Türkçülükteki siyasi tez hatalarının yarattığı sorunlar
Türkçülükteki siyasi tez hatalarının yarattığı sorunlar
Ulaş Gökçe
[email protected]
Osmanlı İmparatorluğu’na Türk milliyetçiliğinin Yunan, Sırp, Arap ve devletin diğer etnik gruplarının milliyetçiliğinden çok sonra ortaya çıktığı biliniyor. İmparatorluk’ta bilindiği gibi milliyet dini ifade ediyordu. Buna göre memlekette Müslüman, Katolik, Ortodoks (Millet-i Rum), Musevi milletler ve diğerleri mevcuttu. Bu tür millet kavramından Bulgarlar, Yunanlılar, Sırplar ve ayrıca Araplar istifa edince geriye kimliksiz, daha doğrusu eski Müslüman kimliğinde, bugün Türk olarak isimlendirilen bir cemaat kalır. Bu cemaat uzun süre kendini Osmanlı olarak konumlandırsa da nihai olarak kendini Türk diye ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla isimlendirmeye başlar. Bu Türk etnonimi Oğuzların altında, üstünde, paralelinde değil Anadolu’dan Azerbaycan’a, Bosna’ya Türk dillerinde konuşanları adlandıran bir içerik taşır. Yani konkre bir çizgi taşımayan, Osmanlı’nın milliyet kavramına benzer bir tonaj içerir. Türk ismi Osmanlı döneminde Türkmen, Yörük ile birlikte bazen bir isim, bazen de bir sıfat olarak uzun süre kullanılır. Osmanlı’da Türkmen veya Yörük neredeyse tam bir karşılığı olan bir etnonim olarak var olurken, Türk tüm Anadolu’dan başlayarak geniş bir coğrafyada Türki aşiretlerin, dillerin, alt etnik gruplarının ismi haline gelir. Ayrıca önemli bir dönem Osmanlı egemen çevrelerince bu ismin barbarın eş anlamlısı olarak kullanıldığını da belirtmek gerekiyor.
Türk etnonimi, elbette, çok eskidir. Çin’den Polonya’ya çok geniş bir coğrafyada yaşayan ve çeşitli Türki diller konuşan halklara Türk ve Tatar isimleri verilmiştir. Rusya’da Tatar etnonimi Moğol işgaliyle başlar ve 20. yüzyılın başına kadar tüm Türki halklar için kullanılır. Aynı şekilde Türk etnonimi de eş anlamda ve manada kullanılmaya devam eder. Bu tanım bir etnik grubun adı değil, tüm Türki halkların ortak tanımıdır. Elbette bu genel tanım yanında bölgesel, endoetnonimler, yani halkların kendi kendilerine verdikleri isimler de yoğun olarak kullanılır.
Rusya ve Almanya’da 18. yüzyıldan itibaren Türkoloji çalışmaları akademik olarak başlar, Şarkiyat enstitüleri kurulur, Türkoloji bölümleri açılır, sözlükler yazılmaya başlanır, ciddi alan çalışmaları yapılır. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce karşımızda Türk isminin iki ayrı ama çok benzer kullanımı vardır. Buna göre Avrupa’da: Türki halkların genel ismi ve Osmanlı’da: genel isim yanında Türkiye’de yaşayan Türki halkların ismi.
Cumhuriyetle birlikte Türk ismine yeni, etno-linguistik boyutundan farklı, siyasi bir kavram eklenir: Türkiye Vatandaşı. Ne demekti Türkiye vatandaşı? 21 ve 24 Anayasaları bunu tam anlatmasa da 61 anayasası şu ifadeye yer verir: Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Bununla birlikte Cumhuriyetin özellikle Atatürk-İnönü döneminde Türk ırkı kavramı yoğunluklu olarak kullanılır. Her iki liderin açıklamalarından anlaşılan şudur: Irklar arasında bir Türk ırkı vardır, bu ırkın dili Türkçedir, bu ırk Anadolu’nun yerel halkıdır (Avtohronizm/Indigenism, dönemin antropoloji çalışmaları, dil teorileri), bu ırkın Orta Asya’ya uzanan kolları vardır, Türkiye’de yaşayan ve Türkçe bilen herkes Türk’tür, Türk olmanın aynı zamanda bir etnik köken zorunluluğu yoktur.
Böylelikle Türkiye’de yaşayan, Türkçe konuşan başta Müslümanlar olmak üzere tüm etnik gruplar, Türkmen veya Yörük gibi Türki alt etnik gruplar Türk ilan edilir. Bu noktada da ısrarla Türk olmak istemeyen unsurlar hedef olur.
