1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Ulus Baker: Yetkin Bir Düşüncenin İzinde
Ulus Baker: Yetkin Bir Düşüncenin İzinde

Ulus Baker: Yetkin Bir Düşüncenin İzinde

Ulus Baker: Yetkin Bir Düşüncenin İzinde

A+A-

 

Özgür İpek
[email protected]

Ulus Baker, on yedinci yüzyıl rasyonalist düşünürlerinden Spinoza’dan hareketle, ölümün tecrübe edilemez bir doğaya sahip olduğunu belirtir. Zira tanık olduğumuz, deneyimlediğimiz ölümler, hep başkalarına aittir. Diğer bir ifadeyle, ölüm hakkındaki fikirlerimizin tamamı başkalarının onu tecrübe ediş biçimlerine dayanmaktadır. Ölümün belirsiz, bilinemez karakteri üzerine, “Siz olduğunuzda o olmaz, o olduğunda da siz olmazsınız” diyen Baker, Spinoza’nın yaşamı yücelten önermelerinin arkasında, ölüm gibi kaygılandırıcı, kederli düşünceleri savuşturan, öteleyen bir taraf olduğunu dile getirir.
“Özgür insanın üzerinde en az düşündüğü konu ölümdür” der Spinoza. Ethika’nın “mutluluğu arayış” olarak karakterize edilebilecek yapısıyla uyum içerisinde olan bir önermedir bu. Ölümden ziyade yaşamın kendisini düşünmeye iter Spinoza. Ölümün fizyonomisi,  hayatla bir arada olamayan, yaşamdan apayrı bir varoluş tarzına göndermede bulunur. Fransız düşünür Gilles Deleuze’ün Spinoza Üzerine On Bir Ders adlı eserinde ortaya koyduğu gibi, ölümün etkisi dışsaldır ve varlığı başka bir varoluş kipinin içerisine çeker. Deleuze’ün Spinozist düşünce ekseninde yaptığı okuma üzerinden yola çıkarak ölümün, apayrı bir varlık biçimini imlediği söylenebilir. Bu, insanı öz varlığından uzaklaştıran bir varlık tarzıdır. Kendilerine belli bir bağıntı şematiğinde ait olan sonsuz sayıdaki uzamlı parçadan meydana gelen insanlar, ölümle birlikte başka bir varlık türünün egemenliği altına girerler. Diğer bir deyişle, bireyler onlara ait olan parçacıklara sahip oldukları müddetçe kendi varlıklarını sürdürebilirler. Deleuze’ün belirttiği gibi, herhangi bir dışsal etki, arsenik kabilinden bir zehir maddesi faaliyete geçer ve kişiyi oluşturan parçacıkları kendi bünyesine çekerse, ölüm hali gerçekleşmiş olur. Yani söz konusu parçacıklar, bireye ait olan bağıntıyı terk ederek onu karakterize etmekten uzaklaşırlar. Böylece bireyin varlığının sürmesini sağlayan, tekil özünü kuran bu parçacıklar, başka bir bağıntı kümesinin egemenliğine geçmiş olur.
Yazıya ölüm olgusu üzerinden başlamamızın nedeni, ölümünün altıncı yılında Ulus Baker’i anmak istememiz. Bu şekilde, ölümün bedenen uzaklaştırdığı Baker’in, düşünceleriyle nasıl yaşamda kalmayı sürdürdüğüne dair bir resim ortaya çıkarmak da pekala mümkün olabilir. Ulus Baker çok sevdiği (ve hayattayken eserlerini Türkçeye tercüme etmeyi arzuladığını sıklıkla telaffuz ettiği) Spinoza ve diğer on yedinci yüzyıl filozoflarında genel anlamda bir sonsuzluk fikrinin hüküm sürdüğünü ifade eder. Süreç, zaman ve mekan bütünüyle bir sonsuzluk fikri tarafından kuşatılmış durumdadır. Nitekim Leibniz’in çağdaşı Descartes’ın “cogito”suna yönelttiği eleştiride, bu fikrin izlerine rastlamak mümkündür. Elbette düşüncenin sonsuzca varlığını sürdürebilmesinde onun yetkin oluşundan ya da yine Spinozacı terminolojiden ödünç alınabilecek bir “güç” mefhumundan da söz etmek gerekir. Bu noktada Ulus Baker’in gerek derslerinde gerekse yine bu düşünür üzerine kaleme aldığı metinlerde değindiği bir anekdottan bahsedilebilir. Tschirnhaus adlı bir düşünür, günlerden bir gün, Spinoza’yı heyecan içinde yatağının yanı başındaki bir örümcek ağını izlerken görür. Ağa takılan sinekler hayatta kalabilmek için can havliyle örümceğe karşı koymaktadır. Spinoza, uzun bir süre boyunca sineklerin ortaya koyduğu bu yaşam mücadelesini gözlemlemeyi sürdürür. Bu olay, varlığın