Ulus-Milliyetçiliğin Futbol Tasarimlari
Ulus-Milliyetçiliğin Futbol Tasarimlari
JERUS ALEM
Akıllıyım, ulusları ayıran sınırları yok ettim. Tevrat. Yeşaya, 10:13
Futbol ve şiddet arasındaki bağlantı ve uzantları olan sadizim arasından geçen bağ gerçekten ürkütücüdür. Futbolla doğrudan alakalı en kötü örnek Gazeteci Robert Fisk’in bize aktardığı ve aslında bilmemeyi tercih edeceğimiz Yugoslavya iç savaşındaki milliyetçi düşüncenin dışavurumudur. Doğrudan sahadaki oyunla alakası olmasa da – her ne kadar Escobar vakasının da olmaması gerekiyorsa –futbolun hayat kadar şiddet ve ölümle de girdiği ilişkiye, daha doğrusu futbolun nasıl modern şiddetin (y)etki alanına girdiğine şahit olmak insanın gözlerini yerinden uğratıyor. Sanırım Fisk’in aktardığı yaşananların “tuhaflığı” ve dehşetiklişe ve yaslandığı ikili zıtlıkların aşırılıklarından arasında bir yerlerde yatıyor olsa gerek. Hırvat ve Sırp ordusu Mostar yakınlarında kamyonlar dolusu ölü bedenleri değiştirmek için buluşurlar. Olaylari gözlemlemek üzere orada bulunan bir İrlandalı yetkilinin Fisk’e anlattığı hikayeye göre, Sırplar çuvalları boşalttıkları zaman, Hırvatlar çuvallar dolusu kafası kesilen Hırvat askeri kafaları görürler. Zira bütün kafalar bedenlerden ayrılmaya başlamıştır. Bütün Hırvat bedenleri başsızdır. Dahası Sırplar bekleşen Hırvatların önünde savaşta ölen Hırvatların kafalarını tekmeleyip futbol oynamaya başlarlar. Bütün bunlar olup bitiyorken Sırplar kahkaha atıyorlardı. Zira uluyup kişnemeleri arasında ölülerin kafalarını tekmelemelerinin Hırvatları ne kadar öfkelendirdiğinin farkındalardı. (2009: S. 213-214)
O zamanki Yugoslavya’nın, başı çeken savaş suçlularından biri telakki edilen Arkan’ın (Željko Ražnatović), Kızıl Yıldız takımı silahlı futbolcularını nasıl DrinaVadisi gerçekleştiği ortaya çıkan katliam orjisi, toplu tecavüz ve yağmaya götürdüğünü anlattığı yazısında Fisk, Basra’da İngiliz askerlerinin işkence ettiği Iraklı savaş esirlerine sözü getirdiği bölüm de futbolun, nasıl futboldan öte olabileceğinin en akut tezahürlerindendir. Fisk Basra hastanesinde fena halde yaralanmış İngiliz ordusu tutasağı Iraklı’nın maruz kaldığı işkenceleri onun ağzından şöyle anlatır:
“Bize saldırıp dayak atmadan önce, sizin askerler hepimize ünlü futbolcuların isimlerini taktılar” dedi. “Sonra çığlık atıp merhamet için yalvarana kadar da bizi dövüp yerlerde tekmelemeye başladılar. Neden?” (2009: S. 213-214)
Yukarı’da Fisk’in bize naklettiği olaylardan hareketle bir noktaya daha parmak basmak, söz konusu futbolsa, kaçınılmaz gelebilir. İşler biraz karışık olsa da, futbolun modernleşmeyle birlikte aşırı faşizm, ulus-milliyetçiliği gibi birlikte olma halleri ve kimlikler sunması sürpriz değildir: milliyetçilik de modernist düşüncenin bir ürünüdür. Ulus tasarımları denildiğinde ilk akla gelen araçlardan biri de milliyetçiliğin pençesine teslim olan futboldur. Milliyetçilik açısından önemli olan nokta, modernizm örneğindeki gibi, içine katan bir bütünlük arayışıdır ve “dışarı”dan varolan farka karşı gardı indirmemektir. George Orwell daha 1940’lı yıllardaThe Sporting Sprit yazısındaşöyle demişti:
Bugün dünyada süregelen devasa garez birikimini daha da şiddetlendirmek adına en iyi yol, hiç kuşkusuz Yahudilerle Araplar, İngilizlerle Hintliler, Ruslar ve Polonyalılar, İtalyanlar ve Yugoslavlar ya da Almanlarla Çekoslovaklar arasında, oynanacak her maçta yüz bin kişilik karma bir taraftar kitlesinin bizzat tribünlerde olduğu bir futbol turnuvası tertiplemektir. (1984: S. 330)
