1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Uçsuz; Edebiyat Dergilerinin Sınırlarında Bir Okuma Deneyimi
Uçsuz; Edebiyat Dergilerinin Sınırlarında Bir Okuma Deneyimi

Uçsuz; Edebiyat Dergilerinin Sınırlarında Bir Okuma Deneyimi

Ön kapakta yer alan “Edebiyat ve Eleştiri Dergisi” ibaresi, Uçsuz’un eleştiriye ağırlık vereceğini bize göstermektedir. İçerisinde eleştiriyle ilgili metinler vardır. Edebiyatımızda bir derginin kendisini bu şekilde tanımlaması, sanırım ilk kez oluyor.

A+A-

 

 

Halil Karapaşaoğlu
[email protected]

 

I.

Edebiyat dergilerinin; şiir, öykü, eleştiri ve roman gibi edebi bir metin olmaları mümkün müdür? Bu sorunun cevabı metnin “ne olduğunun” açıklamasıyla bağlantılı mıdır? Edebiyat dergileri metin haline dönüştüğünde, dergi olmaktan çıkıp, kitaplaşır mı? Bütün bu soruları roman üzerinden yola çıkarak düşündüğümüzde, ortaya koymaya çalıştığım sorunsallar farklı anlamlar kazanır. Aristoteles’in “Poetika” kitabında şiirin ve öykünün tanımı yapılırken, romanın çok sonraları burjuva tarafından icat edilmesiyle, gelişimi, şiir ve öyküye kıyasla çok daha dinamik olmuştur.  Bugün, post-modern roman, bütün türleri içine alabilen, bütün deneysel çabaları kucaklayan sınırsız bir mecraya dönüşmüştür. Edebiyat tarihinde, modern edebiyat dergilerinin çıkışı 17.yy olarak gösterilmektedir. Post-modern dergicilikte batıda üretilen dergilere baktığımızda edebiyat dergilerinin tek başına gerek kolektif gerek bireysel üretim olarak bir metin olabileceğini görebilmekteyiz. Dergilerin de romanlar gibi sonradan icat edilmesi, dergilerin sınırlarını, dergileri çıkaranların sınırları belirlemektedir. Metin hayatın kendisi, hatta hayatın dışıdır da aynı zamanda. Buradan esinlenerek dergilerde, romanlar gibi bütün deneysel çabaları kucaklayabilecek esnek yapıya sahiptirler.

Türkçe edebiyatta, neden edebiyat dergileri geçmişte edinmiş oldukları misyonun dışına çıkamıyorlar ya da çıkmak istemiyorlar? Türkçe edebiyatta yayınlanan dergilere genel olarak baktığımızda, dergicilikte ağırlıklı olarak şairleri ve öykücüleri görmekteyiz. Dergiler, şairler ve öykücüler tarafından yayın hayatına kazandırılmaktadır.  Türkçe edebiyatta, romancılar neden dergiciliği şair ve öykücülere bırakmaktadır? Şairlerin ve öykücülerin dergiciliğe yaklaşımıyla, romancıların dergicilik yorumu daha farklı olabilir mi? Her ne kadar varsayımdan yola çıkarak düşünce üretsek de, romancılar dergicilik işine el atarsa, Türkçe edebiyattaki dergicilik farklı bir yola doğru yönelebilir düşüncesindeyim. Diğer taraftan romancıların niye dergiciliğe mesafeli durduğunu da düşünmeden edemiyor, net bir cevaba ulaşamıyorum.

