1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları Sorunu
Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları Sorunu

Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları Sorunu

Azınlık grubun egemenliğinin söz konusu olduğu durumlarda, egemen olmayan çoğunluk için ise azınlık haklarının zaten yeterli olmadığı kabul edilmektedir.

A+A-

 

Mustafa Erçakıca       
[email protected]

 

Azınlık ve azınlık hakları artık devletlerin iç meselesi değil, uluslararası toplumu ve uluslararası hukuku ilgilendiren bir sorun olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Azınlıklara sağlanan korumanın kapsamını belirleyebilmek için azınlık kavramının ve bu kavrama kimlerin dahil olduğunun belirtilmesi gerekmektedir. Yazıda önce azınlık kavramı kısaca anlatılmaya çalışılacak, ardından da azınlıklarla ilgili gelişmeler özetlenerek ortaya konulmaya çalışılacaktır.

1. Azınlık Kavramının Anlamı

Büyük nüfus hareketleri ve sınır değişiklikleri, her zaman azınlık gruplar doğurmuştur. Azınlık kavramı 16. yüzyılda, ortaya çıkan dini azınlıklar üzerine kullanılmaya başlanmıştır. Katolik krallıkların içinde bulunan Protestan azınlık ve Protestan Krallıkların içinde bulunan Katolik azınlıkların korunması için karşılıklı antlaşmalar yapılmıştır. Daha sonra 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devriminin ardından ulusal azınlıklar da ortaya çıkmış ve azınlık kavramı bunlar için de kullanılmaya başlanmıştır.

Uluslararası hukukta azınlık kavramının bağlayıcı bir tanımı yapılmamıştır. Bunun temel nedeni, devletlerin azınlıkların korunmasını erteleme, bu korumayı kesinleştirmeme isteği olarak belirtilmektedir. Yine de azınlıklar doktrinde etnik, dinsel veya dilsel özellikleri nedeniyle bulunduğu ülkenin geri kalan nüfusundan farklı, sayıca az olan ve ülkede egemen konumda olmayan, bunların yanında farklı kimliğini sürdürme bilincinde olan gruplar olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım Birleşmiş Milletler (BM) Azınlıkların Korunması ve Ayrımcılığın Önlenmesi Alt Komisyonu’nun yaptığı tanımdan yola çıkılarak benimsenmiş ve doktrinde de kullanmaya başlanmıştır.

Azınlık kavramının belirtilen tanımı, objektif ve sübjektif unsurlardan oluşmaktadır. Objektif unsurlardan ilki etnik, dinsel ve dilsel özellikleri bakımından yaşadıkları ülkedeki insan topluluğundan ayrılan bir grubun olması gerekliliğidir. İkinci olarak, bu grubun toplam nüfusunun, ülkenin geri kalanının nüfusundan sayısal anlamda daha az olması gelmektedir.

Objektif unsurlardan sonuncusu, sayıca azınlık olan grubun egemen konumda olmamasıdır. Egemen konumunda olan azınlık grup için herhangi bir azınlık hakkının verilmesine gerek yoktur. Azınlık grubun egemenliğinin söz konusu olduğu durumlarda, egemen olmayan çoğunluk için ise azınlık haklarının zaten yeterli olmadığı kabul edilmektedir.

Sübjektif unsur, azınlık grubu üyelerinin kendi farklı kimliklerini koruma istek ve bilinçlerinin olmasıdır. Asimile olmayı kabul etmiş grupların azınlık olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Yine de, azınlık grubun kimliklerini korumaya yönelik isteklerini baskın bir şekilde dile getirmeleri şartı aranmamalıdır. Çünkü azınlık grubun, çoğunluk tarafından baskı altına alınması gibi çeşitli nedenlerle isteklerine ilişkin bir talepte bulanamaması söz konusu olabilmektedir.

Azınlık olarak sayılabilmek için azınlık grubun üyelerinin bulundukları ülkenin vatandaşı olma şartı tartışmalıdır. Vatandaş olmayan göçmen veya mültecileri korumasız kalmamaları için azınlık haklarından yararlandırılan dezavantajlı gruplardan sayma eğilimi bulunsa da, bu statünün verdiği haklardan yararlanabilmek için vatandaşlık bağı gibi herhangi bir bağa sahip olmanın gerekmediğini kabul eden yazarlar da vardır. BM’nin bu konudaki eğilimi ise azınlık haklarından sadece vatandaşların değil, yabancıların da yararlanmasına imkan tanınması yönündedir.

