1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Ülkesine sevgisini satırlara döken bir insan: Hüseyin Şevketoğlu...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Ülkesine sevgisini satırlara döken bir insan: Hüseyin Şevketoğlu...”

A+A-

Ulus Irkad

Onun ismini 1960’lardan, kendimi bilmeye başladıktan sonra duymaya başlamıştım. Ben o dönemlerde etrafımı tanımaya başladığımda o Baf’ı terketmişti. Baf’ta “Maciler” diye bilinen ailedendi. 1950’li yılların sonlarında Baf’ta ticarete başlayan Hüseyin Şevketoğlu kısa zamanda İngiliz Döneminde küçük ihaleler kazanıp başarının basamaklarını yavaşça tırmanmaya başlamıştı. Önceleri ticarete daha sonra da üretime yönelmeye başladı.

1963 olaylarıyla birçok işyerini ve ürettiklerini kaybeden Hüseyin Şevketoğlu, 1963 sonrasında da sıfırdan tekrar yükselmeye ve azmiyle kaybettiklerini tekrar elde etmeye, güç şartlara rağmen aynı noktaya gelmeye başladı. Anılarını anlatırken 1963 yılındaki olaylardan dolayı ölen babasının cenaze merasimine bile katılamadığını, o günlerin acılarını da anarak anlatmaktadır. 1963-74 yılları arasında işlerini o zamanki güç şartlara rağmen tekrar düzenleyen Şevketoğlu, maalesef 1974’ün gelmesi ile ikinci bir darbe daha yedi. 1974 olayları sırasında da işyerleri büyük tahribat gördü. Gene hayat, savaşı, büyük bir engel olarak karşısına çıkardı ama o gene azmiyle tekrar işyerlerini restore edip tekrar üretmeye başladı. Araba lastiğinden temizlik malzemelerine kadar Kıbrısklıtürklerin birçok kullandığı fabrika ürünü malı tekrar üretmeye başladı ve tekrar eski günlerine gene bildik azmiyle ulaştı.

Şevketoğlu, eğitim hayatını Baf’ta sürdürürken, Baf’taki tek ticaret lisesi olan Rum Ticaret Lisesi’ne devam edip ticaretten anlayan bir ticaret adamı oldu. O dönemler hem Kıbrıslıtürkler’de hem de Baflılar arasında eğitim gören çok azdı.

1960 yılında merkez Lefkoşa’da iş hayatına devam etti. Üç yıl içinde 1963 yılına kadar üretim hayatına katıldı. 1963 sonrasında yine kendini toparladı ve gene yitirdiklerini elde etti. Şevketoğlu toplum savunmasına da bir şekilde katkılarda bulundu. Kıbrıs çok zor günler yaşarken, ailesinin mutluluğu ve çocuklarının yetişmesi için de fedakarlıklarını esirgemedi. Şevketoğlu hayatını ve yaşadıklarını bir anı-otobiyagrafik bir roman şeklinde “Dikey Uçuş, Baf’tan Lefkoşa’ya Bir Ömür” adlı 2022 yılında yazdığı kitabında topladı. Bu kitapta Şevketoğlu’nun çocukluğundan şimdilere kadar nasıl zorlu bir hayat geçirdiğini ve de nasıl başarılar kazandığını da öğrenmekteyiz.

Şevketoğlu’nun kitabında 1963 öncesi Baf’ından, 1950’li veya öncesi yılların izlerini de bulmaktasınız: 

Çocukluğu:

“Benim çocukluğum cennet gibi bir coğrafyada Akdeniz’in üçüncü büyük adasında, şimdilerde artık Rum kesiminde kalan bana göre 6 kazanın en güzeli, toprağı en büyük olan, Antik Yunan güzellik tanrıçası Afrodit’in kıyılarında doğduğu rivayet edilen Baf bölgesinde, mis gibi yaban çitlembiği tüten dağlarında, kekliklerin ve diğer kuşların kanat sesleri ve ötüşlerinin duyulduğu tepelerinde; sakin denizinde, insana güç veren ve yaşama isteğini artıran bir doğada geçti.” (Şevketoğlu, 33, 2022)

Baf:

“Kasaba’nın doğu ucunda, Mescit bölgesi vardı. Burada az sayıda Rum yaşamasına karşın, Türkler çoğunluktaydı. Bu bölgede EVKAF Parkı içinde ilk, orta ve lise binaları ile futbol sahası yer alıyordu. Burada biraz daha varlıklı ailelerin evleri bulunurdu.

