1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Uluslararası Zorla Kaybedilenler Günü’nde dünyada eylemler…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Uluslararası Zorla Kaybedilenler Günü’nde dünyada eylemler…

A+A-

BM zorla kaybetmeyi, "Kişilerin, devlet adına görev yapan veya devletin yetkilendirmesi, desteği ve bilgisiyle hareket eden kişiler veya gruplar tarafından tutuklanması, gözaltına alınması, kaçırılması veya başka herhangi bir biçimde özgürlüklerinden yoksun bırakılması, ardından söz konusu kişilerin kendi fiillerini reddetmeleri veya kaybolan kişinin nerede ve ne durumda olduğunu gizlemeleri ve sonuçta kayıp kişinin hukukun koruması dışında kalması" olarak tanımlıyor…

30 Ağustos 2011’den bu yana Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilmiş “Uluslararası Zorla Kaybedilenler Günü” olarak anılıyor… Yani bir tür uluslararası “kayıplar” günü…

Deutsche Welle’nin Eda Narin imzalı bu konudaki haberinde şöyle deniliyor:

“Zorla kaybetme, devletlerin kendisine muhalif grupları bastırma ve sindirme yöntemi olarak yüz yıllardır varlığını koruyor. Türkiye ve dünya üzerinde örneklerine rastladığımız zorla kaybetme olayları cezasızlıkla sonuçlanıyor.

Dünya genelinde zorla kaybetme vakaları özellikle de etnik ve dini çatışmaların ya da iç savaşların yaşandığı ülkelerde meydana geliyor. Brezilya, Uruguay, Şili, Peru, Guatemala, Arjantin, Filipinler, El Salvador, Sri Lanka, Suriye, Nepal, Irak, İran ve Cezayir gibi ülkelerde çok sayıda örneği bulunuyor.

Birleşmiş Milletler 2011 yılından bu yana 30 Ağustos'u Uluslararası Zorla Kaybedilenler Günü olarak anmaya başladı. Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme'de de zorla kaybetmenin tanımını net bir şekilde yaptı.

BM zorla kaybetmeyi, "Kişilerin, devlet adına görev yapan veya devletin yetkilendirmesi, desteği ve bilgisiyle hareket eden kişiler veya gruplar tarafından tutuklanması, gözaltına alınması, kaçırılması veya başka herhangi bir biçimde özgürlüklerinden yoksun bırakılması, ardından söz konusu kişilerin kendi fiillerini reddetmeleri veya kaybolan kişinin nerede ve ne durumda olduğunu gizlemeleri ve sonuçta kayıp kişinin hukukun koruması dışında kalması" olarak tanımlıyor.

Türkiye, “Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme”yi imzalayan ülkeler arasında yer almıyor.

 

Türkiye anlaşmaya imza atmadı

Türkiye, sözleşmenin imzacıları arasında bulunmuyor. İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) Terör Kaynaklı Faili Meçhul Verileri'ne göre Türkiye’de 1990-2011 yılları arasında toplam 2 bin 872 faili meçhul cinayet meydana geldi.

Aynı verilere göre, yargısız infazlar, dur ihtarına uymama, güvenlik kuvvetlerinin rastgele ateşi ile ölenler bin 945 kişi, gözaltında veya cezaevinde öldürmeler, ölümler sonucu bin 147 kişi ve siyasal nedenlerle zorla kaybedilenler ise 940 kişi olarak belirlendi.

Siyasi nedenlerle zorla kaybedilenlere ait veriler sadece 1993-2003 yılları arasını kapsarken; yargısız infazlara ait ise 1980-1990 arasına ait veri bulunmuyor.

DW Türkçe'ye konuşan İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, kayıplar tarihini 1915 yılından başlattıklarını belirtiyor. "1915’te Ermenilere yönelik gözaltı ve sürgün süreci olmuştu ve bu sırada pek çok Ermeni aydın kaybedildi. Bu kişiler hâlâ kayıp." diyen İHD İstanbul Şube Başkanı, "Bu kayıpları da mücadelemizin bir parçası olarak görüyoruz" ifadesini kullanıyor.