Uluslararası hukukta azınlıklar genellikle dinsel, dilsel, etnik ve ulusal azınlıklar olarak ayrı sınıflar halinde anılmaktadır. Bir azınlık grubunun hangi sınıfta bulunduğunu belirlemek, ilgili gruba tanınacak olan haklar bakımından önem taşır. İlk ortaya çıkan azınlık grubu olan dinsel azınlıklar, aynı devlette yaşayan nüfusun çoğunluğunun dininden farklı dini kanaatlere sahip olan grup olarak nitelendirilmektedir. Halkın çoğunluğunun ateist olduğu durumunda, dinsel inanca sahip olanlar dinsel azınlık kapsamında değerlendirilmelidir. Çünkü bu statü, dinsel inanca sahip olma özgürlüğünün tanınmadığı yönetimlerde, dinsel grupların inançlarını sürdürme hakları bakımından önem taşımaktadır.

Dilsel azınlıklar, bir devlette yaşayan halkın çoğunluğundan farklı bir dil konuşan gruplara işaret eden kavramdır. Ancak bir halkta sadece farklı dili nedeniyle azınlık grubu oluşturması, ender rastlanan bir durumdur. Etnik azınlıklar ise kültürel, tarihsel, ülkesel bağlar nedeniyle oluşmuş bulunan kimlikleri, ülkenin geri kalanından farklı olan gruplardır. Önemli bir husus, örneğin bireyin dinsel açıdan çoğunluk grubuna aitken, etnik kökeni açısından azınlık grubuna mensup olma ya da tersi durumlarının da mümkün olduğudur. Ulusal azınlıklar ise, bir ülkede yaşayan ulusun bazı bireylerinin, bir başka devletin ülkesinde yaşaması ve bu başka ülkede azınlık grubunu oluşturması durumunda ortaya çıkmaktadır.

2. Uluslararası Hukukta Azınlık Haklarının Gelişmesi

Azınlık hakları, bir ülke içerisinde yaşamakta olan azınlık grubu bireylerine devlet yönetimince tanınan ve grup olarak kullanılan kolektif haklardır. Bu gruba ait bireyler, azınlık haklarını grubuyla birlikte kullanır. Buna örnek olarak çoğunluğun Müslüman olduğu bir ülkede, Müslüman olmayanların kendi okullarını kurmaları verilebilir.

Demokratik devletlerin ülkesinde bulunan azınlıklar için tanıdığı hakların uluslararası standartlara uygun olması gerekmektedir. Bir ülkede yaşayan vatandaşlara tanınan hakların azınlık grubuna da tanınmasının gerekliliği yanında, azınlık grubun özel olarak ihtiyaç duyduğu hakları vardır. Eşitlik ilkesi azınlık gruplara ihtiyaç duydukları hakların sağlanmasıyla birlikte gerçekleştirilebilir.

Azınlık hakları önce (Nantes Fermanı gibi) tek taraflı koruma fermanlarıyla başlamış, ardından (Karlofça Antlaşması gibi) ikili antlaşmalara konu olmuş ve (Paris Antlaşması gibi) çok taraflı antlaşmalarla gelişmesini sürdürmüştür. Uluslararası belgelerin de etkisiyle azınlık hakları özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gelişti. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya, Osmanlı, Rusya ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları yıkıldı. Yıkılan bu imparatorluk yerine kurulan devletlerin içinde kalan ve kendilerine devlet olma imkanı verilemeyen azınlık grupları korumak için girişimlerde bulunuldu. Savaş ertesinde kurulan Milletler Cemiyeti (MC) sisteminde azınlık rejimi yapılmış olan azınlık anlaşmalarından oluşuyordu. Bu anlaşmalar Polonya’yı, Sloven, Hırvat ve Sırp Devleti’ni, Romanya’yı, Yunanistan’ı ve Çekoslovakya’yı bağlamaktaydı. Avusturya, Bulgaristan, Macaristan ve Türkiye ile ilgili yapılan barış antlaşmalarına da azınlıklarla ilgili özel hükümler eklenmişti. Bunların yanında Arnavutluk, Letonya, Litvanya, Estonya, Irak ve Finlandiya ise deklarasyonlar yayınlamıştır.

