1. HABERLER

  2. KÜLTÜR & SANAT

  3. Üç kişilik bir ailenin çıkmaza doğru giden şiirsel gerçekçi hikayesi
Üç kişilik bir ailenin çıkmaza doğru giden şiirsel gerçekçi hikayesi

Üç kişilik bir ailenin çıkmaza doğru giden şiirsel gerçekçi hikayesi

Yunanlı yönetmen Assimina Proedrou’nun ilk film ve “Komşuların Karşılaşması” bölümlerinde gösterilen Behind the Haystacks'tan güzel bir anlatı...

A+A-

Yunanlı yönetmen Assimina Proedrou’nun ilk film ve “Komşuların Karşılaşması” bölümlerinde gösterilen “Behind the Haystacks” (Saman Yığınlarının Arasında) bir sürü karışık,gizli ve yasadışı işe karışmış orta yaşlı Stergios , kilisede çalışan, inançlı karısı Maria ve babasına çaktırmadan kendi yolunu çizmeye çalışan kızı Anastasia’nın hikayelerini episodlar şekilde anlatıyor. Kuzey Makedonya sınırındaki küçük bir yunan köyünde yaşayan ailenin huzuru babanın gizli işlerinin ortaya çıkması ile bozulurken borcunu ödemek için köyün pis işlerinden hayatıı sürdüren Maria’nın tefeci abisinden aldığı yüksek paraya karşılık Dorian Nehri’nde kaçak göçmen taşıma içine girmesi ve bir gün geçiş sırasında teknenin devrilip iki göçmenin ölmesiyle film her üç birey için de farklı açılardan bir çıkmaza doğru ilerliyor. Yunan toplumundaki çürümeyi devlet,gümrük polisi,iş hayatı,kilise,çiftçi kooperatifi gibi noktalar üstünden anlatan yönetmen Avrupa’da artan yabancı düşmanlığının Avrupa toprakları içerisindeki toplumların birbirlerine de uyguldıklarını da görüyoruz. Filmi izlerken bölünmüş adada sınırların iki tarafında yaşayan Kıbrısın iki toplumu için hergün geçilen sınırlar, sınırın diğer tarafında özgür hissetme, bazı yasadışı işleri sınırın bir tarafından yapabiliyorken diğer tarafında yapamama gibi hisleri de yaşamak beni filme daha da bağladı. Yönetmen şiirsel gerçekçi bir anlatımı filminde tercih ettiğini söylerken filmi de bir şiir gibi bölümlere ayırarak ve her karakterde farklı doğa renkleri ve renk tercihleri yaparak bunu destekliyor. Filmde birçok çatışma arasında filizlenen Anastasia’nın aşkının da karanlık sürecin kurbanı olduğunu görüyoruz. Film aile kavramı,dinin yaşamdaki yeri, hayatta kalmak için iş bulma ve çalışma gerekliliği, insanın farklı korkularla dürüstlük,onur,iyilik gibi insani değerleri sorguladığı, kötülük ve iyiliğin birbirine geçtiği gerçek yaşamda bunu birbirinden ayırmanın mümkün olup olamayacağı gibi konuları düşünmemize bir zemin hazırlıyor.

Baskıcı rejimle ilk kez yüzleşen genç Ana’nın kişisel yolculuğu

Bu yıl Cannes’de Belirli Bir Bakış bölümünde yönetmenlik ödülüne layık görülen Fransa-Romanya ortak yapımı “Metronom” yönetmen Alexandru Belc’in genç Ana karakteri üzerinden hem bir kişisel iç yolculuğu hem de baskıcı Çavuşesku rejimi ile batı düşünce sistemiyle yaşamak isteyen Romanya toplumunu anlatıyor.  1972 yılında Romanya’da yaşayan 17 yaşında bir genç olan Ana, erkek arkadaşının birkaç gün içinde ülkeyi temelli olarak terk edeceğini öğrenmesiyle hem zamansal hem de duygusal olarak bir çıkmazın içine girer.Ülke de baskıcı Çavuşesku’nun diktatoryal uygulamaları ile ekonomik ve toplumsal olarak da çıkmazın içindeyken batı yanlısı yayın yapan ve ülkede dinlenmesi yasak olan Metronom radyosunu dinleyen bir grup gencin (erkek arkadaşı katılacağı için Ana’nın da katıldığı) eğlencesinin bir gencin hayatını kaybettiğinden dolayı polis tarafından basılması ile bu gençler de polis merkezinde ilk kez devletin demir yumruğu ile karşılaşırlar. Eğitimli bir ailenin kızı olan Ana ilk kez karşılaştığı bu sorgu sürecinde kendi düşüncesi ile devletin istediğini düşünmesi arasında kalarak kendi ile yüzleşir. Kişisel güçlü bir bakış açısını yansıtan yapım sinemaseverleri film boyunca Ana’nın kararlarının ne olacağı konusunda hem düşündürüyor hem de merak içinde bırakıyor.

