TÜRKİYE KARŞITLIĞI' SAKIZI
Eskiden beri Kıbrıs'taki her türlü siyasi harekete Ankara'dan müdahil olanlar vardı. İsteyenler 'gayrı resmi tarih'i anlatan metinleri bulup okuyabilir. Necati Özkan'dan Ahmet Mithat Berberoğlu'na, Dr. Küçük'ten Ziya Rızkı'ya kadar çok sayıda toplum lideri bir şekilde harcandı. "Peşimde 40 MİT ajanı dolaşıyor" diyen, son gece seçimden çekilen Derviş Eroğlu da ayrı bir listede değerlendirilebilinir. Rauf Denktaş da zaman zaman Türkiye ile ters düştü, ama sıkıntıları aşıp ayakta durmayı başardı. Ta ki Erdoğan gücü ele geçirinceye kadar.
Hem Denktaş, hem de UBP Ankara ile en gergin zamanlarını Annan Planı döneminde yaşadılar. Kırılan fay hattını tamir etmek neredeyse 10 yılı buldu. Bizim sağın Erdoğan'a karşı sığındığı askerlerin tasfiyesi sonrası, 'tapılması gereken yeni Kabe' tespit edildi.
Artık 'kışla' zamanı bitmiş 'cami' vakti gelmişti.
Giden 'paşam', gelen 'hocam'dı!..
* * *
Kıbrıs Türk sağı bu oportünist tavrı sergilerken, geleneksel olarak hep 'Türkiye karşıtlığı' ile suçlanan solcular için bu argüman geri döndü.
Oysa unutturulmak istenen bir detay var: 2002 yılı sonunda seçim kazanan Recep Tayyip Erdoğan'ın Kıbrıs'ta 'çözümsüzlük çözüm değildir' siyasetine en büyük desteği sol hareketler vermişti. Sağ o günlerde Erdoğan'ı 'Kıbrısı satmak’la suçluyordu.
Türkiye AB için adaylık statüsü elde etmişse, demokratikleşme yönünde o dönemde adımlar atabilmişse, açılımlar yapabilmişse bunu Kıbrıs'ta çözümü isteyen ve istemekle kalmayıp sokağa dökülen, barış ateşleri yakan Kıbrıs Türk sol hareketlerine de borçludur.
Yakın tarihimizin bu çok açık gerçeklerini göz ardı etmek tarihe ve Kıbrıslı Türklerin rolüne haksızlık olur.
Yüzde 65'lik 'evet' iradesinin öncülüğünü yapanlar o gün 'Türkiye karşıtı' değillerdi, değil mi?
Bu sorunun muhatapları kendilerini iyi bilirler.
Hayır, sağcılar değil, -sözüm ona- solcularadır soru!..
* * *
Kıbrıs Türk sağı 'Türkiyeli-Kıbrıslı' ayrımını hep kullandı.
Denktaş'ın meşhur "Kıbrıslı yoktur, sadece eşeklerimiz vardır" mealindeki sözleri, bu yarayı tahriş etmek için söylenmişti.
"Benim anavatanım Kıbrıs'tır" diyen Talat'ı çarmıha germeye çalışmaları da aynı operasyonun ürünüydü.
Özker Hoca’nın “Davul bizim boynumuzda ama tokmak başkasının elinde” sözleri de, Akıncı’ın “General çizmeyi aştı” çıkışı da hep söylenmek istenenin özünden değil, ‘Türkiye karşıtlığı’ üzerinden okundu.
Kimse sözünü etmiyor belki ama, 1970'li yıllardan beri çeşitli isimler altında Kıbrıs’ta 'Türkiyeli partileri' kuruldu. Aslında kurulmadı, kurduruldu!
Eğer 'ayrımcılık' arayan varsa, TC Elçiliği'nin kapısını çalsın. ‘Etnik köken’i siyasete sokanlar kimlerdir, oraya bakılsın.
Şimdi kurdurulan partinin de sorumlusu Ankara'nın Lefkoşa'daki temsilcileridir. Dolayısıyla faşizan söylemleri arşivlerde duran şahısların başını çektiği bu partinin yaptıklarının ve de yapacaklarının sorumluluğu da TC Lefkoşa Büyükelçiliği'ndedir.
Bunu açıkça söylemek ve tarihe not düşmekte fayda vardır.
Sinmekle, güllenin geçmesini beklemekle iştigal edenler ve hele bunu söyleyenleri dokuz köyden kovmaya çalışanları da tarihe havale etmek
gerekiyor.
Özellikle de -sözüm ona- solcuları!..
* * *
Kimse kusura bakmasın ama bu toplumu 'dönüştürmek' için verilen ve giderek dozu artırılan ilaca karşı vücudun gösterdiği reaksiyonu 'Türkiye alerjisi' seviyesine indirgemek, kaygılanan insanların aklına hakarettir.
Sanki Kıbrıs’ın kuzeyinde Sünni İslam’ı bir 'inanış' değil, 'yaşam biçimi' haline getirme çabası yokmuş gibi...
Sanki nüfusu ve yurttaş yapısını çok süratli biçimde artırma ve demografik yapıyı tamamen değiştirme eylemi son sürat devam etmiyor, sürekli yurttaşlık dağıtılmıyormuş gibi...
Sanki ekonomik faaliyetlerin bütün alanlarında ve özellikle stratejik olanlarında sürekli bir 'el değiştirme' yokmuş gibi...
Sanki her seçim sonrasında Ankara'dan yetkili ağızlar 'şöyle hükümet kurun, böyle kurmayın' demiyormuş gibi...
Sanki Ankara patentli protokollere uymayan partiler 'sivil şekilde' devrilip, bir sonraki seçimde 'tertiplenecekler listesi'ne konulmuyormuş gibi...
Sanki Mont Pelerin ve Crans Montana'da Kıbrıslı Türk Toplum Lideri'ni ve çözüm güçlerini umut olmaktan çıkaracak senaryo planlı şekilde sahnelenmemiş ve adım adım entegrasyona gidilmiyormuş gibi...
Ve sanki tepki koyanların 'karşıtlık hastası' gibi gösterildiği Türkiye'de demokrasi, laiklik, emeğin hakları, özgürlükler ve barış ortamı gibi solun
üstüne titrediği değerler iyiye gidiyormuş gibi...
* * *
Tuhaf ve yeni olan şu ki, eskiden sağcıların ağzındaki 'Bunlar Türkiye'yi sevmez' sakızını, şimdilerde bazı -sözüm ona- solcular da çiğniyor.
Çok da 'bilmiş' havalarında üstelik...
Solcuları, aydınları, laikliğin ve modern yaşamın elden gitmekte olduğunu görüp bundan kaygı duyanları bir yerlere 'hedef' gösteriyorlar.
Faşizme zemin yaratıyorlar!
Buraya not düşeyim istedim.