Türk Tarafının Kıbrıs Politikası: Mesarya Ovasında Tek Başına Islık Çalmak!
Cumhurbaşkanı Hristodoulidis’in Washington ziyaretinin önemini doğru anlamak gerekiyor. Bazıları, Biden “topal ördek” olduğu için, yani cumhurbaşkanlığını terk etmeye hazırlandığı bir dönemde gerçekleştiği için ziyaretin pek bir anlamı olmadığını söylüyor.
Fakat, bu yorumlar yüzeysel olduğu kadar yanıltıcıdır da...
Gerçek şudur ki, bu ziyaret Kıbrıs-ABD ilişkilerinde yeni bir sayfanın açıldığını tescil etmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti artık ABD’nin stratejik ortağıdır ve süratle, “NATO-dışı-büyük stratejik-ortak” kategorisine dahil olmaya hazırlanıyor. Bu kategoride, İsrail ve Suudi Arabistan gibi ABD’nin çok önemli müttefikleri yer alıyor.
Bu noktaya nasıl gelindiğini ve bunun Kıbrıs Sorununa olası yansımalarını aşağıda ele alacağız. Fakat önce Kıbrıs Cumhuriyeti cumhurbaşkanlarının ABD’ye yaptığı iki resmi ziyarete kısaca değinelim ki, aradaki farkı daha iyi anlayabilelim.
İlk ziyareti 1962 yılında Başpiskopos Makarios gerçekleştirdi. John F. Kennedy’nin davetlisi olarak Washington’da temaslarda bulunan cumhurbaşkanının ziyareti iyi geçmedi. Makarios’un o dönemde Batı’ya karşı mesafeli olması ve Bağlantısızlar Hareketi’ne yönelmesi, ABD’nin çıkarlarına tersti. Daha sonra Makarios’un Sovyetler Birliği’ne yakınlaşması ve 1964 yılında Sam füzeleri alması ABD tarafından hiç hoş karşılanmadı. Nitekim, ABD-Kıbrıs ilişiklerine uzun bir süre gerginlik ve güvensizlik damgasını vurdu.
Son ziyareti tam 28 yıl önce Glafkos Kliridis gerçekleştirdi. Bu ziyaret de kalıcı sonuçlar doğurmadı. Kliridis’in Washington ziyaretinden kısa bir süre sonra Rusya’dan S 300 füzeleri almaya kalkışması ciddi bir krize yol açtı.
Kısacası, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eskiden Bağlantısızlar Hareketi içinde yer alması, yakın zamanlara kadar da “biraz Batı, biraz Rusya” anlayışıyla hareket etmesi ve bu süre içinde Türkiye’nin Batı’nın sadık müttefiki olması, Washington’un Kıbrıs’a şüpheyle bakmasına yol açıyordu.
İşte Hristodoulidis’in ABD ziyareti, bu dönemin temelli olarak kapandığını ve iki ülke arasında artık yeni bir sayfanın açıldığını simgeliyor.
Birinci Dönüm Noktası
Bu noktaya bir günde gelinmedi. Farklı aşamalardan geçildi. En önemli dönüm noktalarından biri, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin İsrail ile kurduğu ilişkiler oldu. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin 2008-9 Gazze savaşı nedeniyle kötüleşmesi, 2009’da Davos’ta yaşanan “One Minute” gerilimi ve ardından da Mavi Marmara krizi (2010), iki ülkenin arasının iyice açılmasına yol açtı.
Bu arada, İsrail geniş bir doğal gaz havzası olan “Leviathan Gaz Alanını” keşfetti ve ani bir dönüş yaparak Kıbrıs ile işbirliğine yöneldi.
Kıbrıs-İsrail yakınlaşması böyle bir ortamda başladı. 2012 yılında cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas İsrail’e davet edildi ve işbirliği konusunda nabız yoklaması yapıldı. İsrail’in işbirliğine dönük gösterdiği kuvvetli istek, Hristofyas hükümetinde şaşkınlık yaratmıştı.
Belirtmekte yarar var, o dönemde yapılan bütün girişimlere rağmen Türkiye-İsrail ilişkileri bir türlü yumuşamıyordu...