Atatürk’ün kurguladığı Türk kavramına ek olarak Ziya Gökalp ile yeşeren benzer bir başka Türk kavramı daha ortaya çıkar. Ziya Gökalp’te ırk terimi tüm Türki halkları içine alan ve millet kavramını reddeden bir anlayıştır. Yani Atatürk’te Türk Anadolu’daki Türki unsurlar, Müslüman unsurlar, göçmen gelenler arasında bir ayrım yapmazken, Ziya Gökalp’te ırk coğrafya ve çağdaş anlamda milliyeti de tanımamaktadır. Ancak Ziya Gökalp, esas değineceğimiz meselenin farkındadır: Türk Anadolu’dan Kuzey Kutbu’na kadarki bölgede farklı milletleri tanımlayan bir içeriğe sahiptir. Gökalp bundan mutlu değildir, farklılıkların derinleşmesine karşıdır, en azından Turan’ın başlangıcı olarak Oğuzların (Türkiye, Azerbaycan, İran Türki halklarının) birleşmesini makul görmektedir.
Bu noktada Ziya Gökalp’in ne dediğine bakalım:
“Dün Türkler için hayali bir ülkü olan milli devlet, bugün Türkiye'de bir gerçek halini almıştır. O halde Türkçülüğün, idealinin büyüklüğü noktasından, üç dereceye ayırabiliriz:
1) Türkiyecilik
2) Oğuzlar veya Türkmencilik
3) Turancılık,
Bugün, gerçekli sahasında, yalnız "Türkiyecilik" vardır.”
Böylelikle bugünkü resmi Türk kavramının çok boyutlu halini özetlemiş olduk.
1. Türk, Türkiye’de yaşayan ve Türkçe konuşan insanlardır.
2. Türk, tüm Türki dilleri konuşan halkların ismidir.
Bu tanımlamalar birbirine zıt görünse de aynı şeye hizmet ediyordu: Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve dünyada geriye kalan Türki halkların birleştirilmesi.
Peki Türkiye’de yaşayanlar kimdir ve nasıl bir isimle adlandırılabilirler?
Her şeyden önce bilimsel bir zemine ihtiyaç vardır. Bugün millet/etnik grup tanımlamalarının temelinde dil yatmaktadır. Elbette bu tanım bir kişi, toplum veya topluluğun kendini farklı tanımlamasına engel değildir. Engel de olmamalıdır. Çünkü farklı dilleri kullanıp tamamen farklı etnik kökene sahip topluluklar tarihte mevcuttu ve hala daha mevcuttur. Kıpçak dili konuşan Ermeniler, Urumlar (Kırım) buna örnek olarak gösterilebilir. Diller ise akrabalık derecelerine göre önce aileye, sonra kola, sonra da gruba ayrılır. Tam olarak bu sıra şöyledir: aile, alt aile, üst kol, bölge, kol, alt kol, grup, alt grup, alt grup altı, mikro grup, dil. Dillerin en üst kategorisinde bezen ispatlanmış tezler, bazen de hipotezler olur. Örneğin Hint-Avrupa dilleriyle ilgili olarak ispatlanmış tez vardır. Yani bu diller bir Ön Hint-Avrupa dilinden doğmuşlardır. Bir de henüz hipotez seviyesinde Ural-Altay ailesi vardır. Yani kabaca söylemek gerekirse Japonca ile Kırgızca’nın aynı kökene sahip olduğu henüz ispatlanmamıştır. Dillerin sınıflandırılması karşılaştırmalı dilbilimden başlayarak pek çok yöntemle belirlenir. En üst seviyedeki akrabalıklar çok uzun bir tahlil sürecinden geçer. Bu süreç bazen 200, bazen daha fazla yıl sürer, arkeolojiden antropolojiye her türlü bilim dalı kullanılır, en azından 3 bin yıllık tüm fonetik ve dilbilgisi değişimleri, geçişleri tek tek bulunarak bugünden geriye doğru gidilerek ön dil bulunmaya çalışılır. Yani insanlardaki akrabalık gibi ortak ebeveynin bulunmaya çalışılır. En üst seviyede böyle bir süreçten geçilirken en alt seviyede, yani gruptaki diller nasıl isimlendirilir? Buradaki ilk ve en sağlam kriter karşılıklı anlaşılabilirliktir. Yani eğer bir İstanbullu İzmirlinin konuştuğunu, Bakülünün konuştuğundan daha fazla anlıyorsa Bakülünün konuştuğu dil ayrılarak önce kendi içindeki durumuna bakılır, sonra Türkiye’nin tüm bölgelerindeki anlaşılırlığına bakılır. Yani bir dile dil demek için