Uluslararası Hukukla Barışmanın Yolu
KıbrıslıTürk tarafını 1960 anayasal düzenine geri dönmeye davet eden KıbrıslıRum lider Anastasiadis, alacağı yanıtı çok iyi bilmekteydi.
Bunu kendisi hesaplamasa bile etrafındakiler çoktan hesaplamıştı.
Özellikle KıbrıslıTürk tarafının ve Türkiye’nin ‘iki devletli çözüm’ ısrarının BM nezdinde de tescil edilmesinden sonra, Anastasiadis’in elde edeceği kazanım deyim yerindeyse ‘çantada keklik’ti.
O nedenle, sayın Tatar’ın verdiği yanıt onu rahatlatmış olmalıydı!
Nasıl rahatlamasın ki?
KıbrıslıTürk tarafı uluslararası hukuk açısından geçersiz ve siyasal anlamda etkisiz argumanlarla uluslararası kamuoyunu ekilemeye çalışmaktadır.
Bu çabanın Kıbrıslı Türklere zarar verdiğini, zaman ve enerji kaybından başka bir işe yaramadığını söylemeliyiz.
Mesela ‘Kıbrıs Cumhuriyeti diye bir devlet yoktur’ denmektedir.
Halbuki bu devlet 1960’tan beri BM üyesi.
2004’ten beri de AB üyesi ve ayrıca NATO’nun kapısında bekliyor.
Bir dizi ikili ve çoklu uluslararası andlaşmanın da tarafı durumundadır.
Sayın Erdoğan ve sayın Tatar hariç, hiç kimse Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin varlığını sorgulamıyor.
KıbrıslıTürk tarafının bu konudaki tezlerini üretenler neredeyse ‘varsın kimse inanmasın’ havasındalar.
Yukarıdaki argümanın zayıflığı zaman zaman farkedilince, eskisinde biraz revizyon yapılarak ‘yeni’ olduğu düşünülen başka bir argüman devreye sokuluyor:
‘Kıbrıs Cumhuriyeti var ama 1964’ten beri bir Rum devletine dönüşmüştür’ ve ‘KıbrıslıTürkler’in de KKTC diye ayrı devleti vardır’ deniyor.
Bu argümanla da uluslararası toplumun etkilenmesi imkansızdır.
Neden mi?
Çünkü uluslararası toplum, Kıbrıs Cumhuriyeti devleti dışında Kıbrıs’ta ikinci bir devletin tanınmayacağını BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla alenen ilan etmiştir.
İhtiyaç duyulunca, bu tutum hatırlatılmakta, ilgili muhataplara ve kamuoyuna yeniden duyurulmaktadır.
Ayrıca, Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlık kayıtlarına bakılınca, ilginç bir durum ortaya çıkıyor:
100 binden fazla KıbrıslıTürk, Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin kimliğine ve pasaportuna sahip.’
Herkes başvurup alıyor ve kullanmaktan da çekinmiyor.
Bir de hakkı olduğu halde başvuruda bulunmayan ya da başvuruda bulunmasına rağmen ‘evlilik belgesinin verildiği yer’ engeline takılarak henüz bu kimlik ve pasaportlara sahip olamayanlar var.
Yani, KC’nin potansiyel Kıbrıslıtürk vatandaşlarının sayısı, listelerdeki sayının 2 ile çarpılmasından elde edilecek olan rakama kadar ulaşabiliyor.
Ayrıca Anastasiadis bıyık altından gülerek ve elindeki listeleri havaya kaldırarak ekliyor:
‘Bu listelerde çok sayıda KıbrıslıTürk siyasetçi de vardır.’
Tabii hepsi değil. Arada, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti bir Rum devletidir’ diyerek, onun kimlik belgesi ve pasaportunu almaktan vazgeçenler de vardır.
Ama, sayıları oldukça az olduğu ve bu nedenle siyaseten bir etki yaratamadıkları için bu kişileri hesap dışında tutabiliriz.
Bir de sayın Tatar’ın açıklaması zihinlere kazınmıştır.