Yoleri, "Cumhuriyet tarihi içerisinde gözaltında kayıpları araştırdığımız zaman 1936 yılında Salih Bolışık’ın kaybedildiğini biliyoruz. 1936 yılında o dönem muhalif çalışmalar yürüten bir kişi kaybedilmiş. Daha sonra Sabahattin Ali’nin gözaltında kaybedilişi var. 80 kayıpları diye ifade ettiğimiz, özellikle darbe dönemi ve hemen devamında kaybedilen kişiler var. 90’lı yıllar ise gözaltında kaybetme suçunun en yoğun işlendiği yıllar. 2002’ye kadar bu yoğunluğun azalarak devam ettiğini biliyoruz" diyor.

 

"Devlet sözleşmelerin imzalanmasından kaçıyor"

Yoleri, kayıpların kimliklendirme çalışmalarındaki zorluklara da dikkat çekiyor. Diyarbakır’da 4 bine yakın kişinin toplu mezarlara defnedildiğini hatırlatan Yoleri, kimliklendirme çalışmaları için toplu mezarların açılma uygulamasında bulunan kemiklere zarar verildiğini söylüyor.

Yoleri, "Bazı uluslararası sözleşmeler var. Mesela Minnesota Protokolü. Bu protokol toplu mezarların nasıl açılacağını gösteren bir protokol. Ancak Türkiye bu protokolü onaylamadığı için buna uygun hareket etmiyor. Aynı zamanda gözaltında kaybetmelere karşı bir Birleşmiş Milletler Sözleşmesi var. Bu sözleşmenin imzalanmasından da kaçıyor hâlâ devlet" diye konuşuyor.

saraybosna.jpg

 

"Gerçeklerin faturasını ödemek zorundalar"

Devletin işlediği insanlığa karşı suçlarda cezasızlık politikası uyguladığının altını çizen Yoleri, "Gerçekler sonsuza kadar saklanamıyor. Dolayısıyla gerçekler bir gün açığa çıktığında o gerçeklerin faturasını ödemek zorundalar" diyor.

Devletin 21 Mart 1995'te gözaltında kaybettiği Hasan Ocak, gözaltında kayıplara karşı mücadelede önemli bir kilometre taşı oldu. Hasan Ocak’ın kaybedilmesi sonrası 58 gün boyunca Hasan Ocak’ı arayan ailesi Cumartesi İnsanları’nın bir araya gelmesine öncülük etti.

Hasan Ocak’ın kardeşi ve Cumartesi İnsanı Maside Ocak da 19 yaşından beri mücadelenin içinde. Ocak, ağabeyinin kaybedildiği günü şöyle anlatıyor: "Gözaltına alındığı gün ablamın doğum günüydü ve biz onu evde bekliyorduk ama ağabeyim o günden sonra bir daha eve gelmedi."

 

"Paramparça edilmiş bedeninin fotoğrafı hafızamdan silinmiyor"

Ocak, "Benim 24 yaşında bir mücadelem var. Ben 19 yaşındaydım ağabeyim kaybedildiğinde ve her cumartesi Hasan’ın gülen yüzünün fotoğrafını taşıyorum boynumda ve elimde. Ama ben Hasan’ın gülen yüzünün fotoğrafını taşırken Hasan’ın paramparça edilmiş yüzü gözlerimin önündedir hep" diye anlatıyor.

Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak, "Kimsesizler mezarlığından çıkardığımızda yüzünü açıp göremedik belki ama o koku benim için hiçbir zaman silinmeyecek bir şeydir. Çünkü insanlar sevdiklerini kokularıyla hatırlarlar. Ama Hasan’ın toprağın altından çıkarttığımız bedeninin kokusu, onu son kez öpüşümüz benim hayatımın orta yerinde duran bir şeydir" diyor.

 

"24 yıldır ilmek ilmek örülen bir mücadelemiz var"

24 yıllık kayıplara karşı mücadelede birçok kayıp yakınının yaşamını yitirdiğini ifade eden Ocak, "Onların bizi engelleyen ve cezasızlığın bitmemesi için önümüze konulan kalkanları varsa bizim de 24 yıldır ilmek ilmek örülen, tırnaklarımızla kazıdığımız bir mücadelemiz var" diye konuşuyor.”

 

BALKANLAR’DA DA “KAYIPLAR” İÇİN EYLEMLER…

pristina.jpeg

“Uluslararası Zorla Kaybedilenler Günü”nde Balkanlar’da da eylemler yapıldı…

Kosova’da halen 1,638 kişi “kayıp”, Hırvatistan’da 1,892 kişi, Bosna-Hersek’te ise 7.206 kişi “kayıp”.