yaygınlığına bakılır, sonra da akrabalarıyla karşılaştırılır. Bir kişi İzmirliyi %90 anlıyorsa İzmirlinin veya o kişinin dili merkez unsur sayılarak birine dil, diğerine lehçe denir. Bir kişi diğerini %30 anlıyorsa diğerinin konuştuğuna farklı bir denir. Türkiye’de yaşayanların konuştuğu dil nedir? Bu dil Ural-Altay (Hipotez) dilleri arasındaki Altay Dilleri (Hipotez) kategorisindeki Türki Diller Ailesi içerisindeki Oğuz Grubu içerisinde yer almaktadır. Bu gruba ayrıca Azerice, Türkmence, Gagauzca ve Kıbrıs Türkçesi de dâhildir. Bu tüm dünyada kabul edilen, bilimsel olarak ispatlanmış bir tanımdır. Çünkü aynı metodoloji farklı zamanda, farklı yerde, farklı deney unsuruna uygulandığında aynı sonucu vermektedir. Peki Türkiye’deki bu konudaki (resmi) tanım nedir? Tanım şudur: “Türk lehçeleri.” Yani Türkçe isimli bir dil vardır, bu dil Türkiye’den Yakutistan’a kadar geniş bir coğrafyada konuşulur, Yakutistan’da konuşulana ve Türkiye’de konuşulana Türkçenin lehçesi denir, aynı zamanda Türkiye’de konuşulana Türkçe denir ve aynı zamanda Türkiye Türkçesi denir. Bir tür anlamsız tekerleme gibi kulağa gelen bu sav bilimsellikten uzak olduğu kadar sağlıklı bir içgüdüye dahi aykırıdır. Aynı yöntemi farklı alanlara uygulayarak bu savı sınayabiliriz. Hint-Avrupaca bir dildir, bu dilin İranca, Hindistanca, İngilizce, Fransaca, Almanyaca lehçeleri vardır. Başka bir deney: Cermence bir dildir. Bu dilin İngilizce, Almanca gibi lehçeleri vardır. Ne yazık ki Türkiye’de yaşayan dilbilimciler ile tarihçileri tamamen esiri altına alan, kurgusal bu kalıp her alana sirayet etmiştir. Bunun dışında bir düşünce hala kabul edilmemektedir. Prof. Dr. Talat Tekin herhangi bir sonuç değerlendirmesi yapmaktan itinayla uzak durarak, herhangi bir kişinin gerçekleştirebileceği basit bir deney yapmıştır. Türk Dilleri Ailesi ismini verdiği bu çalışmanın başında şu ifadeleri kullanmaktadır:
“Çuvaşça, Yakutça, Tuvaca, Hakasça, Altayca, Kırgızca, Kazakça vb. gibi Türkçe (Türkiye Türkçesi) ile akraba ya da kardeş olan ve uzak geçmişteki bir ana dilden, "Ana Türk Dili"nden türemiş bulunan dillere dünya Türk dilbilimi çevrelerinde, genellikle, "Türk dilleri" (İng. Turkic languages, Alm. Türkische Sprachen, Rus. Tyurkskiye yazıki, vb.) adı verilir. Türk dilbilimi verilerine ve modern dilbiliminde uygulanan ölçütlere göre Türk dillerinin çoğu için yerinde ve uygun olan bu ad bizde Hacettepe Üniversitesi'nce de benimsenmiş ve bu diller "Türk yazı dilleri" adıyla programa girmiştir.[1] Ancak, "Türk dilleri" adı bizde, ya doğru ve uygun bulunmadığı ya da sakıncalı sayıldığı için, genellikle, kabul edilmemekte ve. kullanılmamaktadır. Türk Dil Kurumu yayınlarında, önceleri "Türk lehçeleri" adı benimsenmişken [2], sonraları bu ad yanında "Türk dilleri" deyimine de yer verildiği görülmektedir.[3] Ankara Üniversitesi Türk dillerini öteden beri "lehçe" sayar ve "Türk dilleri" deyiminden kaçınır.[4] İstanbul Üniversitesi ise, daha aşırı bir tutumla, "lehçe" deyimini yalnız Çuvaşça ve Yakutça gibi öbürlerinden çok farklı iki Türk dili için kullanmakta, bu diller dışındaki bütün Türk dillerini "lehçe"nin de altında bir konuşma türü (variety of speech) saydığı "şive" sözü ile adlandırmaktadır.[5] Bu durumda, Türk dillerini adlandırmada üç ayrı görüşle karşı karşıyayız demektir:
1. Dünya Türk dilbilimi çevreleri ile Hacettepe Üniversitesi'nin ve Türk Dil Kurumu'nun görüşü (dil),
2. Ankara Üniversitesi'nin görüşü (lehçe),
3. İstanbul Üniversitesi'nin görüşü (Çuvaşça ile Yakutça lehçe, öbürleri şive).”