kendi varlığını sürdürebilmek adına ortaya koyduğu çaba olarak tarif edilebilecek “conatus” kavramını temellendirmekle birlikte, güç kavramına ilişkin daha farklı bir çözümleme de ortaya koyar. Bu bağlamda Baker’in Spinoza düşüncesinin anahtar kavramlarını serimlerken ifade ettiği gibi, örümceğin sinekten yetkin olmasıyla, tanrı fikrinin örümcek fikrinden yetkin olması da aynı paralellikte düşünülebilir. Yani bir düşünce başka bir düşünceden daha güçlü olabilir. Tıpkı yaşayan canlılar arasındaki doğal güç farklılıkları gibi fikirler de birbirlerinden farklı kudret derecelerine sahiptir. Spinoza kavramları üzerinden varmak istediğimiz nokta şu ki, Baker’in düşüncelerinin varlığını sürdürebilmesi de onların yetkinlikleriyle doğrudan ilintilidir.  Zira Ulus Baker’in kaleme aldığı yazıların dahil oldukları mecraları aşındıran, karşı karşıya kaldığı fikirleri yıkan bir tarafı var. Okuyanın zihnini fazlasıyla meşgul eden, farklı düşünce akış şebekelerinin oluşumuna zemin hazırlayan metinlerdir bunlar.
Baker’in Eserleri Üzerine
Ulus Baker, daha sonra Kanaatlerden İmajlara Duygular Sosyolojisi’ne Doğru adıyla basılacak olan doktora tezi dışında geriye derli toplu bir eser bırakmadı. O hayattayken yalnızca Birikim Yayınları tarafından yayınlanan Aşındırma Denemeleri ve Paragraf Yayınları tarafından neşredilen Siyasal Alanın Oluşumu Üzerine Bir Deneme başlıklı iki çalışması basılmıştı. Ulus Baker’in 2007 yılındaki vefatının ardından ilk olarak Yüzeybilim Fragmanlar adlı eser yine Birikim Yayınları tarafından yayınlandı. Baker’in Birikim Dergisine yazdığı yazılar, körotonomedya’da yer alan metinler ve arkadaşlarıyla yaptığı elektronik posta yazışmalarından derlenen bu kitap, Rizom-düşünce: Spinoza, Tarde, Deleuze, Otonom-düşünce: Hardt, Negri, Lazzarato, Oluş-düşünce: Minör-edebiyat – Woolf, Acker, Jünger adlı üç bölümden meydana gelmektedir. Deleuze ve Guattari felsefesine ait bir kavram olan “rizom” (köksap), ağaçvari düşüncenin temsil ettiği yerleşik yapı ve kanılara karşı yersizyurtsuzluk felsefesini, yani bir tür göçebe düşünceyi harekete geçirmektedir. Ulus Baker’in düşünsel çizgisi ile Spinozacı ve Deleuzyen terminolojiyi bir araya getiren bölüm, Baker’in Deleuze’ü de besleyen Gabriel Tarde üzerine yazdığı metinleri de içermektedir. Mikrososyoloji olarak adlandırılan bir düşünce geliştirerek, Durkheimci sosyolojiyle karşı karşıya gelen Gabriel Tarde, bireyler içindeki çokluklara odaklanarak, bireyin merkeze yerleştiği bir yapı kurmaktadır. Tarde sosyolojisinin bir anlamda özüdür bu: Yani bir kişi, onu çepeçevre saran, kuşatan bir toplumdan bile daha kalabalık olabilmektedir. Kitabın diğer bölümlerinde Hardt ve Negri gibi düşünürler ile sözgelimi onların İmparatorluk adlı eserleri üzerine fikir yürüten Baker, Kıbrıs’a değinmeden de geçmez. Üstelik adaya dair olarak kaleme aldığı metinlerden biri de zihnine takılı kalan bir anısıdır… 1974 harekatında o sıralar Lefkoşa’daki hastanede psikiyatr hekim olarak görev yapan babasının yanına giden Baker, on üç on dört yaşlarının savaşı kaldırıp kaldıramayacağı nevinden bir düşünceyi sorgulayarak başlar anısını anlatmaya... On dokuz yirmi yaşlarında doğulu bir delikanlı, "Kulaklarım! Kulaklarım" diye bağırarak hastaneye getirilir. Baker’in aktardığı kadarıyla sağ bacağı paramparça olmuş durumdadır ama o hala "Kulaklarım! Kulaklarım!..." diye bağırarak hastane koridorlarını inletmektedir. Kulakları kontrol eden hekimler, herhangi bir soruna rastlamayınca, kötü durumdaki bacağın dışında sapasağlamsın demekten başka da bir şey bulamazlar. Sonunda durumun psikiyatrik bir vaka olduğuna hüküm verilir. Zira asker, muhtemel bir savaş psikozu