Tabii ki İngilizce çıkan dergilerden görebildiğim kadarıyla İngilizce edebiyat dergiciliğinin, romancılar tarafından sınırlarının esnetilmesine, dergiciliğe farklı bir perspektif getirilmesine gerek yok. Yukarıda vurgulamaya çalıştığım sorunsallar, İngilizce edebiyat için geçerli değildir. Bunun bir nedeni de İngilizce edebiyatın disiplinler arası geçişi, karşılaştırmalı edebiyat gibi alanları Türkçe edebiyattan çok daha önceleri özümsemiş olmalarından kaynaklı olabilir. Dünya edebiyatı demekten özellikle kaçınmamın sebebi, dünyanın farklı dillerinde üretilen edebiyat problemlerinin aynı düzeyde olmamasıdır.  Arapça edebiyatla, Çince ya da İspanyolca edebiyatın problemleri kuşkusuz aynı olmaz. Bunun yanında İngilizce edebiyatın, dünya edebiyatının kendisi olduğunu kesinlikle kabul etmemekle, böyle bir kanın oryantalizmden beslendiği düşüncesindeyim. 

II.

Eylül 2017 tarihinde şairlerimizden Fatoş Avcısoyu Ruso, Ruhsan İskifoğlu ve öykücülerimizden Emrah Öztürk “Uçsuz” isminde bir edebiyat dergisi çıkartmışlardır. Edebiyat dergiciliğinin sınırları-sınırsızlıkları bağlamında yaratmaya çalıştığım tartışma içerisinde Uçsuz’un geleneksel dergicilik anlayışının sınırlarından uzak durmadığını söyleyebiliriz. Uçsuz’un tabii ki böyle bir kaygısı olmayabilir. Böyle bir derdi olmaması onu kötü bir dergi yapmadığı gibi bu kaygının olması, onu iyi bir dergiye dönüştürmez. Geleneksel dergiciliğin dışına çıksalar ne gibi sorunlarla karşı karşıya kalacakları büyük bir muamma değil aslında. Edebiyatçılarımız tarafından Uçsuz’un edebiyat dergisi olarak kabul görmeyeceği aşikârdır.

Uçsuz’un neden çıktığı, amacının ne olduğu, edebiyatımızda kendini nereye konumlandırdığı tarzında bir giriş yazısı derginin içinde yoktur. Böyle bir metnin olmaması eksiklik olarak görülür. İlk kez çıkan bir dergide böyle bir giriş yazısı okuyucular tarafından beklenir. İlk başlarda böyle bir beklentim olsa da, şimdi düşündüğümde “neden illa ki olması gerekir?” diye düşünmeden edemiyorum. İçinde olduğum bu çelişki derginin genel yapısıyla ilgilidir. Uçsuz, avangart bir dergi olsaydı böyle bir beklenti olur muydu? Olabilirdi. Bu bizim edebiyata nasıl baktığımız, edebiyatta hangi kaynaklardan beslendiğimizle açıklanabilir.

Uçsuz; çevirilerin yanında, söyleşilerin, denemelerin, inceleme metinlerinin olmasıyla edebiyatımızdaki en zengin edebiyat dergilerden biri olarak yayın hayatına girdi. Ön kapakta yer alan “Edebiyat ve Eleştiri Dergisi” ibaresi, Uçsuz’un eleştiriye ağırlık vereceğini bize göstermektedir. İçerisinde eleştiriyle ilgili metinler vardır.  Edebiyatımızda bir derginin kendisini bu şekilde tanımlaması, sanırım ilk kez oluyor. Bu anlamda heyecan vericidir. Eleştiri metinlerinin yer alması, edebiyatımıza farklı tartışmalar getirecek, yazılan metinleri didik didik etmemizi zorunlu kılacaktır. Ne yazık ki ilk sayısında böyle ateşli bir metine rastlayamadık ancak bu rastlamayacağımız anlamını taşımaz. Feodal ilişkilerimizden ne kadar sıyrılabileceğimizin göstergesi olabilecek bir dergi olarak karşımızda durmaktadır Uçsuz.  En azından dergiyi çıkaran dostlarımızın böyle bir amaçları olduğunu kişisel konuşmalarımızdan görmekteyiz.

