta gördüğünü söyleyen ilerici-sol-sosyalist parti ve örgütlerin suskun kalması tuhaf!
Herkesin, hepimizin hala daha süreci körlerin fili tarif ettiği gibi orasından burasından tarif etmeye çalışmamız, sürecin bizi sürüklediği sona odaklanamamamız tuhaf!
Kıbrıslı Türkler sadece ekonomik anlamda değil, fiziki olarak da yok oluş tehdidiyle karşı karşıyayken “yüksek ideolojik” polemiklerden kimin ne muradı var bilmiyorum ama hele ki ortalığın erken seçim koktuğu bir iklimde ilerici kitle partilerinin özel sorumlulukları olduğunu herkesin hatırlamasında yarar var.
Sadece “istemezük” demekle olmuyor. Ne istediğinizi, nasıl bir çıkış yolu öngördüğünüzü, ekonomik-sosyal-siyasal alternatiflerinizi önümüze koymakla yükümlüdür ilerici kitle partileri.
Tabii toplumlarının yazgısını toplumun iradesine sunmak, iktidar olmak istiyorlarsa gerçekten…