1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Üç İnsanlık Durumu: Emek-İş-Eylem
Üç İnsanlık Durumu: Emek-İş-Eylem

Üç İnsanlık Durumu: Emek-İş-Eylem

Bu noktada, insanın mesleği ile emeğini işe dönüştürebilme ve eylem olanaklarının bütünselliği, toplumsal hayatın sorunlarının çözülmesinde etkili olacak bir gücü de özünde barındırmaktadır.

A+A-

Nügen Derman Duru
[email protected]

“Ben tekil olarak insandan öte, dünyada yer kaplayan insanlığa yoğunlaşıyorum.”

-Hannah Arendt

 

Birkenau Auschwitz Kampı’na (Polonya) adım attığınız anda karşınıza “Arbeit macht frei" (çalışmak özgürleştirir) yazılı bir tabela çıkar. Trajikomik bu cümlenin altından geçerek, nem kokulu dehliz gibi odalarda bu cümlenin anlamını kavramaya çalışırken, milyonlarca insanın yaşadığı tarifi imkânsız acıların da izini sürmeye başlarsınız. Karşılaştığınız şey, özgürleşenlerin odalar dolusu saçları, tarakları, gözlükleri, bavulları ve daha nice kişisel eşyaları… Hayatın kaynağı, var olanları var etme ve sürdürme uğraşısı diyebileceğimiz ve kutsandıkça kutsanan bir eylemsellik olarak çalışmanın, bir yanıyla hayatı yenileyen, öbür yanıyla pek çok şeyi önüne katarak silip süpüren bir yok edici olabileceğini böyle keşfedersiniz.

Biyolojik ve psikolojik olarak enerjinizi bir işi gerçekleştirmeye odaklamak demek olan çalışmak, aynı zamanda iyi bir hayatın teminatı, başarının temel koşuludur çoğu insanın gözünde. Çalışkan insanlar ve çalışkan toplumlar diğerlerine kıyasla daha başarılı, hatta daha mutlu olur düşüncesi, insana yakın atalarından toplumsal bir miras. Hâlbuki tarihin eski dönemlerinde çalışmak, aşağılık konumun göstergesidir ve yüksek statüdeki insana yakışmayan bir şeydir. Tarihin ilk dönemlerinde çalışmak temel yaşamsal ihtiyaçları gerçekleştirmek için girişilen faaliyetlerdir. İlkel insanın tüm gün çalışma, ihtiyaç fazlası bir şeyleri biriktirme gibi bir derdi yoktu. Dürtüleri harekete geçtikçe, ihtiyacı oluştukça avlanarak ve bitki köklerini toplayarak yaşamını idame ettirme çabasındaydı. Tüketeceği kadarı ile yetindi, biriktirme gibi bir hevesi olmadı. Bir şeyleri elde etmek için kendini tüketmedi. Tarımın keşfedilmesi ve yerleşik hayatla birlikte ihtiyaçlar arttı ve çeşitlendi. İnsanlar arasındaki eşitlik bozulmaya ve sosyal sınıflar ortaya çıkmaya başladı. Yüzyıllar geçtikçe, insanlar arasındaki sosyal sınıf farklılıkları kültürlere göre farklı kılıklara bürünse de varlığını daha da somutlaştırdı. Sanayileşme sonrası ise çalışma hayatı disipline oldu, emeğin karşılığı olarak ücret ödeme olgusu ortaya çıktı. Köle, serf, köylü, işçi derken, ücretli (maaşlı) çalışanların emeğinin sömürüldüğü çağdaş görünümlü bir kölelik ile baş başa kaldı insan soyu. Antik dönemlerin, kölelere ve köylülere özgü onursuz uğraşısı olarak görülen çalışma, farklı farklı bir biçimlerde, coğrafyalara ve inançlara göre şekillenirken, İbrani dininde günahların bedelini ödemede hoş olmayan bir uğraş, Hristiyanlıkta günahlardan uzak tutan, arındıran bir uğraş, İslam’da ise ibadet olarak insanın karşısına çıktı.

