Türkiye, Kıbrıs’taki Kayıplar Komitesi çalışmalarından yararlanmalı…
Kıbrıs’taki Kayıp Şahıslar Komitesi, Lübnan, Irak, İran, Azerbaycan, Ermenistan, Abhazya, Gürcistan, Suriye ve Sri Lanka gibi “kayıplar”ı olan ülkelere eğitim veriyor ancak Türkiye henüz böylesi bir süreçten yoksun…
Kıbrıs’taki Kayıp Şahıslar Komitesi, Kızılhaç ile yaptığı protokol çerçevesinde Lübnan, Irak, İran, Azerbaycan, Ermenistan, Abhazya, Gürcistan, Suriye ve Sri Lanka gibi “kayıplar”ı olan ülkelere Lefkoşa’da ara bölgedeki Antropoloji Laboratuvarı’nda eğitim verirken, Türkiye henüz böylesi bir süreçten yoksun görünüyor…
Türkiye’nin de “kayıplar”ı var ancak Türkiye, Kıbrıs’taki Kayıplar Komitesi’nin çalışmalarından bildiğimiz kadarıyla bugüne kadar hiç yararlanmamış…
Türkiye’nin “kayıplar”ıyla ilgili çıkan haberlerde, zaman zaman mahkeme kararıyla ve ailelerin mücadelesi sonucu yürütülen “kayıp” kazılarının amatörce yapıldığı ve Kıbrıs’taki Kayıplar Komitesi’nin kullanmakta olduğu bilimsel yöntemler, donanımlı ve eğitimli ekipler yerine gelişigüzel kazılar yapıldığı anlaşılıyor… Oysa küçük Kıbrıs adacığı, bu konudaki ekspertiz ve deneyimini diğer ülkelerle paylaştığı gibi, Türkiye’yle de paylaşabilir ve orada da zaman zaman yürütülen “kayıp” kazıları, daha bilimsel bir çerçeveye oturtulabilinir…
BBC’NİN HABERİ: “KAZILARI KÖYLÜLER YÜRÜTTÜ…”
BBC’de 8 Eylül 2018 tarihinde çıkan bir haberde de bu şekilde yürütülmüş olan bir kazıdan söz ediliyor…
Babası ve amcası “kayıp” edilen Adnan Örhan, köylülerin kazıyı yürüttüğüne işaret ediyor.
Hatice Kamer imzasıyla BBC Türkçe’de yayımlanan haberde özetle şöyle deniliyor:
“…Gözaltından üç hafta sonra Kulp'un Bağcılar Köyü'nde, sekiz kişiye ait yanmış cesetler bulunmuş. Bu haber üzerine Adnan'ın amcası ve akrabaları cesetleri görmek üzere köye gitmişler.
Cesetlerin tanınmaz halde olduğunu ve üstlerinde de PKK'lıların giydiğine benzer kıyafetler bulunduğunu anlatıyorlar.
Cesetlerden birinin üzerinde ise bir sigara kutusu bulunmuş ve akrabalardan biri bu kutunun Adnan'ın babası Selim'e ait olduğunu öne sürmüş. Anlatıma göre, Hasan ve Selim'in abisi de kardeşlerinin sivil kıyafetli olduğunu söylemiş.
Cesetler üç gün sonra köylülerin yardımıyla jandarma tarafından açılan bir çukura gömülmüş.
Ancak Adnan, anlatılan sigara kutusu hikayesinin hiçbir zaman unutmadığını söylüyor.
Ailenin 1996 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yaptıkları başvuru 2003 yılında sonuçlandı ve kararda Türkiye, "yaşam hakkını" ihlal ettiği gerekçesiyle cezaya çarptırıldı.
2004 yılında, Kulp'taki kayıp Kudusi Adıgüzel'in ailesi, Bağcılar Köyü'ndeki toplu mezarın açılmasını ve DNA tespitinin yapılmasını istedi.
Mezar açıldı ve bazı kemikler gerekli testler için Adli Tıp Kurumu'na gönderildi. Temmuz 2004'te DNA testi sonuçlandı ancak mezarda Kudusi Adıgüzel'in bulunmadığı tespit edildi.
Bu haberin duyulmasının ardından Adnan da gerekli testlerin yapılması için savcılığa başvurdu ve kan verdi.
Yapılan testin sonucuna göre, mezardaki sekiz cesetten ikisinin Hasan ve Selim Örhan'a ait olduğu tespit edildi.
Mezardaki diğer kemikler ise, Örhanlar ile aynı tarihlerde gözaltına alınan Lice'nin Cimar Köyü'nden Bulut ailesinin fertleri Ekrem, Ramazan ve Ali Bulut'a ait çıktı.