yaşamaktadır. Az sonra psikiyatrın muayenesi sırasında kulakların asıl hikayesi ortaya çıkar: Kulaklarım, kulaklarım….. diye bağırmaya devam eden genç, öldürdüğü Rumlardan kesip bir sicime dizdiği kulaklarını kaybetmiş ve köyden bunları bekleyen insanlara ne cevap vereceğinin derdine düşmüştür… Metnin sonuna 26 Temmuz 1974 olarak tam tarihi de not düşen Baker, temmuzun bu ateşkes kurşunlarının vızıldamasını durduramayan yoğun, katı, renksiz, ceset kokulu bir akşamında, hikayeyi kendi kulaklarıyla işittiğini özellikle vurgulayarak yazısını nihayete erdirir.
Yüzeybilim Fragmanlar kitabının ardından Baker’in eğitim gördüğü ODTÜ Sosyoloji bölümünde savunduğu doktora tezi yayınlanır. Belgesel sinema ile sosyoloji arasında bir nevi evliliği öneren, Kanaatlerden İmajlara: Duygular Sosyolojisine Doğru adlı bu çalışma, felsefe ve sosyoloji kadar sinemanın imkanlarını da açığa çıkaran, onları görünür kılan bir niteliğe sahiptir. Bu tez çalışmasının yayınlanmasının ardından Baker’in sinema ve video sanatı üzerine yazdığı yazıları derleyen Birikim Yayınları, belki de Türkiye’de yayınlanmış en nitelikli ve güçlü sinema kitabı olan Beyin Ekran’ı okurlarla buluşturur. Sinemaya öykü anlatma aracı olmaktan ziyade bir nevi düşünme aygıtı olarak bakan bu kitap, başta Ulus Baker’in en çok değer verdiği Dziga Vertov olmak üzere Orson Welles, Sergei Eisenstein, Yılmaz Güney, Jean-Luc Godard ve Robert Bresson gibi sinemacılar üzerine yazılmış metinleri bir araya getirir. Beyin Ekran’ın sonrasında da Baker’in daha çok siyaset üzerine yazdığı yazıların derlendiği Dolaylı Eylem kitabı raflardaki yerini alır. Baker şu sözlerle tarif eder dolaylı eylemi: “Uzakdoğu uygarlığında ‘şiddet’ fikri çok farklıdır; ‘doğrudan eylem‘ dışlanır ‘dolaylı eylem’ övülür. En iyi tahsildar Çin’de en iyi vergi toplayan değil, vergi toplarken en az can yakandır; en iyi komutan en iyi savaşan değil, döneminde pek mesele çıkmayacak kadar talihli olandır... Bu Batı’nın erdem sorunsalıyla karşıt bir durum: Aristo’da erdem kendi alanında başarıyla ölçülürdü ama başarı tanımlanmış bulunan işini iyi yapmaktı... Doğrudan eylem; Batı uygarlıklarında kuru tarım, topyekûn hasat; dolaylı eylem, Çin tarımı, entansif; musonları bekler, tek tek bütün pirinç saplarıyla ve taneleriyle uğraşır... Batı tıbbı; kesme, dikme ve delme; Çin tıbbı, uzaktan, yakma ve akupunktur... Batı’da kürek, Uzakdoğu’da yelken... Batı’da sürü-kitle çobanlığı, Uzakdoğu’da çobanlık yok –daha doğrusu manda çobanı çocuklar– genellikle sürünün kaplan tarafından kapılmalarını engeller...”.
“Yazmak iletişim kurmak değil direnmektir” diyen Ulus Baker, düşünceleri aracılığıyla hayatın akışına karışmayı sürdürmektedir. Onu geleceğe taşıyacak olan şey de, yazı dahilinde sözünü ettiğimiz gibi onun düşüncelerine içkin bir şekilde var olan bu yetkinlik halidir. Okurdan beklenen ise onun düşünceleri eşliğinde sanat, siyaset ve medya gibi mecralara yenilenmiş bir gözle bakabilmeyi denemektir.

***

Kaynaklar
BAKER, Ulus (2011). Beyin Ekran, (der.) Ege Berensel, İstanbul: Birikim Yayınları.
BAKER, Ulus (2009). Yüzeybilim Fragmanlar, (der.) Ege Berensel, İstanbul: Birikim Yayınları.
BAKER, Ulus (2010). Kanaatlerden İmajlara Duygular Sosyolojisine Doğru, Çev. Harun Abuşoğlu, İstanbul: Birikim Yayınları.
BAKER, Ulus (2012). Dolaylı Eylem (der.) Ege Berensel, İstanbul: Birikim Yayınları.
DELEUZE, Gilles (2008). Spinoza Üzerine 11 Ders, Çev. Ulus Baker, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
SPINOZA, Baruch (2011). Ethica. Çev: Çiğdem Dürüşken, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Bu haber toplam 40500 defa okunmuştur
Gaile 223. Sayısı

Gaile 223. Sayısı