Türkiye’nin Doğu Akdeniz Açılımı
AKP yönetimi altındaki Türkiye, ikibinli yılların başında, ‘komşularla sıfır sorun’ hedefiyle yola çıkmiş ama on yıllık bir süre sonunda, tüm komşularıyla neredeyse ‘sıfır ilişki’ye ulaşarak, ciddi sorunlar yaşamaya başlamıştır.
Komşularıyla yaşadığı bu sorunlar nedeniyle Türkiye, hem bölgede siyasal ve askeri bir yalnızlığa itilmiş hem de bölgede çıkarı bulunan büyük uluslararası güçlerle karşı karşıya gelmiştir.
Suriye ve Libya’daki askeri varlığı, Irak’ta sürdürdüğü sınır ötesi operasyonlar ve Azerbaycan’a verdiği destekle Güney Kafkasya’da artırdığı etkisi, Türkiye’nin bu yalnızlaşmasına engel olamamaktadır.
Tam tersine, oldukça geniş bir coğrafi alan içinde artırdığı askeri eylemleri ve Doğu Akdeniz’de askeri yöntemlere başvurma tehdidinin yol açtığı bir ekonomik faturanın bulunduğu ve acı verdiği anlaşılmaktadır.
Rus Kartı’nı Suriye’de başarıyla oyun alanına sürmüş olması ve Rusya’yı genel olarak Batı’ya karşı bir denge unsuru olarak kullanma çabaları, Türkiye’nin yalnızlığını derinleştirmiştir.
En nihayetinde, içeriden de yapılan eleştirileri doğrularcasına, Türkiye hükümeti bazı uzak komşularıyla ilişkilerini yeniden rayına koymak üzere harekete geçtiğini kanıtlamak için basın yoluyla bir ikna çabasına girişmiştir.
Buna göre, Türkiye’nin Mısır ve İsrail’le neredeyse tümüyle kopmuş ilişkilerini yeniden ayağa kaldırmak üzere karşılıklı adımlar atılmaktadır!
Söylenenlere bakılırsa, bu daha ziyade, Türkiye’nin yeni bir Doğu Akdeniz açılımı şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Özel olarak ABD ve genel anlamıyla tüm Batı dünyası ile olan ilişkilerinde henüz yeni bir açılım yokken, Türkiye’nin Mısır ve İsrail’le yeni bir başlangıç yapması mümkün müdür?
Türkiyenin içinde bulunduğu şartlara ve çevresi tarafından nasıl algılandığına bakılırsa böyle bir açılımın önünde ciddi engellerin olduğu anlaşılacaktır:
Türkiye’nin Rejim Sorunları
Öncelikle, Türkiye’nin siyasal rejiminde meydana gelen değişiklikler ciddi bir handikap oluşturmaktadır.
Geçmişte tüm ekonomik zorluklarına rağmen, ağır-aksak işleyen seküler-demokratik yapısı, Batı’nın güvenliği ve bölge istikrarı açısından sunduğu katkılar nedeniyle, Türkiye Ortadoğu’da sözü dinlenen bir aktör konumundaydı.
Demokrasi yolunda ilerleyen, dinsel fanatizmden arınmış, halkının çoğunluğu müslüman olmasına rağmen diğer benzerlerinden farklı olarak laiklikle barışık bir Türkiye, sadece Batı’nın ortadoğu için öngördüğü bir model değil, ayni zamanda Ortadoğu halkları için de bir çıkış yolunu temsil etmekteydi.
Türkiye, AKP’nin ikinci döneminde, yani 2010’lu yılların başından itibaren, yukarıda sayılan rejim özelliklerini ve Ortadoğu’ya örnek olma niteliğini kaybetmiştir.
Batı dünyası artık, AKP önderliğindeki bir Türkiye’yi bölge istikrarı için katkı yapan bir ülke değil, bölge istikrarını bozan bir ülke orarak görmektedir. Türkiye’nin Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve Ermenistan’la ilgili meselelerde izlediği tutum Batı’nın beklenti ve çıkarlarıyla çatışmaktadır.
Türkiye’nin bölgede, kendi etkisini artırma adına girişebileceği herhangi bir eylem, bölge ülkelerinden önce, Batı tarafından kuşkuyla karşılanacaktır.
