Tükenmişlik Sendromu
-kısa öykü-
En kötüsü bu diye düşündü: Tükenmişlik Sendromu.
Öyle bir sendrom ki, insanın içinden hiçbir şey yapmak gelmezken tüm bunların nedenlerini bile araştırmaya gücü olmadığını anlar.
Sonuçlarını da nedenlerini de biliyor aslında.
Ama tekrardan onları düşünüp tekrardan oynatma düğmesinin “replay”ine dokunmak istemez parmağı.
Bir gizem bir gizlenme bir giz gibi hisseder kendini.
Yok olmuş, boşluğa gizlenmiş bir hava gibi.
Hissedersin tutamazsın ya işte onun gibi.
Cam kenarı koltuğuna geçip oturduğunda camdan dışarıya bakmak adetidir.
Bakmak, birşeyleri görmek ama beyninin görevli köşesinde anlamlandıramamak.
Tükenmişlik bu olsa gerek diye yeniden düşünür, nedenlerini araştırmaktan bir kez daha kaçarak.
Evet kaçmak bir çözüm gibi geliyordu ona.
En azından bir süreliğine.
Hani özelde insanın genelde toplumun üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi bir deyim var ya, hah işte tam da öyle hissediyordu kendini.
Eli gidip de üstündeki ölü toprağını silkelemek bile istemiyor.
Omzunun bir tarafındaki ona bunu yapmasını söylese de, omzunun diğer tarafındakine kulak verir, bu eylemi yerine getirmez.
Cam kenarı azacık serinlik verir yüzüne.
Bakışlarındaki anlamsızlık sürer sokakta yürüyenleri izlerken.
Dün akşamdan cam kenarı sehbasında kalan kitaba ilişir gözü.
Kitap okurken not alabileceklerinin notunu almak adetiydi.
Bir kalem bir kağıt parçası hep yanındaydı.
Okuduğunu unutmaktan korktuğundan mı yoksa yazarak onları bir kez daha belleğine yerleştirmek miydi amacı, bunu hiç bilemedi.
Sorgulamadı zaten.
Kitaptan yazdığı notun yer aldığı kağıdı alıp okumaya başladı.
“... Göreli gerçekler ışığını yitirmişti. Görmek zorlaşmıştı; görmek, görebilmek kabahatti. Ya gözünü çıkaracaktın ya da vicdanını; körlerin sağırları ağırladığı bu yitikler ülkesinde."
Not kağıdını sehbaya koyup yine başını cam kenarından sokağa çevirdi.
Ümit İnatçı ne güzel yazmış diye geçirdi aklından. Sanki kendisinin bu halini betimler gibi.
Tükenmişlik sendromunun nedeni bu olsa gerek diye elinde olmadan düşünmeye başladı.
Derin bir nefes alarak yavaş yavaş bıraktı camın üzerine.
Notlarından okuduklarını hazmetmeye çalışır gibiydi: “görmek, görebilmek kabahatti.”
Aklında bu sözcükler dönmeye başladı bir dönme dolap gibi.
Hangi katırdı bu dolabı döndüren diye tahmin etmeye çalıştı.
Kendini gördüklerini söylemekten koparan, görmekten vaz geçiren, gözleri açık körlüğe havale eden katır kimdi?
Cevabını hemen bulabilirdi.
Bulmak istemedi.
Bulsa da bir çözümü olmadığını bildiğindendi kaçışı, bunu hissediyordu.
Yeniden karanlıktaki havaya döndü.
Tükenmişlik sendromu tanımı hoşuna gitmişti bunları düşündüğünde.
Her şeyden kaçıştı bir kere.
Her şeyden ve kendisinden.
Umut etmekten usandığını da fark etti o anda.
Düşünmeden umut yaratılmazdı ki.
Kendisini bu hale düşüren katıra bir küfür savurarak yerinden kalktı, banyoya gidip yüzüne soğuk su çarptı.
Karar vermişti artık.
Bu sendromdan kurtulup yeniden yüreğinde umudu yeşertmeliydi katıra inat.