Türkiye’nin 'komşular ile güç politikası' dönemi ve Kıbrıs…
Geçen hafta bu köşedeki makalede, Türkiye’nin “Komşular ile sıfır sorun politikası” dönemini kapattığını ve “Bölgenin güçlü lider ülkesi politikası” dönemine “politik pazu gücü” ile geçiş yaptığı irdelenmiş ve bu
Geçen hafta bu köşedeki makalede, Türkiye’nin “Komşular ile sıfır sorun politikası” dönemini kapattığını ve “Bölgenin güçlü lider ülkesi politikası” dönemine “politik pazu gücü” ile geçiş yaptığı irdelenmiş ve bu bağlamda, Türkiye’nin kara sınırı olan komşuları ile sosyoekonomik ve sosyopolitik kıyası yapılmıştı. Şimdi de, aynı temaya Türkiye’nin ortak deniz sularında komşuları olan ülkelerle devam edilecek.
Mısır… Rejim sorununu halen atlatamamış, kendi iç sorunlarına boğulmuş, ekonomisi kötü, sosyal dokusu tedirgin...
Lübnan… Onlarca yıldır iç savaştan baş kaldıramamış, coğrafyasında yabancı işgalciler var, din - mezhep - etnik farklılıklar nedeniyle yaşanan çatışmaların yarası kapanmamış ve aslında ülke bölünmüş de… Ekonomi toparlanamıyor, politik yönetim yapay “gollalar”la sürdürülüyor… Kendi içine kapanmış, başka tarafa bakacak hali yok…
İsrail… “İç”te ekonomi ve demokrasi sorunları var, mevcut koalisyon hükümeti uyumsuz ve başarısız… Yüz binlerce yurttaşı eylemli halde, Arap Baharı’nı Yahudi sonbaharı mı izleyecek diye yorumlar var… Çevresindeki Müslüman ülkelerle onlarca yıldır çatışmalı, saldırgan ve kural tanımaz politikaları güçlü destekçisi ABD’yi de zor durumda bırakıyor ve ABD’nin desteği erime sürecinde… Ve ABD’deki güçlü Yahudi lobisine rağmen, bölgedeki konjonktür, ABD’ye İsrail’i Türkiye’ye tercih etmeye izin vermiyor…
‘Kıbrıs Cumhuriyeti’… Harita üzerinde Türkiye’nin deniz sınırlı komşusu ama zaten yarısını Türkiye, kendi “beslemeleri”nin ve beslemelerinin sayısı ile yarışan sayıda kendi yurttaşlarının yaşadığı bölge olarak görüyor… Öbür yarısı da son elli yılda yaptığı hatalarla hep Türkiye’nin önünü açmış, vizyonuna ulaşmasına fırsatlar yaratmış, bu performanslarında da düşüş yok…
Şimdi böyle bir coğrafyada, hala daha ‘sıfır sorun politikası’ olur mu? Hele ki, özellikle Irak’tan ama Suriye’den de PKK örgütü Türkiye’ye saldırı düzenliyorsa, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’, AB içinde Türkiye’nin önünü kesmeye çalışıyorsa ve bu arada da zengin doğal gaz kaynağı olan deniz yataklarını istediği gibi değerlendirmeyi kendi egemenlik hakkı ile haklı göstermeye çalışıyorsa, Türkiye’nin, tüm komşularının zayıf olduğu bir dönemde, “komşularla sıfır sorun” diyerek kendi gücünü pasifize etmesini beklemek saflık olmaz mı? Türkiye’yi yönetenler, pazılarını şişmiş, dişlerini keskin hissediyorsa, ve hele ki serde Osmanlılık da varsa, önce bölge lideri, ardından da dünyanın önemli ve güçlü ülkesi olma vizyonu varsa ve mevcut konjonktür de bu vizyona ulaşmak için fırsatlar içeriyorsa, niye hala daha “komşularla sıfır sorun politikası” stratejisinde ısrar edilsin?!