Hristofyas’ın Tel Aviv’i ziyaretinden üç yıl sonra başbakan Netanyahu Kıbrıs’ı ziyaret etti. 30 Temmuz 2015 yılında gerçekleştirilen bu resmi ziyaret, Kıbrıs-İsrail ilişkilerinde tam bir dönüm noktası oldu.
Türkiye’nin giderek Batı’dan uzaklaştığı bir dönemde Kıbrıs Cumhuriyeti İsrail ile yakın işbirliğine yönelirken, Yunanistan da ABD ile daha derin bir işbirliği için kolları sıvamıştı.
2016 yılında cumhurbaşkanlığına aday olan Donald Trump’ın ekibinde yer alan Yunan asıllı George Papadopoullos bu konuda önemli bir rol oynayacaktı. Papadopoullos, amacının, “Türk-İsrail ilişkilerinin çökmesinden sonra, Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail arasında sıkı bir işbirliği kurmak” olduğunu söylüyordu. Bu fikri hayata geçirmek için 2016 yılında Yunanistan’ı ziyaret etti ve Yunan savunma bakanı Kamenos ile bir araya geldi.
Kamenos görüşmede, ABD’in İncirlik üssündeki nükleer silahlarını Yunanistan’a (Suda körfezine) taşımasından büyük memnuniyet duyacağını söyleyerek Yunanistan’ın ABD ile daha yakın işbirliğine hazır olduğunu vurguladı.
Gerçekten de solcu Aleksis Tsipras’ın başbakanlığı döneminde Yunanistan ile ABD arasındaki askeri işbirliği derinleştirildi.
Trump’ın seçimi kazandığı 9 Kasım 2016 tarihinden bir ay sonra Kıbrıs’ı da ziyaret eden Papadopoullos, cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis ile bir araya geldi. “Allah’tan Trump kazandı” diyen Anastasiadis, artık arkasına Trump ve Papadopoullos rüzgarını da alarak, İsrail ile ilişkileri en yüksek düzeye çekecekti. Türkiye’yi dışlayarak enerji alanında işbirliği yapmaya karar veren Kıbrıs ile İsrail, ABD’den tam destek görüyorlardı. Bu gelişmeler Kıbrıs Sorununun çözüm arayışlarına da yansıdı...
Kıbrıs Sorununa Yansımalar (1)
Kıbrıs Sorununun çözümüne yönelik en ciddi girişimlerden biri olarak görülen Crans-Montana görüşmelerinin hazırlandığı bir dönemde, Nikos Anastasiadis, İsrail’den aldığı destekle, önceden kabul ettiği bazı konularda görüşlerini değiştirmeye başladı. Kurulacak federal bir devlette Kıbrıslı Türklerin etkin katılımı olacağı açıktı. Bu, BM kararlarıyla defalarca teyit edilmişti. En az bir Kıbrıslı Türk’ün olumlu oyu olmadan bakanlar kurulu karar üretemezdi. Bunu, Anastasiadis de kabul etmişti.
Şimdi bundan çark edecekti. Netanyahu ve Anastasiadis, bu uygulamayla Türkiye’nin federal Kıbrıs’ın yönetiminde söz sahibi olacağını ve bu yüzden de kesinlikle reddedilmesi gerektiğine inanıyorlardı.
Nitekim Nikos Anastasiadis ve çalışma arkadaşları Nikos Hristodoulidis ve Andreas Mavoyannis, anlaşılmış bir ilke olmasına karşın bir olumlu oyu tartışma konusu yapmaya başladılar. Crans Montana görüşmeleri çöktükten sonra ise Anastasiadis bu konuda daha açık konuşacaktı. Kıbrıslı Türklerin bir oyu, ancak “Kıbrıslı Türkleri ilgilendiren konularda” söz konusu olabilirdi. Aksi halde, 2013’den beri gündemde olan East-Med gibi projeler (İsrail-Kıbrıs-Yunanistan üzerinden doğal gaz taşıma projesi) Kıbrıslı Türk bakanlar tarafından engellenebilirdi.
Bu, İsrail’in de görüşüydü!