Batı’da, Kasaba’nın imar bakımından en geri kalmış, toprak ve kaldırımsız yolların yer aldığı Mutallo, onun da güneyinde Uçurum bölgesi yer alıyordu. Bu bölgede Kasaba’nın tek spor kulübü Mutallo’nun güneyindeki kulüp binasının harika bir manzarası vardı. İnsanlar vakit geçirmek için burayı tercih ederdi.” (Şevketoğlu, 37, 2022)

Bandabuliya:

“Fellahoğlu Caddesi’nin güneyinde Kasaba için büyük önem taşıyan Bandabuliya yer alıyordu. Bandabuliya, diğer adıyla Belediye Çarşısı herkesin günlük alışverişini yapabileceği bir tür çarşıydı. 1963 yılı Aralık ayına kadar Türk ve Rum esnafların bu çarşı içinde dükkanları yer alırdı. Dedemin burada yan yana iki manav dükkanı vardı. Ayrıca dayımın da bir işyeri bulunuyordu. Rumların 14, Türklerin 7 dükkanı vardı. Anımsadığım kadarıyla Bandabuliya’da işyeri olanlar şunlardı: Terzi Hüseyin, Batsalo, Derviş Dayı (Dr. İhsan Ali’nin kayınpederi), dayım Mehmet, yeğenim Hasan ve dedem… Dedem dışında diğerlerinin birer dükkanı vardı.” (Şevketoğlu, 38, 2022)

Sayın Hüseyin Şevketoğlu’nun kendisinden kitabını satışa çıkarmadığı ama tanıdıklarına dağıttığı bilgisini aldım. İnşallah bu kitap satışa çıkar ve herkes satın alıp okur çünkü bu kitapta Kıbrıslıtürkler’in, Baflılar’ın ve de tarihçilerin elde edip faydalanacakları birçok bilgi vardır. Bugün yaşı 90 civarında olan Sayın Şevketoğlu’nu bu kitabından dolayı tebrik eder, tüm okuyuculara, kitap eğer satışa girerse bu kitaba sahip olmalarını öneririm.

sayfa-13-icin-resim.jpeg

Kaynak Kişi: Hüseyin Şevketoğlu

Kaynakça:

Şevketoğlu, H.(2022) Dikey Uçuş, Baf’tan Lefkoşa’ya Bir Ömür, Anima Yayınları, İstanbul.


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR FİLMLER...

“Masumiyetin ölümü...”

Murat TÜRKER

"Dindar birinin böylesine vahşice davranması akıl alır gibi değil!"

"Arkadaşımı Mısırlı bir asker öldürdükten sonra bir anda nasıl bir katile, bir intikam makinesine dönüştüğümü anlamam çok zor."

"Çapulculuk, yağmacılık, talan, hırsızlık, cinayet: Yahudi etiği nerede?"

"O gün kaç kişiyi öldürdüklerini fiyakalı bir şeymiş gibi birbirlerine anlatmaları dayanılır gibi değil."

"Öldürdüğüm her insanın pişmanlığı sarıyor içimi."

Bu minvaldeki ifadeler İsrail askerlerinin mektuplarında karşımıza çıkıyor. Ailelerine, sevgililerine, yakın arkadaşlarına yazılmış oldukları için samimiyetleri hususunda pek bir şüphemiz yok.

Taş attıkları veya duvara grafiti çizdikleri için gözaltına alınmış genç Filistinliler'in üzerine asker arkadaşlarının işemesine şahit olmuş eski bir ordu mensubu askerlik travmasını atlatamadığını söylüyor.

Bir uzmandan duyduğumuz kadarıyla askerin özgür, bağımsız, eleştirel aklından korkulduğu, ordunun her bir askeri takip etmesinin, iç dünyasına sızmanın, onu fethetmenin ve kontrol altına almanın şart olduğu ortaya çıkıyor.