Hocamız bu deneyinde 18 ayrı Türki dil arasında anlaşılabilirlik testi yapmış ve Türkiye’de konuşulan çağdaş Türki dile en yakın Gagauzca konusunda dahi şu açıklamayı yapmak zorunda kalmıştır: “Görüldüğü gibi, Gagauzca Türkçeye çok yakındır. Bununla birlikte, bazı sözlük (uşak "çocuk", çeket- "başlamak", çiten "sepet", oya "yavaş, ağır", yabanı "kurt", hodul "kibirli, gururlu", islä "iyi", birerda "birlikte", deyni "için, diye", sesle- "dinlemek", urok "ders", vb.) ve sözdizimlik (syntactical) farklar Gagauzca ile Türkçe arasındaki karşılıklı anlaşılabilirliği önemli ölçüde azaltır. Bununla birlikte Gagauzlar Türkiye sınırları içinde yaşamış olsalardı, Gagauzca, hiç kuşkusuz, Türkçenin bir diyalekti sayılırdı. Ne var ki durum böyle değildir.”
Prof. Dr. Tekin diğer hiçbir dilde anlaşılabilirliğin üst düzeyde olmadığını ortaya koyarak bunların lehçe değil dil olduğunu, Kaşgarlı Mahmut’tan bin, Avrupalılardan yüzyıllarca sonra ortaya koymak zorunda kalmıştır.
Bu ironik durum Türk tarih tezleri, Türkçülük (Turancılık), Atatürk milliyetçiliğinin kaçınılmaz sonundan başka bir şey değildir. Türk ismiyle bir tür süperetnos kurgulayıp bununla önce bir ülkedeki farklı dilleri (Kürtler, Lazlar ve hatta Rumlar ile Ermeniler) konuşanları nitelendirirseniz, sonra bununla da yetinmeyip birbirlerini bin yıldır görmeyen halklara bu ismi verirseniz varacağınız yer ancak bu olabilir.
Dilden yola çıkarak yukarıda sorduğumuz soruya cevap verelim: Türkiye’de Türki bir dil konuşulmaktadır. Türkiye’de yaşayan Türki halkın etnojenezi (kökeni) çeşitli dönemlerde doğudan ve balkanlardan gelen Oğuzlar (Veya Türkmenler veya kısmı olarak Moğollar) temelini oluşturduğu, Ermeni, Rum, Kürt, Arap, Süryani gibi yerli halklar, Balkanlardan gelen çeşitli Slav halklarca oluşmuştur. Bu oluşumda bugün Türkiye Türkçesi olarak isimlendirilen dile geçiş çok önemli bir unsurdur. Bugün Türk olarak isimlendirilen bu halkın konuştuğu dil Anadolu-Balkanlarda konuşulan Türki dillerin çeşitli aşamalardan, reformlardan geçen çağdaş ve bütün, standartlaştırılmış halidir.
Bu dilin en yakın akrabaları Gagauzca, Kıbrıs Türkçesi ve Azericedir. Kıbrıs Türkçesi, bu dilin lehçesi sayılmaktadır.
Tüm bu tespitlerden sonra sıra mevcut olanı yeniden nitelendirmeye geldi. Bugün Türkiye’de (Ve aslında Kıbrıs’ta) yaşayanları ve dillerini nasıl nitelendirebiliriz?
Not:
1. Bu yazının devamı gelecek hafta yayımlanacaktır.
2. Pek çok tarihçi gibi Dr. Nazım Beratlı da Kıbrıslı Türklerin tarihini incelerken Türkmenlerin, Yörüklerin, Türkiye Türklerinin dünü ve bugününe başvurmuş, Osmanlı’nın Türkmen/Yörük siyasetini çalışmalarında çok ayrıntılı olarak açıklamıştır. Yazarın eserlerinin buradaki tartışmalara ışık tutacağını düşünmekteyiz.