Türk-Yunan yakınlaşması bizi nasıl etkiler?
Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Erdoğan-Samaras görüşmesi sonrasında Kıbrıs ile ilgili yapılan açıklamalarda yeni sayılabilecek bir unsur var mıdır? Erdoğan, “Kıbrıs sorununu tarihe gömelim” derken, Samaras, “Kıbrıs sorununun 40 yıldır çözülmediği doğru. Artık bunun değişmesi lazım” dedi. Bu açıklamaların iyi niyet temennisinden öteye gitmediği doğrudur ancak Türk-Yunan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi'nin (YDİK) gerçekleştirdiği toplantının sonuçları, Kıbrıs’ta gidilecek yönü tayin eder niteliktedir. Türk-Yunan ilişkilerinde gelinen konak hali hazırda bölgemizde barışa hizmet etmektedir. Şimdi bizim bu bölgesel koşulları Kıbrıs’a yansıtmanın yöntemlerini bulmamız gerekmektedir. Gelişmeleri doğru okuyup üreterek var olma (kalkınma) odaklı bir toplumsal vizyon etrafında kenetlenebilirsek barışa katkımız artabilir. Eğer eski paradigmaların gölgesinde, mutlakıyetçiliği ilkelilik zannederek yeni olanı ötekileştiren, dışlayan, suçlayan ve bundan kişisel veyahut partisel medet uman zihniyetin esiri olursak, bölgedeki gelişmelere paralel olarak Kıbrıs’ta yaşanacak süreci uzaktan izleyen, imzalar atılırken dahi “bunlarla çözüm zor” diye kendi kendine mırıldanan bir konumda olabiliriz.
Samaras, ülkesinin boğuştuğu ekonomik krizden çıkış için “kalkınmayı barışın hizmetine sunalım” diyor. Tüm farklılıklara rağmen 25 işbirliği anlaşmasına imza koyarak Türk sermayesinin Yunanistan’da daha etkin olmasının önünü açıyor. İki ülke arasındaki ticaret hacminin 10 milyar dolara çıkması için gereğini yapmaktan söz ediyor. Tüm bunlar, Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan yakınlaşmanın “barışmak için barışmak” olgusunun çok ötesinde bir durum olduğunu anlamamıza yardımcı olmalıdır. Küreselleşmenin dayattığı birleşme olgusu iki ülkeyi gelişerek var olabilmek adına işbirliğine zorlamaktadır. İki ülkenin siyasi iradeleri halklarının da verdiği yetkiyle işbirliğini ete kemiğe büründürebildiği oranda kendi ülkeleri için belirledikleri vizyonlara ulaşma şansları artmaktadır. Bu işin odağında yine her bir ülkenin kendi öznel koşullarında belirlediği ülkesel vizyonları ve stratejileri vardır. Barış bu ülkeleri kendi vizyonlarına ulaştıracak önemli bir katalizör olacağı için kendiliğinden gündeme gelmektedir. Yunanistan’ın acilen ülkenin gelir hanesine yazılacak dış yatırımlara ihtiyacı vardır. Türkiye ise gelişen sermayesinin yeni pazarlarda büyüyerek varlığını sürdürebileceğinin farkındadır. Bu koşullarda barış her iki ülke için de en ideal ortamdır.
Kıbrıs’ta çözüm için geçmişte “uluslararası toplum hareketlensin ve Yunanistan ile Türkiye’yi de işbirliğine zorlasın” diyorduk. Bugün zaten Türkiye ve Yunanistan iktidarları kendi ülkesel vizyonları doğrultusunda adım atmak için gerekli iradeye sahiptir ve barışı da bu çerçevede değerlendiren bir zihniyetle hareket etmektedir.
Yunanistan Komünist Partisi “Halklar karşıtı Türk-Yunan Anlaşmaları” diyerek yakınlaşmaya burun kıvırırken ana muhalefet SYRİZA’nın iltifatlarla yetinmemek ve kıta sahanlığı ile münhasır ekonomik bölgelerle ilgili de anlaşmak gerektiğini ortaya koyması her ülkenin kendi dinamikleri ile bu süreci tecrübe edeceğinin göstergesidir. Son kertede ülkelerin tavrını belirleyecek olan halkların demokratik iradesi olmalıdır. Halklar, barış ve kalkınma arasındaki ilişkiyi görebilmeli ve siyaseten süreçlere taraf olabilmelidir.
Bize de vizyoner liderlik ve yeni bir dil gerekmektedir. Halk nezdinde kalkınmacı dili egemen kılamamanın bedeli ağır olabilir zira Türk-Yunan yakınlaşmasını kendi ideolojisi lehine kullanmayı deneyecek olanlar boş durmayacaktır.
Ata Atun’un Erdoğan-Samaras görüşmesini değerlendirirken, “(…) dostluklar geliştikçe Kıbrıs sorununun çözüleceğinden (…) iki ülke arasında yatırımların artacağından ve işbirliğinin büyük boyutlara ulaşacağından eminim. En azından artık iki ülkenin kuruş kuruş kazandıkları silahlanma yerine kendi halklarının refahına yönelecek” tespitini yapmış olması dikkat çekici değil midir?
Toplumumuzda barış idealinin gerçek temsilcileri değişimin de öncüsü olup dümenin başına geçebilecek midir? Türk-Yunan ilişkilerini yakından izlerken esas görev bu sorunun yanıtını vermek olmalıdır.