Nitekim, Nikos Anastasiadis, Crans Montana’dan sonra bir daha müzakere masasına dönmedi. Görüşmecisi Andreas Mavroyannis bir olumlu oyun “engelleyici bir faktör” olacağını söyleyip duruyordu. Sonunda, 2020 yılında ABD dışişleri bakanı Mike Pompeo’nu huzurunda, Atina’da Yunanistan, İsrail ve Kıbrıs, Esat-Med projesini resmen imzaladılar.
Ne hazindir ki, Kıbrıs Rum tarafı federal çözüm formülünden etkin katılım ilkesini söküp atmaya çalışırken, Türk tarafı, biraz da Anastasiadis’in oyununa gelerek, iki-devletli çözüm formülüyle sahneye çıktı ve Kıbrıs Rum tarafını rahatlattı.
İkinci Dönüm Noktası
Kıbrıs-ABD ilişiklerinin derinleşmesinde ikinci dönüm noktası, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı oldu. Kıbrıs’ın Avrupa Birliği üyesi olduktan sonra da Rusya ile yakın ilişkiler içinde olmaya devam ettiği bilinen bir gerçektir. Ta ki Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasına kadar...
Bu tarihten sonra Kıbrıs Cumhuriyeti kayıtsız şartsız Batı dünyasının yanında yer almaya başladı. Rusya ile ilişkileri kesti ve Rusya gemilerine Kıbrıs limanlarında verilen hizmetlere son verdi. AB’nin Ukrayna-politikasını bütünüyle desteklediği gibi, ABD ile stratejik diyalog başlatarak savunma alanında işbirliğine yöneldi.
Bu arada, İsrail ile Türkiye yeni bir yakınlaşma çabası içine girdiler. İsrail devlet başkanı Yitzhak Herzog, 9-10 Mart 2022 tarihlerinde Türkiye’ye resmi bir ziyaret düzenledi. Başbakan Netanyahu’nun da Ankara’ya resmi bir ziyaret yapması planlanıyordu.
Böyle bir ortamda, ABD, iki ülkenin yakınlaşma çabalarına katkı koymak için olsa gerek, Ocak 2022 tarihinde East-Med projesinden desteğini çekti. Yavaş yavaş Türk-İsrail diyaloğu yeniden tesis ediliyordu.
Fakat Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’e karşı düzenlediği saldırının ardından İsrail’in Filistinlilere karşı uluslararası hukuku ihlal ederek acımasız bir savaş başlatması, Türk-İsrail ilişkilerini tamir edilemez bir noktaya savurdu. En azından yakın zaman içinde...
Üçüncü Dönüm Noktası
Kıbrıs Cumhuriyeti İsrail ile bir süreden beri sürdürdüğü işbirliğini daha da derinleştirdi. Ortak askeri tatbikatlara ve askeri eğitim programlarına başlandı. Kıbrıs Cumhuriyeti, İsrail’in Gaza saldırısını hiçbir zaman kınamadı ve İsrail’in yanında yer aldığını her vesileyle ortaya koydu. ABD’nin ve Amerikan ordusunun büyük önem verdiği Gazze’ye deniz yoluyla yardım ulaştırmayı Kıbrıs Cumhuriyeti üstlendi ve İsrail hükümeti ile işbirliği halinde Amalthia projesini hayata geçirdi.
Son olarak da, Great Sea Interconnector (AB ile elektrik bağlantısı) projesine İsrail’i de dahil etti ve bu proje için ABD’nin tam desteğini elde etti.
ABD, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tavrını, İsrail’in “savunmasına” verilmiş büyük bir destek olarak değerlendirerek Kıbrıs Cumhuriyeti’ni takdir etti ve Nikos Hristodoullis’in Washington ziyaretiyle Kıbrıs Rum tarafını mükafatlandırdı.
Çünkü, ABD’nin Ukrayna savaşında Rusya’ya karşı Batı’nın yanında yer almak, Doğu Akdeniz ve Yakın Doğu’da da İsrail’in çıkarlarına hizmet etmek şeklinde özetlenebilecek iki jeo-stratejik önceliğine Kıbrıs Cumhuriyeti karşılık veren bir tutum içindedir. Nitekim, Biden-Hristodoulidis görüşmesinde Biden, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Ukrayna ve İsrail’e karşı takındığı tavrı bol bol övdü. Hristodoulidis de son dönemlerin moda deyişiyle “tarihin doğru tarafında”, yani ABD tarafında yer aldığını söyleyip durdu.