O aileden de üçü kardeş beş kişi benzer tarihlerde gözaltına alınmıştı. DNA testinde Cezayir Örhan ile Fahri ve Mustafa Bulut'a ait herhangi bir eşleşme çıkmadı ve diğer üç cesedin kimlere ait olduğu da tespit edilemedi.
Ama Adnan Örhan, toplu mezarın usullere uygun şekilde açılmadığını savunuyor ve kuzenin kemiklerinin de aynı mezarda olduğuna inanıyor:
"Kudusi Adıgüzel'in ailesinin talebi üzerine savcılık talimatıyla askerler eşliğinde köylüler mezarı açıyor. Kazma kürekle biraz kazıp, ellerine gelen kemikleri topluyorlar, bir torbaya koyup Adli Tıp'a gönderiyorlar. Mezarı usulüne göre açmamışlar."
Adnan Örhan, mezardaki tüm kemiklerin çıkartılmadığını da öne sürüyor.
Örhan'a göre, aynı mezarda usulüne uygun yeni bir kazıda kuzeni ve Bulut ailesinin iki ferdinin kemiklerinin çıkma ihtimali çok yüksek.
DNA testleri kesinleşince, Örhan ve Bulut ailesi, Kulp Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak yakınlarının kemiklerinin kendilerine teslim edilmesini istedi.
Ancak aileler uzun bir süre yanıt verilmedi. Daha sonra ise kemiklerin içinde olduğu torbanın kaybolduğu bilgisi verildi.
Aileler davacı oldu ve bu süreçte tüm kemiklerin tek bir torbaya konularak kimsesizler mezarlığında aynı mezara gömüldüğü ortaya çıkar.
Adnan Örhan, avukatı aracılığıyla savcılığa başvurdu. Bu olayın maneviyatları üzerinde yarattığı tahribatlara dikkati çekerek, "Ada Parsel 76" numaralı mezara gömülen ve sekiz kişiye ait kemiklerin olduğu mezarın açılarak kemiklerin ayrıştırılıp ailelere verilmesini" talep etti.
Ancak savcılık bu talebi "Ailelerin maneviyatının daha fazla bozulmaması adına" reddetti.
Hasan Örhan, Selim Örhan, Ekrem Bulut, Ramazan Bulut ve Ali Bulut'un kemikleri, halen bir torbanın içinde ve üzerine yalnızca 76 numara yazan mezar içinde.
Adnan, Bulut ailesiyle zaman zaman mezarlık ziyareti sırasında karşılaştıklarını ve aynı mezara baktıklarını dile getirirken duygulanıyor.
Savcının "maneviyatlarını" gerekçe göstererek kemiklerin ayrıştırılması talebini reddetmesini de maneviyatlarını çok daha derinden sarstığını söylüyor.
Bu olayla birlikte hayatlarının altüst olduğunu anlatan Adnan, 103 yaşında ölen dedesinin son nefesine kadar çocuklarının adını sayıkladığını anlatıyor.
Babasını gözaltına alınırken, dönüp dönüp kendilerine son defa bakmasını ve geri dönmek istemesini ise hiç unutmadığını söylüyor:
"Geçmişten bugüne ancak ağırlıklı olarak 1990'larda bu cinayetler yaşandı ancak o zamandan bugüne hiçbir suçlunun cezalandırıldığını görmedik. Aileler çoğu zaman mahkemelere belge sundular, şahitler var dediler. Ama maalesef, hiç kimse cezalandırılmadı."…” ((BBC – Hatice KAMER – 8.9.2018)
TÜRKİYELİ “KAYIP” YAKINLARI DA BİLİMSEL YÖNTEM TALEP ETMİŞTİ…
2011 yılında Türkiye’nin şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan henüz Başbakan iken, Türkiyeli “kayıp” yakınları onunla görüşerek toplu mezarların bilimsel biçimde kazılmasını talep etmişlerdi. Bianet.org haber sitesinde 7 Şubat 2011 tarihinde çıkan haberde özetle şöyle denilmekteydi:
“Toplu Mezarlar Bilimsel Yöntemle İncelensin…
Türkiye’den kayıp yakınları, önceki gün (5 Şubat) görüştükleri TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a bir dosya sundular.