Bunu açık açık ifade etmeseler de birçok İsrailli'nin askerliği zorluklarla dolu, örselenmeye yol açan, psikolojik zararları yadsınamaz, ordunun ahlaki duruşu hakkında şüpheye sevkeden bir süreç olarak hatırladığını öğreniyoruz.

İsrail'in resmen kurulduğu 1948'den cep telefonlarının yaygınlaştığı 1998 yılına kadar askerlerin mektuplarını okuyan, bazen sansürleyen ve ihtiva ettikleri mühim detayları üstlerine mutlaka bildiren görevliler hatıralarını bazen şevkle, bazen üzüntüyle aktarıyorlar. Şu andaki bilinçlerinden yola çıkarak yaptıkları işin düpedüz "röntgencilik" olduğunu kabul ederlerken bir zamanlar insanların özel dünyasına günümüzdeki kadar ihtimam gösterilmediğini belirtiyorlar.

"Askerin Kanaati" (The Soldier's Opinion) adlı belgesel, esasen orduyla alakalı gizli malumatın millî güvenliğe halel getirme riskiyle sızdırılmasına mani olmak için mevzubahis sistemin kurulduğunu bize aktarsa da her bir askerin siyasi görüşü, "cinsel sapma" tandansı, uyuşturucu veya uyarıcı bağımlılığı, çatışma sırasındaki moral durumu, intihara meyletmesi veya para karşılığında seks yapma alışkanlığı gibi mühim detaylar da belirleyici olabiliyormuş. Mesela eşcinsel olduğu düşünülen askerlerin orduda pasif pozisyonlarda görevlendirildiğini öğreniyoruz.

Sistemin askerlerden azami ölçüde yararlanabilmesine imkân tanıyan sözkonusu "dikizcilik" 50 yıl boyunca ihtimamla sürdürülmüş, askerler mektup yazmaya daima özendirilmiş, milyonlarca mektup elekten geçirilmiş. Eski bir asker mektup yazmanın stresli askerlik günlerinde kendisine iyi geldiğini, yazarak düşüncelerini düzene ancak oturtabildiğini hatırlıyor.

Mektuplarını nizami olarak okuduğu askerle uzaktan ve tek taraflı bir arkadaşlık kurmuş olan bir görevli, çok özel ayrıntılarla tanıdığı askerin savaş alanında hayatını kaybetmesiyle adeta yakın bir dostunu, üstelik hayatının baharındayken yitirmiş olmanın kederini yaşadığını aktarıyor. Filmdeki çarpıcı sekanslardan biri mektupları okunan ve okuyan iki yetişkin insanın yıllar sonra tanışıp meseleyi masaya yatırdıkları anlar.

 

Neyin uğruna savaşıyorlar?

Netanyahu'nun tekrar sahneye çıkmasıyla İsrail ve genel olarak çevresindeki coğrafyayı karanlık günler beklerken duygusal zaaflarına rağmen "Askerin Kanaati" adlı belgesel memleketteki muhalif gruplarla empati kurmamız gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. Assaf Banitt ve Shay Hazkani'nin imzasını taşıyan 2022 İsrail yapımı 55 dakikalık filmde bir asker İsrail ordusuna hizmet ederken Filistinliler'e reva görülenleri Naziler'in soykırım sırasında yaptıklarına benzetiyor. Bir bilirkişi "Vatan için ölmeye ve öldürmeye koşullandırılıyoruz, oysa bu insan içgüdüsüne aykırı" diyor...

Gene de sonuçta devlet propagandasının aksine İsrail'in politikasının düşünen askerler tarafından sorgulandığı, ordunun icraatının eleştirildiği, beğenilmediği, hatta tiksindirici bulunduğu mektuplarından ortaya çıkıyor. Mevzubahis mektupların, alınmış stratejik kararların nasıl algılandığına dair bir barometre misyonu yüklenebileceğini de anlıyoruz. Fakat ordu ve devlet, askerlerden gelen bu tip verileri değerlendirmeye nedense pek gerek görmeden esasen hep bildiğini okumuş. Askerlerin çakı gibi görüntüsünün arkasındaki gerçek insanı mektuplardaki samimi itiraflarda fark edip kaale almış tek yetkilinin, o zamanların Savunma Bakanı, sonradan fanatiklerce suikaste kurban edilecek başbakan Rabin olması manidar değil mi?