murat-2.png

Askeri rejimin sembolü baraj ve özgürleşme mücadelesi veren Maher’in hikayesi

Lübnanlı görsel sanatçı ve sinemacı Ali Cherri’nin yönettiği “The Dam” (Baraj), bir çamur işçisi olan Maher’in Nil Nehri yakınlarına yapılan ve nehrin akışını engelleyen Merowe Barajı ile kendi hayatı ve ülkedeki politik gelişmeleri güzel  bir şekilde harmanlaması ile bu yıl fesivallerin aranan filmlerinden birisi oldu. Selanikte de Uluslararası Yarışmada yarışan film Maher’in kendi özgürleşme (özgür çalışmalar yapmak) hareketleri ile Sudan’daki askeri rejimden kurtulmaya çalışan Sudan halkının özgürleşme mücadelesini paralel bir çizgide anlatıyor. Filmin gösterimi sonrası yönetmen Ali Cherri’nin barajın yapılması için bölge halkının zorla evlerinden edilmesi, çevre felaketine dönüşeceğinin bilinmesine karşın ve bölge halknın tüm itirazlarına rağmen barajın yapımının tamamlanması bilgisini vermesi ile bideki dayatılan külliye projesi hafızama takıldı.Askeri otoritenin gücünün sembolü olan baraj karşısında daha insani, sistemin sorularının farkında olan Maher’in kimsaye zarar vermeden gizli olarak çölde kendi çamurdan heykelini yapma çabası filmde iki tarafı temsil ederken çölün zor şartlarında çalışan çamur işçilerinin yaşamı da iç acıtıyor. Filmde sürekli Maher’i takip eden köpek ise filmin ana karakterlerinden birisi olurken eserinin yağmur sonrasında yıkılmasını ile bunu köpeğe bağlayan Maher’in köpeği öldürmesi ise seyircileri tersköşe yapıyor. Yönetmen bu olayı “Belki de ülkenin özgürleşmesini sağlayan devrimsel dönüşümler kanlı bir eylemlilik ile gelmesi gerekiyor” diye yorumladı.

murat-3.png

Öz’den üç kişilik bir aşk ve özgürleşme filmi

Kürt yönetmen Kazım Öz’ün Türkiye’de henüz gösterim şansı bulamayan ve  Selanik’te dünya prömiyeri yapan son filmi “Bir Kar Tanesinin Ömrü” üç kişilik bir hikayeyi tangonun hikayesinden ilham alarak anlatıyor. “Tango üç kişiliktir” cümlesinin birkaç kez tekrarlandığı filmde Öz, Miase,Adar ve Ulaş karakterleri ile sinemaseverleri Trabzon’dan Dersim’e uzanan bir aşk yolculuğuna davet ediyor. Kürt sinemasının önde gelen sinemacılardan Öz yine filminin hikaye örgüsüne Türkiye’nin milliyetçi,muhafazakar yoğunluklu  bol sıkıntılı politik uygulamalarını ve Kürtlerin Türkiyede kendi yaşamlarını yaşama mücadelesini ekliyor. İki karakterin Türkiye’nin çatışmalı koşullarında özgür bir aşk yaşama denemesi ile Adar’ın dağlarda verilen mücadeleye katılması,özgürlük mücadelesi için terk edilen Miase’nin acılarını Dersim’li Ulaş’la dindirmeye çalışması ve bu üçlü hikayenin tangonu kökenindeki gibi iki erkek ve bir kadın arasında flashback’lerle film boyunca sürmesi seyirciyi bu yolculuğun nasıl sonuçlanacağı konusunda hep merakta bırakıyor. Türküler,şarkılar ve şiirleri sinemasında oldukça kullanan Öz’ün buna Arjantin’den tangoyu da eklemesi güzel bir renk olarak seyirciye yansırken Dersim’in karlı ortamlarının da ana karakter gibi hikayenin üzerine yağdığını görüyoruz.  Dağlardaki geyiklerin de doğrunun arayıcıları olarak filmin hem şiirsel yannda hem görüntü yönetimi dalında kullanıldığı film Selanik’te büyük bir beğeni kazanırken Seyirci ödüllerinin en güçlü adaylarından birisi oldu. Ataol Behramoğlu’nun “Bir Gün Mutlaka” şiirindeki “Bitecek bir gün bu zulüm” dizesinin verilen mücadeleyi çok iyi yansıttığı filmin gösterimi sonrasında Öz  annesinin ölümü üzerine filmi erteleme kararı aldığını ama annesinin kendisine verilmek üzere  iletien zarfın içinden filmi çekmesi için ayırdığı para çıkınca tekrardan filmi çekmeye karar verdiğini ve bu yüzden filmi annesine adadığını söyledi. Yazıyı filmden bir cümle ile bitirmek isterim. “Sanat mıdır acaba acılarımızı birazcık olsun dindirecek şey?” Düşünmek gerek...

Bu haber toplam 1856 defa okunmuştur