Ukrayna’dan Kıbrıs’a Etki Dalgaları
Ukrayna’da savaş olmasa da Kıbrıs sorunu var olmaya devam edecekti.
Ama, bu durum önemli bir gerçeği değiştirmiyor: Ukrayna’da yaşananlar ve sonuçları bir şekilde Kıbrıs’ı ve Kıbrıs sorununu etkiliyor.
Kısa vadede bu etkilerin sınırlı olduğu söylenebilir.
Mesela Ukrayna’da savaş devam ederken ne BM, ne AB ya da ABD gibi bölge siyasetinde etkili devletlerin Kıbrıs sorununa dönük bir odaklaşma içinde olmaları beklenemez.
Ama Ukrayna savaşının orta ve uzun vadede Kıbrıs sorunu ve Doğu Akdeniz’e anlamlı etkilerinin olacağı söylenebilir.
Bu etkinin belirli nedenleri vardır:
Birinci neden, Rusya’nın Ukrayna’da giriştiği askeri eylemler ve sonuçları nedeniyle (işgal, sivil hedeflere saldırılar, savaş suçu işlendiğine dair ortaya çıkan emareler, kentlerin yok edilmesi) Batı’nın kendi iç dayanışmasını oluşturma ve güvenlik sistemini yeniden gözden geçirme ihtiyacının ortaya çıkmasıdır.
Bu ihtiyacı tetikleyen çok önemli bir unsurun ise, Rusya’nın Batı ittifakını doğrudan tehdit etmesi anlamına gelen, ‘Avrupa’nın doğusunda yeni bir güvenlik sistemini dayatma’ çabasıdır.
Batılı devletler ve onların bütünlüğünü ifade eden AB ve NATO gibi oluşumlar, Ukrayna savaşından önemli bir ders çıkardı:
Rusya ya da benzeri otoritaryan bir rejimin Batı’nın güvenliğini tehdit etmesi durumunda, Batı’nın güvenliğini sağlama, ortak güvenlik sistemini harekete geçirme ve caydırıcı güç oluşturma bakımından hazırlıklı olmak gerekir!
Batı’nın verdiği ilk tepkilerin, AB-NATO koordinasyonunu güçlendirme, ekonomik yaptırımları devreye sokarak ve askeri harcamaları artırarak caydırıcılık oluşturmayı hedeflediği anlaşılmaktadır.
AB üyeliği nedeniyle Kıbrıs ve Kıbrıs sorunu, Batı’nın, bu ihtiyaç nedeniyle attığı ve atacağı adımlardan elbette etkilenecektir. Ama bölünme nedeniyle ciddi bir iç sorun yaşayan Kıbrıs’ın, Batı’nın güvenlik ihtiyaçları nedeniyle alacağı önlemlere tam olarak uyum sağlamada zorlanabileceği açıktır.
Her ne kadar da Kıbrıslı Rumların yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti AB’nin Rusya’ya dönük aldığı yaptırım kararlarını uygulamaktan kaçınmıyorsa da, Türkiye’nin Batı ve Rusya arasında izlemeye çalıştığı denge siyaseti, bölgede istikrarsızlık yaratmak isteyen devletlere bir manevra alanı yaratmaktadır.
İşte tam da bu nedenle Batı Kıbrıs sorununa kayıtsız kalamaz ve uygun bir zamanda çözüm için girişimde bulunması kaçınılmazdır.
Ukrayna’daki savaşın Kıbrıs üzerinde etki yaratmasına yol açan ikinci neden ise Doğu Akdeniz’de Rus Kartı’nın öneminin azalıyor olmasıdır.
Suriye yönetiminin davetiyle bu ülkedeki iç savaşa dahil olan Rusya’nın, bir yandan Doğu Akdeniz bölgesinde yaşanan krizlerin çözümünde olumlu bir rol oynayamayacağı, öte yandan da, Rusya üzerinden bölge siyasetinde üstünlük kurma çabasının artık ciddi tepkilerle karşılaşacağı anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi, KıbrıslıRum tarafı önceleri diplomatik yollarla, daha sonra ise Rusya’dan satın aldığı S300 hava savunma sistemiyle Türkiye’ye karşı bir denge oluşturma çabasına girişmişti.
Ama bu çabanın öngörülen sonucu sağlamadığı ya da fiyaskoyla sonuçlandığı biliniyor.
Rusya geçmişte iki toplum liderinin üzerinde uzlaşma sağladığı federal çözüm modeline BM GK üyesi olarak destek vermekteydi.
Ama, Rusya, görünürde hala federal çözüm modeline destek vermeye devam etmesine rağmen, Rus dış politikası bu yönde herhangi bir hareketlenmeye destek sunmamaktadır.
KıbrıslıRum tarafı S300 macerası sonunda, zaman içinde Türkiye’ye karşı ‘Rus Kartı’nı kullanamayacağını anlamıştı.
Türkiye açısından da, son 3-4 yıllık dönem içinde, benzer bir ‘Rus Kartı’nı Doğu Akdeniz’de Batı’ya karşı kullanma ve bu yolla Kıbrıs’ta arzuladığı iki devletli çözüm (Taksim) siyasetini ileriye götürme olasılığı ortaya çıkmıştı.
Bu olasılık hem Türkiye’nin Batı’yla kötüleşen ilişkilerinden beslenmekte hem de bu ilişkileri zehirlemekteydi.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgale girişmesi, ‘Rus kartı’nın önemini Türkiye açısından da azaltmaktadır.
Türkiye, önceleri ilişkilerini bozmamak ve bir denge siyasetini sürdürmek adına, Rusya’nın eylemini ‘askeri müdahale’ olarak nitelendirmiş, ama Rusya ordusunun artan saldırıları karşısında bunun bir işgal eylemi olduğunu tanımıştır.
Kiev çevresinde ve diğer bölgelerde Rusya ordusunun sivillere karşı giriştiği eylemleri ‘katliam’, ‘savaş suçu’ gibi kavramlarla ifade etmeye başlayan Türkiye, aslında ‘Rus kartı’nı tümüyle devre dışı tutabileceğinin de sinyallerini vermektedir.
Türkiye kamuoyunun, savaş suçu işleyen bir devletle işbirliği yapılmasını ya da böyle bir rejime destek olunmasını hoş karşılaması pek mümkün görünmemektedir.
Bu nedenle, Türkiye’nin izleye geldiği ve Rusya rejiminin de çok hoşlandığı bu ‘denge siyaseti’nin çatırdamaya başlaması pek de şaşırtıcı olmayacaktır.
Rus Kartı’nı çöpe atan Türkiye’nin Kıbrıs sorununun çözümünde de daha gerçekçi bir zemine yönelmesi beklenecektir. Bu yönde Türkiye üzerinde basınç yaratılması zor olsa bile mümkündür.
Ukrayna savaşı ya da Ukrayna’nın Rusya tarafından işgal girişimi, Türkiye’yi yeni bir muhasebe yaparak Batı’ya yeniden entegre olmaya yönlendirmektedir.
Hem Batılı devletlerin hem de Türkiye’nin, Ukrayna’daki savaşa ortak bir gözlükle bakma yönünde ilerlediği söylenebilir.
Batı, savaşın ilerlediği süreçte Rusya’ya yönelik yaptırımları artırırken, Türkiye’nin ‘tarafsız kalarak Rusya ile konuşan bir devlet olma’ siyasetini halen sessizlikle izlemektedir.
Batı’nın bu sessizliği, Türkiye’nin duruşunun kabullenildiği anlamına gelmiyor.
Hatta, Ukrayna’dan gelen katliam ve savaş suçu haberlerinin yaratacağı bir ortamda, bu sessizliğin açık eleştiriye dönüşmesi oldukça mümkündür.
Batı’nın Ukrayna savaşı nedeniyle açıkladığı ‘Çin’den beklentiler’ aslında bir anlamda ‘kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla’ mesajını da içermektedir.
NATO Genel Sekreteri’nin ve Avrupalı bazı önemli liderlerin Türkiye ziyaretlerini bu çerçeve de değerlendirmek yanlış olmayacaktır!
Ayni dönemde Türkiye de Batılı devletlerin Rusya’ya karşı uygulamaya başladıkları yaptırımları yüksek sesle eleştirmekten kaçınmış, bu yaptırımların BM tarafından öngörülmesi durumunda katılacağını ilan etmiştir.
Türkiye elbette, BMGK üyesi olduğu için Rusya’nın böyle bir yaptırım kararını veto edeceğinin farkındaydı.
Dolayısıyla, Türkiye’nin tutumu, siyasal bir destek sunmasa da, bu yaptırımların ilkesel düzeyde doğru ve gerekli olduğunu kabullenmiş olduğu anlamına gelmektedir.
Batı ile ortak kaygıları paylaşması, Türkiye’yi Batı’ya yeniden entegre etme çabalarını güçlendiriyor.
Böylece, Batı’ya yönelen bir Türkiye’nin Kıbrıs sorununda diplomasiye ve gerçekçi bir modele, yani federal çözüm modeline geri dönüş yapması yönünde güçlü beklenti ve taleplerle karşılaşması oldukça muhtemeldir.