Bu nedenle, ABD tarafından korunan bir devlet durumunda olan İsrail ve dış siyasetinde genellikle Batı’nın çıkarlarını gözeterek adım atan Mısır’ın, Türkiye’nin açılım çabalarına olumlu yanıt vermesı oldukça güçtür.
Bölgesel İşbirliği
Bilindiği gibi, İsrail hem Yunanistan hem de Kıbrıslı Rumların yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti’yle bölgedeki doğal gazın AB’ye nakledilmesi alanında işbirliği yapmaktadır.
Ayrıca Israil ve Mısır, yanlarına Ürdün’ü de alarak, üç AB üyesiyle (Kıbrıs, Yunanistan ve İtalya) doğal gaz alanında işbirliği yapmaktadırlar. İlgili devletler, aralarındaki yakınlaşmalar sayesinde neredeyse bölgesel bir ittifakın üyeleri gibi hareket ediyor.
Ayrıca, Mısır, hem Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan’la, İsrail ise Kıbrıs Cumhuriyeti’yle deniz sınırlarını belirleyen anlaşmalar yapmışlardır.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Mısır ve İsrail’le yaptığı deniz yetki alanları anlaşmaları sonucunda ‘hem Mısır hem de İsrail’in kayba uğradığı, Türkiye’yle yakınlaşıp deniz yetki alanlarını belirleyen yeni anlaşmalar yapmaları halinde daha kazançlı olacakları’ şeklinde, Türkiye kamuoyuna pompalanan görüşler sadece içte bir rahatlatma işlevi görebilir.
Kıbrıs ve Yunanista’la yapılan deniz yetki alanları anlaşmaları AB’yi de ilgilendirdiği için, ne Mısır’ın ne de İsrail’in bir tür ‘oyun bozanlık’ yapması pek de mümkün değildir.
Bu iki devletten Türkiye’ye dönük bir tutum değişikliğinin olabilmesi için, örneğin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Mısır ve İsrail’e karşı düşmanca bir hareket içinde olması gerekiyor.
Yani, bu bölgesel işbirliklerinin dışında kalan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki eylemlerine karşı çıkan İsrail ve Mısır’ın tutum değiştirmesi için ortada herhangi bir neden bulunmamaktadır.
Türkiye’nin İmajı
Bölgedeki bir çok devlet yönetimi, Türkiye’nin yeni-Osmanlıcı bir ideolojinin etkisi altında Ortadoğu’da etkinlik kurmaya çalıştığına inanmaktadır. Türkiye’nin Suriye ve Libya iç savaşlarında oynadığı rol işte bu nedenle özellikle Mısır ve İsrail’i kendinden uzaklaştırmaktadır.
Türkiye’nin Suriye rejimine karşıt duruşunun İsrail’i bir ölçüde memnun ettiği söylenebilir. Ama özel olarak Filistin’deki Hamas grubuna verdiği destek ve genel olarak yeni-Osmanlıcı bir tarzda bölgede İslamcı bir dayanışmaya atıfta bulunması, İsrail’le arasında cidddi bir uçurum yaratmıştır.
Ayni şekilde Mısır da, Arap dünyasında kendini lider ülke olarak görmekte ve Türkiye’nin bu alanda elde etmeye çalıştığı etkinliği, ‘Arap dünyasının içişlerine karışma’ olarak nitelemekte ve dizginlemeye çalışmaktadır.
Mısır’da askeri müdahaleyle iktidardan edilen Müslüman Kardeşler’in AKP’ye yakınlığı ise Mısır-Türkiye ilişkilerini tek başına zehirlemeye yeterli bir olgudur.
Bu nedenle kağıt üstünde Türkiye’nin lehine gibi görünen, Arap ülkeleriyle olan tarihsel, kültürel ve dinsel bağları da aslında bir handikap oluşturmaktadır.
ABD ile oturacağı ‘müzakere masası’nda elini güçlendirmek amacıyla giriştiği anlaşılan bu yakınlaşma çabalarının yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü Türkiye açısından olumlu sonuç vermesi neredeyse olanaksızdır.
Başka bir deyişle, Türkiye’nin, Batı’yla ilişkilerini rayına oturtmadan, Doğu Akdeniz’de içine düşürüldüğü yalnızlıktan kurtulması mümkün görünmemektedir.