Başbakan Erdoğan'a verilen dosyada şu talepler yer aldı:
* Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme'nin imzalanması ve yürürlüğe konulması,
* TBMM bünyesinde gözaltında kayıpları araştırmak için bağımsız bir komisyonun kurulması,
* İnsanlığa karşı işlenen suçlara dair devlet sırrı olarak saklanan belge ve bilgilerin kamuoyuna açıklanması,
* Gözaltında kayıpların ve failli meçhul cinayetlerin, Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) insanlığa karşı suçlar başlığı altında düzenlenmesi, bu suçların yargılanmasında devlet sırrı ve zamanaşımı savunmasına yer verilmemesi sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması,
* Gözaltında kayıplara dair soruşturma dosyaların yeniden açılması ve etkili soruşturma yapılması önündeki engellerin kaldırılması,
* Gözaltında kayıp ailelerinin kimlik tespitinde yarayan genetik bilgilerinin depolandığı, ücretsiz hizmet veren bağımsız bir merkezin oluşturulması,
* Adli Tıp ve Mezarlıklar Müdürlükleri kayıtlarında kimliği belirsiz olarak gösterilen cesetlere ilişkin bilgilerin ilgili kurumlara, savcılıklara, başvurulan ailelere ve kamuoyuna açıklanması,
* Toplu mezarlar ve ölüm kuyularının açılması ve incelenmesi sırasında, bugüne kadar uygulanan ve delilerin karartılmasına yol açan ilkel yöntemler terk edilerek, bilimsel esaslara uygun inceleme ve delil toplanması için eğitim ve ekipman sağlanması. Çalışmaların Minnesota Protokolü standartlarında gerçekleşmesi,
* Kayıp yakınları ve insan hakları örgütleriyle derhal diyalog başlatılması.”
(BİANET.ORG – 7.2.2011)
“KEPÇEYLE TOPLU MEZAR KAZILMAZ…”
Yine Bianet.org’un 16 Şubat 2011 tarihli bir diğer haberinde ise Türkiye’den Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın, toplu mezar kazılarını denetleyecek uluslararası bir komisyonun oluşturulması gerektiğini savunduğu, "Kazılarda adli işlem eksik bırakılmıştır" dediği belirtiliyor ve Fincancı’nın “Kepçeyle toplu mezar kazılmaz” sözlerine yer veriyor. Haberin devamında şunlara dikkat çekilmişti:
“Kazılardaki ihlaller…
Bugün İstanbul Barosu'nda düzenlenen panelde konuşan Fincancı "Toplu mezar olduğundan kuşkulanılan bir alanda kepçe kullanılması kabul edilemez. Buralarda tümüyle ince kazı yapılmalı. Delilleri ortadan kaybeden, arkeologların ve antropologların olmadığı bir araştırma kabul edilemez" dedi.
"Kazılarda çıkarılan insanların ayakkabıları bile duruyor. Oysaki üzerlerindeki her şeyin çıkarılıp emanete alınması gerekirdi. Bu şekilde inceleme yapılamaz. Kazılarda adli işlem eksik bırakılmıştır. Bunun sorumluları olan tüm cumhuriyet savcıları, hekimler ve yargı unsurları hakkında dava açılmalıdır."
Aynı zamanda Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) başkanı olan Fincancı kazılar sonucunda DNA'lara ulaşmanın garantisinin olmadığını, ancak kepçeyle ezilen ve kırılan kemiklerden DNA tespiti yapılmasının büsbütün zor olduğunu belirtti. Hükümetin imzalamaktan imtina ettiği Birleşmiş Milletler (BM) kayıplar sözleşmesinin önemine değinen Fincancı, kayıp yakınlarından kan ve DNA örneği alarak tespitlerin yapılmasını sağlayacak bir çalışma yürüttüklerini de aktardı. Tanay da hala açılmayı bekleyen, insan hakları örgütleri tarafından raporlanan 114 toplu mezar ve 1469 kayıp olduğunu ve bunların sorumlusunun devletin kendisi olduğunu savundu…”
(BİANET.ORG – 16.2.2011)
TÜRKİYE DE, KAYIPLAR KOMİTESİ ÇALIŞMALARINI ÖRNEK ALMALI…
Bizim önerimiz Türkiye’nin Kayıp Şahıslar Komitesi’nin Kıbrıs’taki çalışmalarından yararlanması ve tıpkı Lübnan, Suriye, İran, Irak, Gürcistan, Abhazya, Azerbaycan, Ermenistan, Sri Lanka gibi “kaybı” olan diğer ülkelerin yaptığı gibi KŞK’ya ait laboratuvarda elemanlar eğitmesi, Kıbrıs’taki araştırma, kazı ve kimliklendirme süreçlerine ilişkin bilgi alarak bunlardan yararlanabilmesidir.
Küçük Kıbrıs, bu konuda henüz herhangi bir sürece sahip olmayan Türkiye’ye örnek olabilir inancındayız… Tıpkı diğer ülkelere örnek olduğu gibi…