Türkiye-ABD İlişkilerinin Gölgesinde
Beş+Bir’li toplantının, tarihi çok kesin olmamakla birlikte Mart ayında yapılacağı ilan edildi.
Eğer pandemi izin verirse tabii!
BM Genel Sekreteri, bu toplantı için hedef küçülterek, amacın ‘iki taraf arasında çözüm için ortak bir zemin bulunup bulunmadığının araştırılması’ olduğunu açıkladı.
Şu andaki verilere göre ortak zeminin olmadığı açık değil mi? Aslında çok açık.
Türkiye’nin ‘iki-devletli çözüm’ (Taksim) çıkışından sonra ortak zeminin kalmadığını Mısır’daki sağır sultan bile duymuştur.
O zaman, bu toplantıyı gerekli ve önemli kılan nedir?
Bu soruya, 15 Ocak 2021 tarihinde, bu köşede (BM Ne Yapmaya Çalışıyor?) kısa bir yanıt vermiştim.
BM Kıbrıs’ı bir çatışma ortamından çıkarmak istiyor!
Peki, Kıbrıs’ta bir çatışmanın olası nedenleri nelerdir?
Bugün yeşil hat üzerinde bazı askeri gerginlikler olsa bile, BM’nin esas korkusunun bu olduğu söylenemez.
Onyıllardır adada sürdürülen askeri yığınak şimdi mi sorun olmuştur?
Doğu Akdeniz’de var olduğu varsayılan doğal kaynakların paylaşım kavgası veya deniz yetki alanları üzerindeki anlaşmazlıklar bir sıcak savaşın nedeni olabilir mi?
Bir kıvılcımın Türkiye ve Yunanistan arasında ani bir patlamaya dönüşmesi korkulan bir senaryo olmuştu. Ama NATO’nun devreye girmesiyle tarafların yerlerine oturduğu bir gerçektir.
Ama bunun ötesinde, şimdi bu beş+bir’li zirveyi şekillendiren konu özel olarak Türk-Amarikan ilişkileri, genel olarak da gerek iç siyasi rejimi gerekse dış politika yönelimleri bakımından Türkiye’nin kendini, giderek Batı’dan daha uzak bir konuma yerleştirme eğilimidir.
‘Türkiye Batı’dan kopamaz, kopamaz’ şeklindeki iyimser yaklaşımı artık güçlü şekilde şüpheyle karşılamamız gerekmektedir.
Batı, Türkiye’nin hem içeride hem de dışarıda sergilediği duruşu değiştirmesini beklemiyor mu?
Şimdilerde Biden yönetimi bu beklentinin sözcülüğünü üstlenmiş gibi görünmektedir.
Biden yönetimi’nin beklentileri, Türkiye’nin otoriter uygulamalarını sonlandırmasını, S400 alımında da sembolleşen Rusya ile ittifaklaşma siyasetinden vazgeçmesini ve bölgede ABD’nin devlet dışı aktörlere yönelik dayanışmasını ‘anlayışla’ karşılamasını kapsamaktadır.
Kıbrıs’ta BM parametrelerine dayalı bir çözüm siyasetine dönmesi de Türkiye’ye dönük en güçlü beklentilerden biridir.
ABD’nin, en önemli bölgesel ortağı olan İsrail’le yakınlaşmış, AB üyeliğini konsolide etmiş (Kıbrıslı Rumların yönetimindeki) bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yok sayılması gibi bir yaklaşıma prim vermek istemediğine dair, çıplak gözle görülebilen çok güçlü kanıtlar vardır.
Türkiye, içeride derinleştirdiği otoriterleşme adımlarını dizginleyerek, yeniden demokrasiye yönelecek mi?
Bu soruya olumlu yanıt vermek oldukça zordur.
Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan Rektör atamasını protesto eden öğrencilerin maruz kaldığı muameleye ve muhalafete karşı sürdürülen antidemokratik uygulamalara bakılırsa demokrasiye dönüş beklentisi karşılık bulmayacaktır.
Suriye’de, S400 meselesinde ve Rusya’ya taraf çevrilen ittifak arayışlarıyla Batı ile arasına duvarlar ören Türkiye’nin daha farklı davranacağına dair herhangi bir belirti henüz görünür değildir.
Türkiye’nin de ABD’den bazı beklentileri vardır.
Türkiye, örneğin, Suriye’de ABD’nin Kürt silahlı gruplarına verdiği askeri destegi sonlandırmasını talep ediyor.
S400 füzelerinin Türkiye’nin hava savunması için gerekli olduğunun, ABD tarafından tanınmasını bekliyor.
Türkiye, hem NATO üyeliğinin şimdilik sorgulanmamasını hem de Rusya’ya dönük ittifak arayışının ‘çok yönlü dış politika’ kapsamında görülmesini ve fazla ses çıkarılmamasını talep ediyor.
Bir de, artık, Kıbrıs’ın kuzeyinin kaderinin Türkiye’ye bağlı olduğunun kabul edilmesini umuyor. Bunun gerekçesi ise hazırdır:
“Federasyon modelini denedik, olmuyor.”
Şimdi ABD-Türkiye ilişkilerinde en başta bu konular masaya yatırılmaktadır.
Acaba Türkiye-ABD ilişkilerinde ittifak anlayışı yeniden hakim olacak mı? Eğer bir ittifak anlayışı yeniden egemen olursa, tarafların eğri oturup doğru konuşma zamanı gelecektir.
O zaman da BM parametreleri masaya yatırılır ve kimi revizyonlarla ama en önemlisi çözüm yönteminde cesaretli değişikliklerle, Kıbrıs sorunu barışçıl bir çözüm sürecine sokulur. Berlin Zirvesi (25 Kasım 2019) aşamalandırılmış bir çözüm sürecini öngörüyordu.
Ama, Türkiye ve ABD arasında varolan ve yukarıda özetle sıralanan konulara-anlaşmazlıklara bakılırsa, bu oldukça zor. Yani bu ikinci olası senaryo olan iplerin koptuğu bir süreç anlamına geliyor.
Bu senaryo, Rusya’nın Türkiye’ye dönük yaklaşımlarıyla da şekillenecektir.
Böyle bir süreçte Kıbrıs’ta barışçıl çözüm perspektifinden bahsedemeyiz. Yani Batı’dan kopmuş bir Türkiye ve Rusya’nın el altından göz kırptığı bir iki-devletli çözüm macerası!
Ama tarafların işi sürüncemede bırakarak zaman kazanmaya çalışması da ciddi bir olasılıktır. Bu üçüncü senaryo, ilişkilerin daha da kötüleşmediği ama düzelme yoluna da girmediği bir durumu ifade ediyor. ABD ve Batı böylece ilişkilerin düzelmesini Erdoğan sonrası döneme havele etmeye, Türkiye de Batı’dan kopuşunu zamana yaymaya yönelebilir.
Bu üçüncü senaryo Kıbrıs’ta barışçıl çözüm yolunu canlı tutabilir ama sonuç alınmasını sağlayamaz. Sadece zaman kaybederiz.
İşte şimdi bu üç senaryonun hangisinin hakim olacağına bakarak, Mart ayındaki 5+1’li toplantının sonuçlarını daha kolay anlayabiliriz.