Şimdi, “bunu yapmak fırsatçılık olmuyor mu; doğru mu, yanlış mı?” sorusu akla gelebilir; uluslar arası ilişkilerde bunu sormak bir fantezi kalıyor. Dünya tarihini uluslar arası hukuk ve ilkeler yazmadı ve dünya tarihini yazan ile uluslar arası hukuku yazan da aynı güçtür… Bu emperyal güçler önce tarihi yazıyorlar, sonra da işledikleri cürümleri haklı göstermek için ve cürümlerinden sonraki dünya düzeninin kendi istedikleri şekilde bekası için uluslar arası hukuk ve ilkeleri yazıyorlar. Ama her canları sıkıldığında da bunları es geçip, tarihe yeni bir olay yazdırıp, uluslar arası hukuka da kendilerince değişiklikler ve yeni ilaveler yapıyorlar…
Dolayısıyla, Türkiye şimdi önce bölgesinin devi, sonra da dünya devlerinden biri olmaya ve uluslar arası hukuk “yazmaya” soyunmuştur. Tüm komşuları, kendilerine özel nedenleri ile bu olgu karşısında etkisizdir. İsrail ve Kıbrıslı Rumlar, bu reel-politik konjonktürü okuyamazsa, okumamakta ısrar ederse, bölgede büyük sorunlar yaşanacak… Beklenti, dünya jandarması ABD’nin bölgedeki kendi çıkarları için İsrail’i yatıştırması, Türkiye’yi tatmin etmesi, Kıbrıslı Rumlara da “ Annan Planı kazığını unutmadık, daha ciddi olun lütfen” diyeceğidir. Bunları da, “pazısı şişmiş, dişleri keskinleşmiş” Türkiye’yi kontrol etmek için yapacak, yoksa bölge ABD’ye zarar verecek bir kaosa girilecek…
Ayrıca, Ortadoğu’da İslam ülkelerinin halklarının Türkiye’ye duyduğu sempati, güven ve önder ülke romantizmi, Türkiye’yi bölgede şimdilik sanal lider durumuna getiriyor ve bu gelişme de ABD’yi de ama asıl AB üye ülkelerini rahatsız ediyor. Türkiye’nin, AB projesini terk edip Müslüman ülkelerle entegre bir sosyal, ekonomik ve politik yapıya girmesi, onlar için hayra alamet değil… Ve bunun farkında olan Türkiye de, AB üyeliğinin önünü açmak için şimdiki politikalarında ısrar edecek, sonunda da, daha önce AB aday ülke statüsün aldığı gibi, gene ABD etkisi ile AB yolunda ilerlemesinin önü açılacak; Kıbrıslı Rumların engelleri tutmayacak…
Şimdi Kıbrıs coğrafyasında yaşayanlar ne yapmalı?!. Birinci adım… Kıbrıslı Rumlar reel-politik aşamasına girmeli… Yunanistan dahil, hiçbir ülkenin, kendileri için Türkiye ile sıcak çatışmaya girmeyeceğini artık anlamalı… İkinci adım… Bu şimdiki Türkiye’yi, özellikle Kıbrıs coğrafyasında kontrol edecek ve hatta pasifize edebilecek tek güç Kıbrıslı Türklerdir ve onların bu kapasitesini kullanmalarını sağlamak için Türkiye’ye bağımlılığın nedeni olan mevcut statüko barış yaparak değişmelidir. Türkiye’nin, Kıbrıs adasında, Kıbrıslı Türkler tarafından sahiplenmeyen hiçbir politik vizyonu ileri gidemez; ve fakat barış olmazsa, reel politik ve ekonomik nedenlerle, Kıbrıslı Türklerin direnci de sürdürülemez…
Rumların tepkisi, “teslim mi olalım yani?!” olabilir; önce Türkiye’yi teslim alamayacaklarını kabullenmeleri, sonra da Türkiye’nin etkisinin ancak Kıbrıs’ta federal (ve ancak ve ancak federal) bir çözümle giderilebileceğini anlamaları gerekiyor.
Yoksa Doğu Akdeniz’de egemenlik hakkını kullanacak diye doğal gaz çıkarılmasında bu günlerde ısrar edenler, şişkin pazılı, keskin dişli Türkiye ile belaya girecekler; bilinmelidir ki, Türkiye Kıbrıslı Rumları ısırmaya kalkışacağında önce Kıbrıslı Türkleri yutacak...
Kıbrıs Rum siyasetinin son elli yılda yaptığı hatalarının kurbanı kendileri ve Kıbrıslı Türkler olmuştur, bu kurbanların etinden beslenen de dünya emperyal güçleri ile Türkiye olmuştur. Rumlar akıl değişmezse, ada insanı onları beslemeye devam edecek…