TÜRKİYE NEDEN ‘DİBİ’ GÖRDÜ?
‘Batılılaşma’ kavramın bizim coğrafya için kritik bir seçenektir. Çünkü bölge ‘kurtlar sofrası’dır. Tarihin her döneminde ‘çıkar çatışmaları’nın odağında yer alan Ortadoğu ve Kıbrıs’ın da içinde yer aldığı Doğu Akdeniz, fillerin tepiştiği, çimenlerinse ezim ezim olduğu bir bölgedir. Bu yüzden ‘coğrafya kaderdir’ sözü de bu bölgeden çıktı.
Bölge ülkelerinin bir kısmı tarihin son birkaç yüzyılı içerisinde ‘Batı’ ile ‘Doğu’ arasında gelgitler yaşadı. Her ne kadar eski yüzyıllarda Doğu kültürel, bilimsel, dini, ticari bakımdan Batı’dan üstünseydi de, bu denge değişti. ‘Aydınlanma’yı başaran Batı, Doğu’nun efendiliğine soyundu. Bir yığın toprak ‘sömürge’ oldu.
Anadolu, ‘bağımsızlık hareketi’nin yoğunlaştığı 2’nci Dünya Savaşı’nın çok öncesinde, 1920’li yıllarda ‘bağımsız’ olmayı başardı. Mustafa Kemal önderliğindeki bağımsızlık hareketinin en temel hedeflerinden biri de ‘Batılılaşmak’tı. Aksi halde bağnazlık yeni Türkiye’yi boğardı. Nitekim Atatürk döneminde de, sonrasında da dini akımlar Türkiye’ye hakim olmayı denedi. Kuşkusuz o akımların yönü Batı değil, Doğu’ydu.
Şimdiki gibi…
***
‘Batılılaşma’nın değilse de, Kemalist akımın bekçiliğini geleneksel olarak CHP, ama aslında ordu yapıyordu.
2002 yılında iktidara gelen ve bugüne dek o gücü elinde tutmayı sürdüren AKP hareketinin ilk taktığı ‘maske’ de Batılı değerlerle doluydu.
AB üyeliği hedefi ve buna bağlı açılımlar arasında ‘Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün çözüm olamayacağı’ saptaması da vardı.
AB hedefi Türkiye’yi daha modern, daha demokrat, daha dünyalı, daha barışçı yapmıştı.
Geçenlerde ‘Türkiye’yi Kıbrıs kurtarır’ diye yazmıştım. Bu bir abartı değildi. Türkiye’nin son yıllarda rotasını yitirdiği dış politikada yeniden toparlanıp karaya vurmaması için ciddi bir saptamaydı.
TÜSİAD (Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği’ Başkanı Erol Bilecik’in geçen gün yaptığı açıklamayı okuyunca, bu saptamayı yeniden not düşme ihtiyacı hissettim. Zira Türkiye gerçekten ‘dip noktası’na geldi.
TÜSİAD Başkanı’nın tespitleri de tamamen bu yönde:
"(…) Türkiye'nin AB üyelik hedefi, sürecin tıkandığı son birkaç yılı hariç tutarsak, 15-20 yıllık reform perspektifimizin itici gücü oldu. Bunu ekonomik, demokratik ve sosyal kazanımlarımız anlamında rahatlıkla ifade edebiliriz. Türkiye, AB sürecinde ilerledikçe ABD'den Çin'e, Körfez'e kadar dünyanın diğer bölgeleri için de siyasal açıdan etkili, ekonomik açıdan cazip bir ülke haline geldi. Süreçteki duraklama, maalesef dünya ile ilişkilerimize de olumlu yansımadı…”
**
“(…)Avrupa Komisyonu'nun yeni açıkladığı Türkiye raporunun içeriği özelikle demokratik standartlar açısından oldukça kritiktir. Geçmişte, Komisyon'un Türkiye hakkındaki yıllık raporları, Türkiye'nin AB kriterleri açısından ilerlemesini ele alırken, son birkaç yıldaki raporların siyasal gelişmelere paralel olarak mevcut kriterlerdeki duraklama ve gerilemelere odaklandıklarını görüyoruz. Bu açıdan, 2018 raporunu bir dip noktası olarak görebiliriz. Genişleme Strateji Belgesi ile birlikte düşünüldüğünde, anahtar kelimeler 'temel haklarda gerileme' ve 'Türkiye'nin belirgin bir şekilde AB'den uzaklaştığı' vurgusudur. Raporun ortaya koyduğu Türkiye tablosu ve gidişat, öngörülebilir bir gelecekte AB üyesi olacak bir Türkiye sunmamaktadır…”
***
TÜSİAD Başkanı’nın saptamaları, hem Türkiye ve hem de Kıbrıs’ın geleceği bakımından Ankara’nın ‘akl-ı selim’ bir noktada ol(a)mayacağını gösteriyor.
Herkes durduğu noktayı bir daha gözden geçirse fena olmayacak.
Özellikle de ‘ezberciler’!..