İsrail'de demokrasi fazlasıyla inişli çıkışlı bir grafik izliyor olsa da memleketteki ifade hürriyetinin baki olduğunu, maziye dair gibi görünen bir pratikle ilgili samimi itirafların uluslararası çaptaki bir belgesele gene de konu edilebildiğine ikna oluyoruz. Mesajını sansasyonel, provokatif ve agresif tonda değil, sessiz, sakin ve derinden iletiyor, tıpkı günümüz teknolojisi sayesinde askerlerin cep telefonu konuşma ve yazışmalarını "dikizleyen" yeni mekanizmalar gibi.

Korkarım ki, doğdukları andan itibaren asker olmaya koşullandırılan kız ve oğlan çocuklarının ülkesine huzurun bir türlü gelememesinin sırrı, filmdeki bir uzmanın kullandığı: "Memleketi savunmak için askerlik yapıldığı söyleniyor, oysa esas amaç bir işgali sürdürebilmek" cümlesinde saklı!

Hakkında yazacağım bir filmi bilgisayarımda seyretmeye koyulurken kalemi kâğıdı hazır eder, not alabilmek üzere, genelde tek bir defa izleme hakkı tanınan filmi ne yazık ki sık sık durdurur ve süresinden çok daha uzun bir zaman aralığında kesintili haliyle seyretmiş olurum.

"Masumiyet" (Innocence) adlı belgeseli de bu niyetle izlemeye başlamama rağmen ilk anlardan itibaren çok ağır, çok güçlü, çok yoğun bir seyirlikle karşı karşıya olduğumu anlayarak not almaktan vazgeçtim ve birçok mühim detayı kaçırma, hatta film hakkında yazı yazamama ihtimaline rağmen kendimi belgeselin akışına bıraktım.

Video sanatının saykadelik bir güzellemesi veya çok sevdiğim bir şarkıcının konseri gibi hedonizmime seslenecek bir seyirlik değildi tabii ki karşımdaki; ilk saniyelerden itibaren saygı uyandıran, götüreceği karanlık noktaları hissettiren, senden belirli bir empati, ciddiyet ve çaba bekleyen, seyirciyi cesur, dayanıklı ve metin olmaya davet eden epik bir film olduğu belliydi.

Çölde tek başına yürümekte olan bir eri havadan usulca takip eden kamera, müziğin minimal dokunuşlarıyla yalnızlığın vücuda gelmiş halini ekrana ustaca yansıtıyordu.

"Ölmekten korkmuyorum ama öldürmek beni tiksindiriyor..."

"Niye o kadar yumuşaksın ki?..."

"Herkes iyi olduğumu söylüyor oysa genelde nefes alamıyorum..."

 

Milli güvenliğe tehdit

Cinsiyetlerinden bağımsız olarak 18 yaşına gelmiş her İsrail vatandaşının askerlik yapması öngörüldüğünden sistem, çocukluktan itibaren asker adaylarının kanına girmeye koyulur. Fazlasıyla militarist düzene aykırı davranmak, vicdani retçi olmak ağır bedelleri olan, başına buyruk gençlerin anti-militarist ailelerinin desteğine rağmen başarılması neredeyse imkânsız bir ülkü haline gelir.

"Masumiyet" adlı belgesel, uzun süre sisteme direnme refleksi geliştirmiş idealist gençlerin yorgun düşüp kendilerini sisteme teslim edişini, asimilasyon hususunda ustalaşmış ordu tarafından sıradanlaştırılmalarını, ümitsizlik ve hüsranlarını, aslında ihtimaller arasında olan savaş alanında öldürülmelerini veya yaşadıklarına dayanamayarak hayatlarına son verişlerini usulca seyircinin yüzüne çarpıyor.