Belirtilen belgelere göre ırksal, dinsel veya dilsel azınlıklar nüfusun geri kalanıyla eşit haklara sahip olmalı, aynı şekilde muamele görmelidir. Anlaşmaların bu hükümleri MC Konseyi’nde çoğunluğun onayı alınmadan değiştirilemeyecekti. Azınlıkların Konseyin veya Uluslararası Sürekli Adalet Divanı’nın önüne çıkma hakları olmasa da, MC’ine dilekçe verme hakları vardı. Bu düzenlemelere rağmen azınlık koruma sisteminin iyi işleyemediği görülmektedir. Örneğin, Nazi Almanyası azınlık meselesini diğer devletlerin düzenini bozmak için kullanmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise daha çok genel olarak insan haklarının korunması gündeme gelmiştir. 1947 yılında BM İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı bir birim olarak Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu kuruldu. Ancak azınlık haklarının tekrar gündeme gelmesi açısından önemli bir tarih İkiz Sözleşmeler olarak anılan iki sözleşmenin yapıldığı 1966 yılıdır. Bu Sözleşmelerden biri olan Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Sözleşme’nin 27. maddesine göre, ülkesinde etnik, dinsel veya dilsel azınlık barındıran devletlerin bu azınlıkların kendi gruplarının üyeleri ile birlikte kültürlerini devam ettirme, kendi dinlerine göre yaşama ve dinlerinin gerekliliklerini uygulama, kendi dillerini konuşma haklarını reddetmemeleri gerekmektedir. Bu sözleşmenin ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme’nin sağladığı haklar, azınlıklara da herhangi bir ayrımcılık yapılmadan sağlanmalıdır. Bu sözleşmelerin içerdiği ve bütün insanlar için eşit bir şekilde sağlanması gereken haklardan bazıları şunlardır: İşkence ve zalimane muamele ya da ceza yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, adil ve uygun çalışma ortamında çalışma hakkı, sosyal güvenlik hakkı, uygun bir yaşam standardına sahip olma hakkı, sağlık ve eğitim hizmetlerinden en üst seviyeye kadar yararlanma hakkı.

BM İnsan Hakları Komitesi 1994 yılında Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Sözleşme’nin 27. maddesi hakkında Genel Mütalaa kabul etmiştir. Buna göre 27. maddede sayılan azınlık hakları azınlık gruplara ait bireyler içindir ve bu haklar sözleşme ile sağlanan diğer haklara ektir. Burada azınlık gruplara ait bireylerin bulundukları ülkede ikamet etmeleri veya o devletin vatandaşı olmaları şartlarının aranmaması gerektiğini belirtmiştir. Bu durumda göçmenlerin, işçilerin veya ülkedeki ziyaretçilerin bile 27. maddeden yararlanmalarının kapısı açılmıştır. Komiteye göre bir ülkede azınlıkların varlığı devletin kabulüne bağlı değildir. Komitenin belirttiği bir diğer önemli nokta, azınlıkların korunmasına ilişkin devletin birtakım önlemler almak gibi pozitif bir yükümlülüğünün de bulunduğudur. Buna göre, devlet sadece kendi işlemlerinde azınlıkların korunması için gerekli adımları atmakla yetinmemeli, ülkesinde yaşayan diğer bireylere karşı azınlıkları korumalıdır.

1980’li yıllarda azınlık haklarının insan haklarının korunması çerçevesinde ele alınmasının yetersiz olduğu görülmüş, azınlıkların haklarının münhasıran korunması gerektiği düşüncesi önem kazanmıştır. Azınlık haklarının önemli bir şekilde korunduğu ve münhasıran azınlık haklarına ilişkin olan ilk uluslararası belge 1992 tarihli Ulusal, Etnik, Dinsel veya Dilsel Azınlıklara Ait Bireylerin Haklarına İlişkin Bildiri’dir. Burada devletlerin azınlıkları, onların etnik, kültürel, dinsel ve dilsel kimliklerini korumaları, bunun için gerekli önlemleri almaları gerektiği belirtilmektedir. Bildiriye göre azınlık grubuna ait bireyler kültürel, sosyal, ekonomik ve kamusal hayatta etkin bir şekilde yer alabilmeli, kendi azınlık gruplarına ilişkin kararların alımına katılabilmelidirler. İlgili Bildiri, azınlık grupların da ülkenin gelişiminde ve ekonomik ilerleyişinde etkin bir şekilde rol alabilmelerini gerektirmektedir.