Başlarda çalışmak, kol ve beden gücü gerektiren işler anlamı taşırken, giderek beyin gücünü kullanan küresel dünyanın çalışanlarını da kapsayıcı bir anlama dönüştü. 20. yüzyıl düşünürü Hannah Arendt, insanı etkin bir varlık olarak ele alıp anlamaya çalışırken, emek-iş-eylem üçlüsü üzerinden insani yaşam olarak nitelendirdiği vita activa (aktif yaşam) kavramına başvurur. Arendt “İnsanlık Durumu” kitabında, emek-eylem-iş üçlüsünden oluşan vita activa kavramını açıklarken öncelikle emek ve ayırımını yapar. Ona göre hayatta kalmak için yapılanlar (Yemek, içmek…) emektir; insanlar ve tüm hayvanlar yaşamlarını bununla sürdürürler. Bir anlamda emekle insan çalışan hayvana dönüşür. İnsanlığın ilk dönemlerinde temel ihtiyaçlarını gidermek için avlanan ve toplayıcılık yapan insanın ortaya koyduğu çalışma emektir ve ağır acı veren bir süreçtir. “İş”, insanın yaptığına kolektif bir anlam vermesi, dünyaya yeni bir şey katması ve kalıcı bir eser yaratmasıdır. Arendt’e göre, emek sonucunda kalıcı bir ürün oluşmazken ya da çok hızlı tüketilen bir şey ortaya konurken, iş sonucunda ortaya bir kalıcı bir ürün çıkar. İnsan, emeği ile sadece hayatta kalabilir; ancak “” ile hayvandan farklı olarak özgür varoluşu için yapıp ettiklerine kolektif bir anlam yükler. Başka bir ifade ile insani yeni bir gerçeklik kurmak emek ile değil, “iş” yaparak olur.[1] İnsan kültür ve uygarlığı bu şekilde oluşturmaktadır.

Eylem” insanın kim olduğunu gösteren önceden planlanmamış anlık davranışlardır. İnsanın kendiliğinden ve tahmin edilemeyecek şekilde davranması ve dünyaya yeni şeyler katmasıdır. Eylem aynı zamanda bir yapabilme, dönüştürebilme, karşı karşıya kalınanın dışına çıkarak, iktidarı alt etmedir.[2] Bu noktada, insanın mesleği ile emeğini işe dönüştürebilme ve eylem olanaklarının bütünselliği, toplumsal hayatın sorunlarının çözülmesinde etkili olacak bir gücü de özünde barındırmaktadır. Hızlı tüketim, yabancılaşma, giderek makinelerle ev ofisler arasında sıkışıp kalma, dijitalleşme, yalnızlaşma gibi çağa özgü yeni sorunları engellemede, başka bir deyişle, insani yaşamın olanaklarını yaratmada bahsi geçen üç insanlık durumu önemlidir.

Schopenhauer’ın “Her tatmin edilmiş arzu bir yenisini doğurur.” sözü, çağa özgü sorunların kaynağına, insanının en zayıf noktasına işaret eder gibi sanki. İnsan, her seferinde daha fazlasını isteme yönelimi yüzünden, ürettiklerinin üzerinden mutlu olabileceği, gurur duyabileceği, dünyaya yeni bir şeyler katabileceği hissiyatını bir türlü yakalayamamaktadır. Bitmek bilmeyen isteklerini, heveslerini giderme uğruna giriştiği faaliyetleri, emekten ve eyleme geçişini engellerken, aynı zamanda acı çekmesine de neden olmaktadır. Acı çekmektedir çünkü baş edemediği tüm o sorunların ortaya çıkışında payı olduğunun içten içe farkındadır. Yapıp ettikleri karşısında hayal kırıklığı yaşamaktadır. Oysa sorunlara çözüm üretmenin yolu, bunlar üzerinde düşünmenin yanında, daha çok harekete geçmekle mümkündür. Sorunlara sadece düşünerek, tefekkür ederek çözüm üretilemez; insan “iş” yaparak, eyleyen bir varlık hâline gelerek, dünyayı daha yaşanabilir bir yere dönüştürebilir. İnsanın neyi, nasıl eylediği, geride insanlık ve dünya için neler bıraktığıyla görünür olacaktır. Aksi hâlde dünya kocaman bir çalışma kampından farklı olmayacaktır.

 


İllüstrasyon: Seda Mit

Kaynaklar

[1] Şen, Ercan, Hannah Arendt’in Emek Kavrayışı Perspekifinde Emek Kavramının Etimolojisi, Dergi Park, Hak İş Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, 2012, Cilt 1, Sayı 2

[2] Gambetti, Zeynep, Marx ve Arendt: Emek, İş, Eylem Üzerinden Üç Siyaset Okuması, Birikim,No.217, Mayıs 2007, s. 46-54

 

Bu haber toplam 3150 defa okunmuştur
Gaile 481. Sayısı

Gaile 481. Sayısı