Orwell’dan buyana aslında pek bir şey değişmedi. Bu nedenle, farka ve ayrılıklara yüz vermeyen milliyetçilik örneğinde “özel ve kamusal dünyalar arasındaki uçurumu kapatmaya yarayan” futbol, “devletleri ve milletleri sembolize eden kişiler ve takımlar arasındaki bitmek bilmeyen gladyatör yarışmaları dizisine dönüştü.” (Hobsbawm, 2006: 170)Bugün bu argüman aynı kalsa da aslında pozisyon ve şekil değiştirmiştir. Carl Schmitt’de ifadesini bulan dost-düşman ayırımında da görebileceğimiz gibi, ulusalcı-milliyetçilik batı düşüncesinde varolagelen kutuplaştırıcı ikili zıtlık düşüncesinin çekiminden kurtulamamıştır. Hatta bu düşünce biçimi oldukça yaygındır. Aşırı hallerinde ölümcüldür. Bugün mevcut olan hâlet de sözmerkezcideğerler ışığında görülmelidir. Milliyetçilik ve futbol izdivacı dediğimizde, en popüler spor dalı olan futbol, tarihçi Pierre Milza’nın ikrar ettiği şekilde “en koyu milliyetçiliğin kalıcılığına katkıda bulunur ve önemli milli maçlarda aniden ortaya çıkan şovenist ve gerici tutkuların yükselmesine neden olur.” Bu olay ise maalesef kabul etmek istemediğimiz kadar çok yaşanmıştır. (Boniface, S.109) Tam da bu yüzden, Eric Hobsbawm, milliyetçiliğin futbol takımı örneğinde billurlaşmasını “milyonların oluşturduğu hayali topluluk, on bir isimli bir ekipte daha gerçekçi görünmektedir” ifadeleriyle dile getiriyor. (2006: S. 171)
Ulus devlet ve milliyetçilik ile futbolu ilişkilendiren noktalardan biri de milliyetçi zihniyetin futbola nasıl yazıldığıdır. Kimi durumlarda milli maçlar iki ucu keskin kılıca benzese de, futbolu boyunduruk altına alan ırkçı edimlerin ulus tasarımları ile nasıl içiçe geçtiğini görmek zor değildir. Tanımlaması ulus tarafından empoze edilen karşılıklı-ayırıcı ve Fiske’in naklettiği dışlayıcı etnarşi kategorilerine düşen en münasip futbol örneği belki de Antonis Liakos’unbize aktardığı Yunanistan’da yaşanan bir örnek olaydır:
Ulusal kutlamalar gerçekleştirilirken, örneğin futbolda 2004 Avrupa Kupası kazanıldığında, kutlamaya teşebbüs eden göçmenler dövülür. Bu tür durumlarda işitilen “hiçbir zaman Yunanlı olamayacaksın “Arnavut” sloganı, göçmenlere, kendinizi Yunanlılardan ayıran eşiği geçmemeleri gerektiğini, yani ulusu belirleyen/ayıran sınırı aşmamaları gerektiğini söylemekten başka nedir? (2008: S. 92-93)
Futbol-yaşam ilişkisinde mevzu yaşamlarsa , modernleşen futbolun talepleri, profesyonel futbolcuları hayatlarından ettiğine de şahit oluyoruz. “El Caballero del Futbol” takma adlı Kolombiyalı Andrés Escobar (1967-1994), Amerika 1994 Dünya Kupası’nda kendi kalesine gol atarak Valderama’lı ve Asprilla’lı “favori ulusal takımının elenmesine yol açtığı için” 2 Temmuz 1994’te ülkesi Medellin’de bar çıkışı arabasında öfkeli bir saldırgan tarafından altı el ateş edilerek öldürülür. Futbol, milliyetçilik, siyaset ve mafyanın birbirlerini nasıl etkilediğini de gösteren “Futbolun Centilmeni” lakaplı Escobar’ın infazı esnasındaysa olaya denk gelen bazı Kolombiyalılarınsa “Gol!” diye bağırdığı rivayet edilir.
Kaynakça
Boniface, Pascal. Futbol ve Küreselleşme. Çev: İsmail Yerguz. İstanbul: NTV Yayınları, 2007.
Fisk, Robert. “‘Come on Sutton!’” İçerisinde The Age of Warrior. 211-215. London: Harper Perennial, 2009.
Hobsbawm, Eric J. Milletler ve Milliyetçilik: Program, Mit ve Gerçeklik. Çev: Osman Akınhay. İstanbul: Ayrıntı, 2006.
Liakos, Antonis. Dünyayı Değiştirmek İsteyenler , Ulusu Nasıl Tasavvur Ettiler? Çev: Metin Erol. İstanbul: İletişim, 2008.
Orwell, George. The Sporting Spirit. İçerisinde George Orwell: The Penguin Essays. 327-330. London: Penguin Books, 1984.
***
sunumun geliştirilmiş halidir. Daha sonra yazının geliştirilmiş hali Kült Neşriyat tarafından yayımlanan Çağrılamayan Cemaat’tın ilk sayısında yer almıştır.
Faşizm ve Musolini mirası ile ünlü İtalyan ekibi Lazio, Arkan öldüğünde stadyumda Arkan’ın yasını tutan bir pankart açmışlardı.