"5 Kırık Kamera" (Five Broken Cameras) ve "Karışık Hisler" (Mixed Feelings) belgesellerinden tanıdığımız Guy Davidi'nin imzasını taşıyan film, Venedik'ten sonra IDFA'nın programında yer aldı. 2022 Danimarka-Finlandiya-İzlanda-İsrail ortak yapımı film, çocukluğundan itibaren bağımsız ruhlu olup rejimin dayattıklarına boyun eğmeye niyetli olmadığını erken yaşta ispatlamış bireylerin aurası, aileler tarafından gerçekleştirilmiş amatör çekimlerle daha da çarpıcı hale geliyor. Empoze edilenlere körü körüne itaat etmeyen, sorgulayan, isyankâr, hassas olduğu kadar parlak zekâlı çocukların günlükleri ve arşiv görüntülerinin seyirciyi büyülememesi mümkün değil. Çok da iyimsermiş hissini vermeyen yönetmen Davidi kamerasını aynı kısır döngünün içine düşecekmiş gibi duran günümüz çocuklarına da hassasiyetle çeviriyor; gözlerindeki masumiyetin muhafaza edilmesi durumunda yeryüzünün çok daha yaşanır bir yer olacağını ima edercesine...

 

Militarist inat

Filmin sinopsisinde savaşın bir hikâye anlatıcısının işi olduğu söyleniyor. İyi bir hikâyenin askerî güç kullanımını meşrulaştırmada elzem olduğundan bahsediliyor:

"O yüzden ordular güçlü promosyonlara ihtiyaç duyar ve İsrail, askerî maceraların promosyonu hususunda model bir ülkedir. İsrail başarıyla sömürgeleştirmiş, işgal etmiş ve sınırlarının dışına taşmıştır.

"Zulme uğramış Yahudiler olarak tarihimiz ve münevver demokrasimiz sağlam PR paketimizde yer almaktadır. Fakat hikâyemizi dünyaya tanıtmadan önce kendi çocuklarımıza tanıtmamız elzemdir.

"Ahlaki çürümüşlük ile ilintili apartheid gelişip serpilirken askerî hizmetten kaçınmak bir tehdide dönüşür. Bazı çocuklar için menfaatler sunulur, çoğuna sahte sözler verilir. Her çocuk tahammül edilebilir baskı ve ayarlı miktarda şiddete hazırlanmış olur.

"Masumiyet belgeseli asker olmaya direnmiş ama teslim olmuşların hikâyesini anlatıyor. Hikâyeleri hiçbir zaman anlatılmadı çünkü onlar askerî görev sırasında öldüler..."

Hassas ruhlu olduğu her halinden belli Davidi dünyayı keşfetmekte olan çocukların duyarlılığının kendisini en çok etkileyen şey olduğunu söylüyor; hayallerinin yerle bir edildiği anların canını ne kadar acıttığını da... İsrail'in masumiyete değer verilmeyen bir diyar olduğunu söylüyor; militarist kimliğinin çocukluğa dair zarif çizgilerin kırılmasını ve çarpıtılmasını talep ettiğini de...

"Bu şiddete yönelik taahhüt birçok kurban verir fakat ebeveynliğin çöküşü anlamında gizli bir trajedi de yaşanır. Her savaş çocuklarına ihanet eden ebeveynlere yaslanır. Fakat militarize olmuş bir toplumda en hür ruhlu ebeveyn bile çocuklarının ruhunu koruyamamaya mahkûmdur. Her şeyin üstüne çocuklarımıza duyduğumuz sevgiyi koyabilirsek en güçlü siyasi ve iktisadi güçleri alt edebiliriz."

Yukarıdaki filmler ülkenin başına gelmiş "en uzun soluklu bela" olarak yorumlanan Netanyahu'nun, üstelik fanatiklerle el ele iktidara tekrar gelmesinden önce tamamlanmıştı. Memleketteki tüm olumsuzluklara rağmen iki belgeseli de ortaya çıkarabilenlerin sabır ve sebatla çalışmalarına devam etmelerini dilemekten başka çaremiz yok herhalde!

(BİANET.ORG – Murat TÜRKER – 3.12.2022)

Bu yazı toplam 1232 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar