1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Ülke parça parça özel kişilere peşkeş çekiliyor”
“Ülke parça parça özel kişilere peşkeş çekiliyor”

“Ülke parça parça özel kişilere peşkeş çekiliyor”

Yeşil Barış Harekatı, Çevre Koruma Dairesi görevini yerine getiremediği gerekçesiyle onların yerine mesai yapıyor. 

A+A-

Fayka Arseven KİŞİ

Yeşil Barış Harekatı Başkanı Feriha Tel ve Genel Sekreter Doğan Sahir, ülkenin parça parça özel kişilere  peşkeş çekildiğini, buna karşı mücadelelerini artırarak sürdüreceklerini ifade etti.

Çevre konusunda sayısız ihbar aldıklarını, özellikle son 1,5 yılda ihbarların geçmişe göre 3-4 kat arttığını ifade eden Tel ve Sahir, tüm bunlara kayıtsız kalındığını belirtti.

Yeşil Barış, Çevre Koruma Dairesi önünde mesai yapmaya başladı.  “Çevre Koruma Dairesi, Çevre Bakanlığı’nın, Çevre Bakanlığı da Turizm Bakanlığı’nın güdümü altında küçük bir daire olarak kaldı” diyen Tel ve Sahir, o nedenle dairenin görev yapamadığını anlattı.
 

“Bugüne kadar 30’a yakın davamız oldu. Bunların sadece 3’nü kaybettik” diyen Yeşil Barış Harekatı yetkilileri, “Bir tanesi dışında da ne acıdır ki hepsi devlete karşı açılmış davalardır” vurgusunda bulundu.

Yeşil Barış Harekatı yöneticileri ile çevreye dair yaşananları konuştuk.

 

YENiDÜZEN: Çevre Dairesi önünde eylemdesiniz. Eylem amacınız nedir?

Feriha TEL: Yeşil Barış Hareketi olarak halktan çok fazla ihbar alıyoruz. 1988’den beri verdiğimiz mücadele ile ülkenin her yerine insanlar örgütümüzü tanıyor. Bundan dolayı da çevrenin sesi olmak adına bulundukları bölgede bizim görmediğimiz, duymadığımız bilgileri, çevreye yapılan müdahaleleri bize bildiriyor.

Son dönemde bu ihbarlar oldukça arttı. Sebebi de artık Çevre Koruma Dairesi, Çevre Bakanlığı, polis, kaymakamlık ve belediyelerin yapılan ihbarlara hiçbir şekilde yanıt vermemesidir. Bu ihbarlara kayıtsız kalınmasıdır.

Bir yandan halkımızın bize güveninden mutluyuz. İnsanlar bizi artık kabullendiler ve çevreyi koruyacağımıza inanıyorlar. Bir diğer yandan da bu üzücüdür; çünkü ilgili kurumların yapması gereken işlerin tüm iş yükü bize kalmış durumda. Bu da beklentiyi çok artırıyor.
 

Çevre Koruma Dairesi, Çevre Bakanlığı’nın, Çevre Bakanlığı da Turizm Bakanlığı’nın güdümü altında küçük bir daire olarak kaldı. Bundan kurtulamadığı sürece gelişmesi ve yapması gereken görevleri yerine getirmesi mümkün olmayacak.


Alo 123 acil çevre hattı var ama bu hat çok uzun süredir devrede değil. Şikâyetler değerlendirilmiyor. O yüzden belki dikkat çekeriz, belki birazcık da utanılır diye düşünülerek geçen haftadan itibaren “madem bu ihbarlar bize geliyor biz de mesaimizi Çevre Koruma Dairesi’nde yapalım. Zaten Alo 123 hattı işlemiyor tüm ihbarları halkımız bizim telefonlarımıza yapıyor o zaman biz Çevre Koruma Dairesi’nin yerine mesai yapalım” dedik.

 

“Çevreye dair ihbarlar son 1,5 yılda en az 3-4 katı arttı”

YENiDÜZEN: Son döneme dair ihbarların artışına yönelik ne gibi veriler var?

Doğan SAHİR: İhbarlar çok arttı. Sosyal medyamıza bakarsanız ihbarların ne kadar yoğunlaştığını göreceksiniz. Son 1,5 yılda en az 3-4 katı arttı.

Aslında covid döneminde bir rahatlık oldu. Kimse görev yerinden dışarıya çıkmıyor, sadece mesai içerisinde çalışılıyor. Çevre tahribatının ve kaçak teşebbüslerin en fazla yapıldığı dönem de mesai sonrasıdır. Yapılan yapılıyor, yıkılan yıkılıyor, pazartesi baksa ne olacak, bakmasa ne olacak.

Ancak bir boyutu da şudur; o kadar arttı ki bunlar bir yılgınlık yaratılmaya çalışılıyor. Çünkü geçmişte buna benzer çok yaşanmışlıklarımız vardır. Onlara da baktığımızda bir paralellik kurabiliyoruz. Geçmişte benzer sorunlar başka boyutlarda da olsa hep devletin ihlalleri oldu, vatandaşın ihlallerine de göz yumuldu. Biz bunlara karşı çıktık, “mahkemeye gideceğiz” dediğimizde “kaç defa daha mahkemeye gidebilirsiniz” denilirdi.

Ancak biz uğraşıyoruz ve çok da ısrarlıyız. Hangi hükümet gelirse gelsin duruşumuz hep aynı. Bu bağlamda ısrarla gittiğimiz, başardığımız ve medyaya da yansıyan bazı olaylardan sonra bayağı yoğun talepler gelmeye başladı.

Yeşil Barış Hareketi olarak görünürde birkaç kişiyiz ama arkamızda bayağı bir bilgi havuzu, buna gönül vermiş insanlarımız var. Bunun ötesinde ille de üyemiz olması gerekmiyor. Vatandaşların da bir sempati ile bu işe katılmaları aslında olumludur.

Sorunlar o kadar yoğunlaştı ki bizi de tıkmaya yönelik bir taktik gibi duruyor. “Boşver enerjilerini boşaltsınlar, biz bildiğimizi okuyacağız” yaklaşımı var. Yanlış olan bu... Ama biz yanlış olanı dillendirmeye, buna karşı mücadeleye etmeye, halkımızı da yanımıza alarak bunu yapmaya devam edeceğiz.

 

YENiDÜZEN: Lapta’daki marina projesi mahkemede... Nedir yaşanan süreç?

Feriha TEL: Lapta marina meselesi birçok kıyı ihlalinden sadece bir tanesi. Bizim için önemli… Çünkü Lapta marina otel meselesinin bir geçmişi var. 2018 öncesinde burasıyla ilgili bizlere bilgi geliyordu. 2018’de marina otel ile ilgili bir çalışma başlamıştı ve bu çalışma üzerine biz bunu mahkemeye taşımıştık. Ne kadar acıdır ki 4 yıl sonra aynı meseleyi tekrardan mahkemeye taşımak zorunda kaldık.

Bölgelerden ‘kalkınma karşıtı mısınız, neden böyle bir yatırıma engel oluyorsunuz’ gibi direnişlerle karşılaşabiliyoruz. Belki özeleştiri yaparsak biz de kendimizi daha iyi anlatmamız gerekiyor. Lapta bölgesinde de böyle bir direniş ve algı var, bu doğru değil. Bizim istediğimiz aslında yatırım ve kalkınmanın olmaması değil. Kalkınma sadece para olarak ölçülmemelidir. Çünkü kalkınma bu değil.

Çünkü her yeni otel yapıldığında kalkınacağımız söyleniyor, yeni inşaat bölgeleri açıldığında hep bu söyleniyor ama henüz kalkınmış değiliz.

Burada da en büyük sıkıntı hiçbir planlama, proje yok ve Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu hazırlanmadı. Bir bölgede bir kalkınma hayal ediliyorsa bunun şeffaf bir şekilde sürdürülebilir kalkınma yaratması gerekir.

Lapta meselesi de bir düşünce üzerinden açılmış bir ihaledir. Şeffaf bir şekilde ilerlenmedi. İyi İdare Yasası, Çevre Yasası’na göre yapılması gerekenler yapılmadı. Biz de bundan dolayı rahatsızlık duyduk. Hatalar düzeltilmediği sürece de bunların karşısında duracağız. Çünkü yatırım olacaksa yasalarımıza kamu menfaatlerine ve sürdürülebilir çevreye verdiğimiz önemle yapılmalıdır.

İhaleye şu an ara emri alınmıştır. Mahkemede duruşmalarımız devam etmektedir.

 

Doğan SAHİR: Mahkeme süreci devam ediyor. Biz kararlılıkla netice almak istiyoruz. Çünkü geçmişte ara anlaşmalarla yürümeye çalıştık. Belki bazı noktalarda buluşabileceğimizi düşündüğümüz konular olmuştur ama çoğunda da yanıltılmaya çalışıldık. Bizler böyle bir yaklaşım içerisine girdiğimiz anda bir sürü manipülasyon ile bizi çökertmeye çalışıyorlar.

Ancak artık uyandık, bunlara gözlerimiz açık bakıyoruz. Birçok davada da aynı şeyi yaşıyoruz.

At gözlüğü ile bakılarak “parlak proje” deniyor. Ama acaba parlak mı? Proje tanımlanmıyor. En büyük sakınca hem projesi hem inşaat aynı kişiye veriliyor. Bu etik değildir. Bir mimar, mühendis bile ya projecidir ya da müteahhittir. İkisini birden yapamaz. Bu yasalara aykırıdır. Bugüne kadar 30’a yakın davamız oldu. Bunların sadece 3’nü kaybettik.

 

Feriha TEL: Bir tanesi dışında da ne acıdır ki hepsi devlete karşı açılmış davalardır.

 

“Orman arazileri, kıyılar, dere yatakları, her yere inşaat yapılıyor”
 

Doğan SAHİR: Ada olmamıza rağmen temiz denizi nerede bulacağımızı düşünmeye başladık. Altyapı ve planlamanın önemini Girne’de çığlıklar atarak söyledik, dinlenmedi. Aynı hatayı İskele’de yapmayın dedik, şu an denize lağım akıyor. Dünyada yayınlanan bir sürü deklarasyon var. Biz adeta bir başka gezegende yaşıyoruz. Kaynaklar tükendi. Sürdürülebilirlik üzerinde durun deniliyor. Ama biz ne yapıyoruz; önce sermayeyi tüketip günü gün edelim diyoruz, sonrasını boş verdik. Şu an tükendiğimiz noktaya geldik. 74’den sonra kalan malları bol bol yedik, har vurup harman savurduk.  Kalan fabrikaları sattık. Boş arazileri arsa nitelikli yazarak ve büyük anomalilikler yaratarak, her yere inşaat yapılabilir fermanını çıkarmış olduk. Orman arazilerini verdik, eş değer paketlerine koyduk. Bugün kampanya halinde bütün orman arazileri, kıyılar, dere yatakları her taraflar veriliyor.

Tarım arazileri tükenmiş durumda. Sınırları zorladık, zorlamanın da ötesine geçtik. Bu noktada hayatı ve ülkemizi yaşanmaz hale getirdik.

Hep bir neoliberalizmin yönlendirmelerine bağlı olarak insanları bireyselleştirdik ki bir şeyler istesinler, alınca da memnun görünsünler. Kamusal düşünceleri bir kenara ittik. Kaynakların da yeterliliğini hiç hesaba katmadan bunları yaptık. Ama şu an üretim geriliyor, nüfus artıyor, alt yapı sıfırlanıyor, bunların getirdiği kaos içerisinde birçok insan açlık sınırına gelmiş durumda.

Yaptığımız yanlışlarla biz tarımsal üretim alanlarını azalttığımız için domates 40 TL’ye çıkmış durumdadır. Çünkü biz hesap yapmadık.

2000 yılına doğru tamamlanmış yasası hazırlanmış, rafta 20 yıldır bekleyen Toprak Değerlendirme Yasası var. 2.4 birinci sınıf arazimiz vardı. Biz bunun bile büyük çoğunluğunu yok ettik. Sularımızı kirlettik. Türkiye’den su getirdik, onu da doğru kullanamadık.

Oysa olması gereken kaynakları doğru kullanmaktı. 28 Şubat’ta çıkan dünya deklarasyonuna göre; ‘bölük pörçük girişimlerle bu iş çözümlenemez. Herkes kaynakları doğru, israfız etmeden kullanmak zorundadır, ekolojik borç yaratmamalıdır.’

Ekolojik borç nedir? Herkesin olan bir şeyleri alıp kullanıyorsa o kullanmasının ardından bize de bir şey vermiyorsa bizden borçlanıyor demektir. Bizim alacağımız var ama kimsenin bunu düşündüğü yok. Sadece cepleri dolduruyorlar.

Bu mantığı tamamen silmek gerekiyor. Hatta son raporda diyor ki ‘kafaları değişmemiz gerekiyor. Bireysel düşünceyi bir kenara atıp kamusal düşünmezsek dünyayı kurtarmak için vaktimiz kalmadı.’

Feriha TEL: Turizmde kalkınma diyoruz. Hangi müdür, bakan konuşmaya başlasa denizlerimizle övünüyor. Geldiğimiz noktada denizleri korumuyoruz. O zaman nasıl turizm öngörüyoruz. Bunu da sorgulamamız gerekiyor. Maalesef otellere, kıyılarda izin veriliyor. Ama bu oteller yapıldıktan sonra bu otellerin alt yapısı sonrasında arıtmaları denetlenmiyor ve her gün bununla ilgili sorunlar yaşamaya devam ediyoruz. Bu sorunları peki nereden anlıyoruz? Bu sorunlar gözle görülecek seviyeye gelmiş durumda. Ama bunun dışında Girne konusunda sayısız Yeşil Barış Hareketi’nin uyarısı vardı; ‘Girne bu şekilde gitmez, Girne bir yerden sonra duvara toslayacak’ diyorduk, kimse dinlemiyordu. Şu an tutun belediye başkanından Girne’de yaşayan herkes artık alt yapının Girne’yi kaldırmadığını, kanalizasyon sularının denize döküldüğünü kabul ediyor.

Girne’yi kaybettik ama hataları düzeltmek yerine aynı hataları yapmaya da devam ediyoruz.

 

“Kıyı şeridi bildirgesi çiğneniyor, deniz suyu analizleri yapılmıyor”

YENİDÜZEN: İskele Bölgesi de hızla yapılaşıyor. Burada nedir durum?

Feriha TEL: Long Beach dediğimiz yerde kıyı şeridi bildirgesine aykırı olarak betonlaşma var. Ne kadar acıdır ki 1992 yılında benim de kendimi ilk hatırladığım eylemidir Yeşil Barış Hareketi’nin İskele Long Beach’te kıyının korunması, otel inşaatının olmaması için bir mücadele verilmişti. O gün bir insan zinciri eylemi yapılmış ve eylem başarılı olmuştu.

Ama ardından belediye tarafından kıyılar bölüm bölüm verilmeye başlandı. İskele’de yurtdışından gelen bir popülasyon var. Orada bundan dolayı bir kalkınma olduğunu söylüyorlar. Bu insanlar kamuya açık kıyı, yürüyüş yolları ve buna benzer imkanlar için oralara geldiler… Bunu bile görmüyorlar.

 

Doğan SAHİR: Alt yapıyı bir kenara iten betonlaşma var.

Feriha TEL: Gün gelecek oradaki yabancılar denizi kullanamayacak. Yürüyüş yapacak kıyı şeridi bulamayacak. Bunlara dikkat çekmek istiyoruz. Tüm mücadelemiz betona karşı değil. Biz betonun yanlış yerde yapılmasına karşıyız. Burası kamusal alan ve siz bunu parça parça özele devrediyorsunuz. Bu hem doğal yaşama hem oradaki kamu menfaatine zarar veriyor. 


YENiDÜZEN: Geçtiğimiz hafta Mağusa’da denizde yaşanan kirlilik ve bunun sonucunda Yeşil Hat Tüzüğü’nden güneye balık satışının durdurulduğu haberleri vardı.

Feriha TEL: Alt yapı ve denetim eksikliğinin sonucu bu olmuştur. Artırma var ancak çalışmıyor. Avrupa Birliği denetim yaptı, bu kirliliği saptadı, oradaki limandan balık satışını durdurdu. Biz bunu bağırıyoruz, yıllardır. Avrupa’daki uzmanlar hassas… AB’nin yaptığı denetlemeler sonrasında deniz suyunun kirliliğinden dolayı Mağusa’daki balıkçı teknelerinin Yeşil Hat Tüzüğü kapsamında güneye balık satmasının önü kesildi. Bu gemilerle biz hemen iletişime geçtik. Bu gemilerin de şu an için Yeşil Hat Tüzüğü kapsamındaki kayıtları silinmiş durumda. En az 12 ay boyunca da maalesef tekrardan değerlendirmeye alınmayacaklar.

Deniz suyunun kirliliği AB tarafından tescillenmiştir. Ne kadar kötüdür ki Temel Sağlık Dairesi bu ülkede deniz suyu analizlerini yapmakla yükümlüdür. Yasa bu emri veriyor. Ama buna rağmen en son Aralık 2021’de belli bölümlerde analiz yapılmıştır.

Yani deniz suyu analizleri düzenli olarak yapılmıyor. Bunlar şeffaf bir şekilde halkla paylaşılmıyor. Şu an ne yediğimizi bir kenara bırakın deniz sezonu açılıyor. Halkın nasıl bir kirlilikte nasıl denizlerde yüzeceğini dahi bilmiyoruz.

Bu balıkçı teknelerinin tekrardan satışa geri dönmeleri için de şartları 2 ayda bir deniz suyu analizlerinin yapılması ve düzenli olarak bunların paylaşılasıdır. Ancak bizim ülkemizde bu yapıyla bu ne kadar mümkün olacak?

Hep söylüyoruz; hepimize çok iş düşüyor. Artık temiz çevre, bize ait olan kamu alanları, temiz deniz suyu gibi anayasada da var olan haklarını bilmesi ve talep edilmesi gerekir.

Birkaç otel sahibinin birkaç inşaat sahibinin ceplerini doldurmak için çevre maalesef harcanıyor.

Doğan SAHİR: Bir devlet mekanizması olmak zorunda. Balık baştan kokar hatta denizden kokmaya başladı. Dağı, taşı satmak marifet görülüyor. Geleceğe yatırım yok. Planlama eksilikleri de bunun bariz belgesidir. Çünkü planlama 30 yıl sonra ne olacağını planlamaktır.

Biz şu an ki Çevre Dairesi müdürünü ziyaret edecek fırsat bile bulamadık çünkü o kadar hızlı değişiyorlar ki… Bir kurumsal hafıza yok, hepsinin önüne kabarık bir dosya koyuyoruz, gelenin haberi yok. Kimse iş takibi yapmıyor. Büyükkonuk’ta Yudi ve Ayfodi dağını bütün usulsüzlüklere rağmen veriyorlar. Oradaki değerleri hiçe sayıyorlar. Turizm kapalı, kumar turizmi şeklinde yapılıyor. Bu bir büyüme ise bu kanserojen bir büyümedir. Böyle bir büyüme ülkeyi mahveden bir büyümedir.

Feriha TEL: Yatak sayımızın artması ile kalkınma orantılı şekilde artmıyor. Tam tersine kaynaklar belli, kaynakların kullanımı artıyor.

yd-destek-gorseli-423.jpg

Bu haber toplam 3711 defa okunmuştur