Yabancı dilden yapılan şiir çevirileriyle, Türkiye’den, dergide yer alan şair ve yazarlardan yola çıkarak, derginin dünya, Türkiye ve Kıbrıs arasında bir düzlem oluşturma kaygısı içerisinde olduğu açıktır. Kıbrıs’ın dışındaki entelektüel kaygıları, buraya getirmek, bunları tartışmak açısından önemlidir. Edebiyatımızın buna ihtiyacı vardır. Buradaki en büyük tehlike Lefkoşa’yı İstanbullaştırmaktır. Eğer Lefkoşa İstanbullaşırsa özerkliğini hiçbir zaman kazanamamış Lefkoşa, İstanbul’a bağımlı olmaktan kurtulamayacaktır. Bu hassas bir dengedir.

Bunun dışında teknik olarak göze çarpan üç husus vardır. Dosya konusunun, “Edebiyat ve Eleştiri” mi ya da “Edebiyat ve Cinsellik” mi?” olduğu belli değildir. Bunun her ikisi de dosya konusu olabilir ancak “Çeviri Şiirler”, “Öykü”, “Söyleşi”, “Şiir” ve “İnceleme” gibi başlıkların aynı fontlarla eşit büyüklükte yazılması teknik açıdan sorunlu olabilir. Dosya konularının daha açık belirtilmesi, okuyucunun işini kolaylaştırmanın yanında, biçimsel anlamda 4. sayfadaki başlıkların daha açık bir şekilde ayrıştırılmasına kolaylık sağlar.

Diğer bir husus ise İlhan Durusel’le yapılan söyleşidir. Bu söyleşinin kim tarafından yapıldığı belirtilmemektedir. İlhan Durusel “İD” olarak belirtilmişse de, söyleşiyi yapanın “U” olduğunu biliyoruz sadece. İlk soruda, İlhan Durusel(İD), söyleşiyi yapanınadı, soyadısonrasında baş harfleriyle belirtilmiş olursa teknik açıdan daha anlaşılır olur.

Üçüncü husus ise, derginin akademik bir ruhu çağrıştırmasından dolayı yazarların kullandığı kaynakçaların standart bir formatta olmamasıdır. Hakan Karahasan’ın kaynakça bölümünde kullandığı formatla, Fatoş Avcısoyu Ruso’nun kaynakçada kullandığı format aynı değildir. Bu tabii ki büyük bir mesele değildir. Sadece göze takılan küçük ayrıntılardan biridir.

III.

Uçsuz biz edebiyatçılar için soluk alabileceğimiz önemli bir alandır. Bütün edebiyatçılara olan mesafesini koruması, özellikle eleştiri anlamında farklı metinlere var olma şansı tanıması benim için büyük bir beklentidir. Bu beklenti şüphesiz dergiyi çıkaran dostlarımızın iyi niyetinden kaynaklanmaktadır. Derginin nasıl şekilleneceği, hangi düşünsel zemin üzerine kurulacağını onlar belirleyecektir. Ancak, disiplinler arası geçişlerin, karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarının, deneysel metinlerin dergide yer alması, Uçsuz’u diğer edebiyat dergilerinden farklı kılabilir. Sinema, tıp, mimarlık, zooloji vs. gibi farklı alanlarla edebiyatı buluşturması, edebiyatın içinde zaten var olan bu konuları metinle bağlaması, bizim için alışılmadık bir bakış açısı yaratabilir. Ne yazık ki Türkçe edebiyat; sorunlarını, incelemelerini, tartışmalarını ve yorumlarını edebiyatın dili içinde aramaktadır. Bundan dolayı Kıbrıs’ta üretilen metinlerin neredeyse birçoğu kelime ya da dil oyunlarıyla var olmaktadır. Oysa edebiyat dolayısıyla metin, hayatın kendisi hatta hayatın dışıdır. “Şeyin kendisi” ve “şeyin dışının” yarattığı paradokslar düşüncenin devingenliğini ve yaratıcılığın sınırlarını zorlayacak önemli vakalardır.

 

 

 

 

Bu haber toplam 2413 defa okunmuştur
Gaile 439. Sayısı

Gaile 439. Sayısı