1995 tarihli Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme, kendisine taraf olan devletlerin ülkelerinde bulunan azınlıkları koruması gerektiğini hüküm altına almıştır. Sözleşmeye göre çoğulcu ve demokratik bir toplum için ulusal azınlıkların etnik, kültürel, dinsel ve dilsel kimliklerine saygı gösterilmeli, bu kimliklerinin korunması ve geliştirilmesi için gerekli koşullar yaratılmalıdır.Sözleşme, ulusal azınlıkların ve bu azınlıklara dahil kişilerin haklarının korunması konusunun insan haklarının korunması konusundan bağımsız olmadığını belirtmiştir. Sözleşmeye göre taraf ülkelerin ulusal azınlığa mensup kişiler için eşitlik ilkesinin sağlanması adına gerekli önlemleri alması gerekmektedir. Taraf devletler kendi ülkeleri üzerinde yaşayan ve etnik, kültürel, dinsel ya da dilsel kimlikleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kalma ihtimali olan kişileri korumak için uygun önlemleri almayı taahhüt etmektedir. Devletlerin ulusal azınlığa mensup bireylerin barışçıl amaçla toplanma, örgütlenme, ifade, düşünce, vicdan ve din özgürlüklerine saygı gösterilmesini sağlama yükümlülükleri vardır.

2005 yılında, İnsan Hakları Komisyonu BM Azınlıklar Bağımsız Uzmanı görevlendirmiştir. Bu uzmanın görevi Ulusal, Etnik, Dinsel veya Dilsel Azınlıklara Ait Bireylerin Haklarına İlişkin Bildiri’nin uygulanmasını sağlamak ve hükümetler, BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri ve diğer BM kurumları arasındaki işbirliğini sağlamaktır. Aynı zamanda sivil toplum örgütlerinin görüşlerini değerlendirme görevi de vardır.

Azınlık haklarının sınırlandırılması, genellikle yaşadıkları ülkedeki toprak bütünlüğünün ve devletin egemenliğinin korunması bağlamında gündeme gelebilmektedir. Ancak bunun ötesinde, günümüzde hala azınlıkların güçlenerek ayrı bir devlet çatısı altında, bağımsız bir şekilde yaşamak istemelerinden korkulduğu için, kültürlerini sürdürmelerine olanak sağlayacak haklar verilmesi konusunda istekli davranılmamakta, hakları çeşitli şekillerde orantısız bir biçimde sınırlandırılmaktadır.

Azınlık haklarının tanınması asimilasyonu önlerken, aidiyet hissini arttırdığı için bir anlamda bütünleşmeyi kolaylaştırmaktadır. Kimi zaman, devlet içerisinde çıkan ve azınlıkların taraf olduğu çatışmalar ise, azınlıklara kimliklerini sürdürmelerine olanak sağlayan hakların tanınmasıyla bitirilmektedir. Devletlerin toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin korunması uluslararası barış ve istikrarın korunması açısından oldukça önem taşımaktadır. Bu nedenle azınlık haklarına ilişkin belgelerde azınlık hakları garanti altına alınırken genellikle bu hakların devletlerin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne aykırı olarak kullanılamayacağı belirtilerek sınırları çizilmektedir. Bu sayede azınlık haklarını tanımaktan kaçınmanın engellenmek istendiği belirtilebilir.

Sonuç

Görüldüğü gibi bir devlet içerisindeki azınlıkların din, dil ve eğitimleri gibi belirli alanlarda özel statülere sahip olmaları, bu çerçevede bazı haklarını kullanmaları mümkündür. Azınlıklar açısından devletlerin uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülükleri vardır. Devletler iç hukuklarında eşitlik ve ayrımcılık yasağına dikkat çeken düzenlemeler yanında, azınlıklar için pozitif ayrımcılık yapan düzenlemelere de yer vermelidir. Azınlıkların kimliklerini korumalarına yardımcı olan bu tür düzenlemeler, yaşadıkları devlete karşı aidiyet hislerini güçlendirmektedir. Böylece devlet içerisindeki barış ve güvenlik ortamının sağlanması daha da kolay bir hale gelmektedir.

 


Özet Kaynakça: Baskın Oran, “Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama,” İletişim Yayınları, 2004. Emre Öktem, “Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü,” Liberte Yayınları, 2002. Hasan Tunç, “Uluslararası Sözleşmelerde Azınlık Hakları Sorunu ve Türkiye,” Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, (Haziran-Aralık 2004). Kristin Henrard, “The Interrelationship between Individual Human Rights, Minortiy Rights and the Right to Self-Determination and Its Importance for the Adequate Protection of Linguistic Minorities,” The Global Review of Ethnopolitics, (Eylül 2001). Mehmet Merdan Hekimoğlu, “Azınlık Hakları ve Türkiye,” Detay Yayıncılık, 2007. Nazila Ghanea, “Religious or Minority? Examining the Realisation of International Standarts in Relation to Religious Minorities in the Middle East,” Religion, State & Society, (Eylül 2008).

Bu haber toplam 30661 defa okunmuştur
Gaile 430. Sayısı

Gaile 430. Sayısı