Bütün bunların Türkiye’nin “stratejik otonomi” adı altında Batı’nın izlediği politikalardan uzaklaştığı bir döneme denk gelmesi tesadüf değildir...
Kıbrıs Sorununa Yansımalar (2)
Artık yeni bir durumla karşı karşıyayız. Kıbrıs, İsrail ve Yunanistan’ın bölgemizde ABD ile aynı jeo-stratejik çıkarların savunucuları olmaları, ayrıca, Kıbrıs’ın İsrail’in yanında yer alması ve bunu sürdürmekte kararlı olması, Kıbrıs Sorununun çözüm arayışlarını etkilemektedir.
Her şeyden önce, böyle bir ortamda, Türkiye’nin Crans Montana’dan sonra ileri sürdüğü iki-devletli çözüm formülünün en küçük bir destek bulması söz konusu değildir. Zaten bu, rasyonel bir Kıbrıs politikasından çok, Türk’ün Türk’e propagandası gibi durmaktadır...
Fakat, bu jeo-politik dengeler federal çözüm perspektifini de zora sokmaktadır. Çünkü, ABD ve İsrail için Federal Kıbrıs Devleti ancak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bugün izlediği bölgesel politikaları sürdürmesinin güvence altına alınması durumunda kabul edilir bir çözümdür. Bu da, geçmişte Nikos Anastasiadis’in yaptığı gibi, Kıbrıslı Türklerin federal yönetime etkin katılımının sorgulanması anlamına gelmektedir.
Nitekim Washington görüşmesinden sonra yapılan açıklamalar arasında kanımca en önemli olanı, Nikos Hristodoulidis’in, Kıbrıs Sorununa bulunacak çözümün Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bölgede oynadığı role gölge düşürmemesi gerektiği yönündeki açıklamasıdır.
Kıbrıslı Rum siyasetçinin vermeye çalıştığı mesaj şudur: Eğer çözümle birlikte Kıbrıslı Türklerin federal hükümette yer almaları Türkiye’ye Kıbrıs’ın dış politikasında söz sahibi olma imkanını sunacak biçimde olursa, Kıbrıs’ın İsrail ile stratejik işbirliği tehlikeye düşer...
Nitekim Hristodoulidis’in bu açıklamasından sonra, cumhurbaşkanı ile yakın ilişki içinde olduğu bilinen RIK televizyonunun muhabiri şöyle diyecekti: “Federal bir Kıbrıs olsaydı Amalthia projesi hayata geçebilir miydi... Türkiye, buna müsaade eder miydi...”
Bu sözler, Nikos Anastasiadis’in bir kaç yıl önce East-Med projesi için söylediklerinin bir benzeridir. Yani, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeni “Devlet Aklı” budur!
Fakat şu da bir gerçektir ki, Kıbrıslı Türklerin etkin katılımını sulandıracak bir federal çözümü hiç kimse kabul etmeyecektir.
Özetlersek: İki-devletli çözümü zaten kimse ciddiye almıyor.
Jeo-stratejik ve jeo-politik dengeler üzerine kurulan hesaplar yüzünden, Kıbrıslı Türklerin etkin katılımına dayalı bir federal devlet fikrinin kabul edilmesi oldukça zor görünüyor.
Bu durumda, adanın kuzeyiyle sınırlı kalacak bir Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu fikri etrafında bazı egzersizler yapılabilir. Örneğin, “Doğrudan Temas” gibi bazı talepler al-ver anlayışı çerçevesinde Kıbrıs Rum tarafından kabul görebilir. Yeter ki, Kıbrıslı Türkler adanın kuzeyinde kalsınlar, Kıbrıs devletine “sızmasınlar...”
Ne gariptir ki, Türk tarafının Kıbrıs politikası tam da rakiplerinin istediği yönde seyrediyor!
Federal çözümü zorlayacak yerde, Mesarya ovasında tek başına ıslık çalmak tercih edilir olmuştur.
Buna en çok ABD ile İsrail seviniyordur...