Yani yerine göre ‘olmayan-ortadan kalkan’, yerine göre de ‘Rum devletine dönüştüğü’ söylenen ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasından kaynaklanan haklarımız’ meselesi.
Olmayan devletten hak talep etmek herhalde KıbrıslıTürk liderliğinin icadıdır!
İkna edici olamamak için neredeyse herşey yapılmaktadır.
Ama KıbrıslıTürk lidrliği ve Türkiye’nin içine düşürüldüğü daha vahim bir durum vardır:
‘En gerçekçi çözüm, iki devletli çözümdür, iki devletli çözüm modeli kabul edilmezse müzakere yapılmayacaktır.'
Halbuki, Kıbrıs’ta karşılıklı kabul edilebilir bir çözümün bulunması konusunda uzlaşmalar vardır. Yani bu iş tek taraflı ısrarla olmayacaktır.
Ayrıca, çözümün müzakereler yoluyla bulunacağına dair yerleşmiş bir ilkeye sahip olduğumuzu Mısır’daki Sağır Sultan bile duymuştur.
Ve BM Güvenlik Konseyi kararlarının çözüm için zemin oluşturduğu gerçeğini ortaokul öğrencileri bile ezberden biliyor.
Hatta, çözümün tüm parametreleri de bellidir ve üzerinde uzlaşılmıştır.
KıbrıslıTürk tarafı ve Türkiye, şimdi yukarıdakilerin tümünü reddettiği için, hiçbir şekilde ikna edici olamıyor.
Ama öteden beri KıbrıslıRum tarafının diken üstünde oturmasına yol açan bir faktör vardır:
1964 yılında iki toplumlu olma karakterini yitiren Kıbrıs Cumhuriyeti devleti KıbrıslıTürklere ne ölçüde kendi bünyesinde yer vermeye hazırdır?
Acaba KıbrıslıTürkler, etnik köken veya benzeri nedenlerle dışlanmakta mıdır?
KıbrıslıRumlar, KıbrıslıTürkler’le ortak bir geleceği kabul ediyor mu?
Siyasal ortam ve yasal düzenlemeler Kıbrıslı Türklerin demokratik katılımına açık mıdır?
Bu sorulara verilecek olumsuz yanıtlar, Kıbrıs’ta bölünmenin yolunu açar.
İşte sayın Anastasiadis’in çabası da bu sorulara olumlu yanıt verildiğini kanıtlamaktır.
Yoksa iki devletliliğe karşı, Kıbrıs Cumhuriyetine dönmeyi önermiyor.
Zaten, bu konuyla ilgili ikinci açıklamasında, kafa karışıklığını kısmen giderici eklemeler yapıyor.
Ama sayın Anastasiadis, esas olarak, iki devletli çözüm serüveni nedeniyle inandırıcılığını yitiren KıbrıslıTürk tarafını ve Türkiye’yi uluslararası toplumla çatışmaya yönlendirmektedir.
Bu çatışmadan kurtulup inandırıcılık kazanmanın bir yolu vardır elbettte.
Bu köşede daha önce de yazıldığı ve savunulduğu gibi, KıbrıslıTürk tarafı ve Türkiye, uluslararası hukuku dikkate alacak şekilde Kıbrıs sorunuyla ilgili temel tezlerinde radikal değişiklikler yapmalıdır.
Bu değişimin başlangıç noktası ise, Kıbrıs Cumhuriyeti devleti’nin KıbrıslıRumların yönetiminde var olmaya devam ettiğini ama bu devletin anayasal organlarında KıbrıslıTürklerin temsiliyetinin olmadığını söylemektir.
O zaman, KıbrslıTürk yönetiminin statü meselesinin çözüm yolları açılacaktır.
Peki bu durumda sayın Anastasiadis KıbrıslıTürklere ‘buyurun 1960 anayasal düzenine’ demez mi?
Bence kesinlikle demez.
Ama söyleyebileceğini varsaysak bile, bu durumda kendisine, iki toplum liderleri arasında varılan uzlaşmaların ve BM Güvenlik Konseyi’nin ilgi kararlarının bir kopyasını göndeririz.
KıbrıslıTürk tarafının uluslararası hukukla barışmasının başka bir yolu yoktur.