BALKAN INSIGHT haber sitesinde yazan Anja Vladisavljevic, eski Yugoslavya’da 1990’larda yaşanan savaş esnasında “kayıp” edilenlere dikkat çekmek için Bosna-Hersek’te, Hırvatistan’da ve Kosova’da gösteriler yapıldığına dikkati çekti.

Priştina’da “kayıp” yakınları şehirde bir gösteri yürüyüşü yaparak “kayıplar”a adanmış anıta çelenkler koydular…

Hırvatistan’da Vinkovci mezarlığında yapılan törende de çelenkler konuldu ve “kayıp” yakınları ve yöredeki köylerden duyarlı insanlar “kayıplar”ı andılar.

Hırvatistan Savaş Gazileri Bakanı Tomo Medved yaptığı çağrıda “Bilgi sahibi olanların konuşması için” çağrıda bulundu.

Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’da ise “kayıp” yakınlarının yanısıra Uluslararası Kızılhaç Örgütü ve Barışı İnşa İçin Ağ, birlikte “Gdje je?” (“O nerededir?”) başlıklı bir kampanya başlattılar. Kent merkezinde “kayıp” şahısların büyük fotoğrafları sergilendi ve üzerinde “O nerededir?” yazılı siyah balonlar dağıtıldı.

 

KIBRIS’IN “KAYIPLAR”I…

Kıbrıs’ın “kayıpları” için ise kazıların ve araştırmaların devam ettiği ancak “kayıplar”ın ancak yarısının bulunabildiği bir dönemden geçiliyor…

Resmi Kayıplar Komitesi’nin ana finansmanı Avrupa Birliği tarafından sağlanıyor ve geçtiğimiz yıllarda Avrupa Birliği’nden bir heyet, Kıbrıs’ta yaptığı incelemelerde Kayıplar Komitesi’ne ve finansmanı konusunda söz sahibi olan Avrupa Parlamentosu’na “2020 yılına kadar çalışmaların sonlandırılmasına yönelik bir çıkış stratejisi belirlenmesi” yönünde tavsiye kararında bulunmuştu. Rapor sadece Kayıplar Komitesi’yle ilgili değildi, Avrupa Birliği’nin Kıbrıs’ta finanse etmekte olduğu ve geçmişte finanse ettiği tüm projelerle ilgiliydi…

Belki de AB uzmanlarının “2020 yılına kadar çalışmaların sonlandırılmasına yönelik bir çıkış stratejisi belirlenmesi” önerisi üzerine bir süre önce Kayıplar Komitesi’nin “Bir enstitüye dönüştürülmesi, bu enstitüden “kayıpları” olan başka ülkelerin hizmet satın alması ve Kıbrıslılar’ın da bu enstitüden hizmet satın alması” yönünde bazı fikirler ortaya atılmıştı ancak bu fikirlerin benimsenip benimsenmediği, etraflı biçimde tartışılıp tartışılmadığı bilinmiyor. 

Kayıplar Komitesi, üç taraftan oluşuyor: Kıbrıslırum Üye, Kıbrıslıtürk Üye ve Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Kızılhaç’la işbirliği halinde atadığı Üçüncü Üye…

Kayıplar Komitesi resmi bir komite ancak hukuki bir statüsü bulunmuyor. İki toplum liderliğinin uzlaşması sonucu 1981 yılında çalışmalara başlamış ve sekiz yıl süreyle Kayıplar Komitesi tüzüğünü tartışıp durmuştu…

Ancak 2000’li yılların ikinci yarısında araştırma, kazı, kimliklendirme ve bulunan “kayıplar”ın kalıntılarını defin için ailelere iade etme yönünde çalışmaya başlamıştı. Bu süreçte her iki toplumdan ve yurtdışından okurlarımız, çok önemli bilgiler ve ipuçları paylaşarak, tümüyle gönüllü biçimde bize ve Kayıplar Komitesi’ne olası gömü yerleri için çok değerli yardımlarda bulunmuşlardı ve yardım etmeye de devam ediyorlar.

Kayıplar Komitesi’nde kazı ekipleri olsun, laboratuvarda bilim insanları olsun tümüyle iki toplumlu olarak çalışmalarını sürdürüyorlar…

(Derleyen: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – 30.8.2019)

PAZARTESİ DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 1573 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar