1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Ümit İnatçı; “Ben talihsizliğimden akademisyen oldum”
Ümit İnatçı; “Ben talihsizliğimden akademisyen oldum”

Ümit İnatçı; “Ben talihsizliğimden akademisyen oldum”

Ümit İnatçı; “Ben talihsizliğimden akademisyen oldum”

A+A-

Simge Çerkezoğlu

Ümit İnatçı’yı anlatmak için iki kelime yeterli aslında. Hem her şeye rağmen ümitli hem de inatçı. Ümitli, hem de geçmişten bugüne yaşadıklarına rağmen, inatçı çünkü ilk günden bu güne mücadeleye yılmadan devam ediyor. İkisi arasında da bizi içinde bulunduğumuz yüzyılın hastalığı ile yüzleştiriyor. Olmak istediğimiz ve olduğumuz kişi arasında…

“YAZI TAMAMA VARMA EYLEMİDİR”

Ümit İnatçı’nın kitaplarını okumak bir felsefe yazarının veya düşünürün kitaplarını okumakla aynı anlama geliyor. Gerek şiir gerekse de düz yazında size hayatı sorgulatan yazar okuruna çok şey kazandırırken, bizlerden de beklentide bulunuyor.  
“Doğrudur, okuyucudan okur emekçisi olmalarını talep ediyorum, doğru okuyucu ve algılayıcı olmalılar. Üstelik bu sadece benim kitaplarımı okurken yapmalarını istediğim bir şey değil, bu düşünceyi talep eden tüm yazarların isteğidir. Hatta bu gelenektir de diyebilirim. Her okur kendi yazarını talep ederken her yazar da kendi okurunu talep eder, bu böylesi bir diyalektiktir. 

Yeni kitabı akıl yarası ile birlikte yirmi altıncı kitaba ulaşan yazar, ilk günden bu güne yazın hayatını biraz da tamamlanma hali olarak değerlendiriyor.
“Kitlelere yönelik ilk yazımı kaleme aldığımda 23 yaşındaydım. Yazar kıvamında bu ilkyazımdı. Akademinin son sınıfındaydım. Orada başlayarak yazma hali bir haz mıydı yoksa arayışın başlangıcı mıydı bilemiyorum. Yazı sadece birilerine bir şeyler aktarmak değil, aynı zamanda bir doğuş hamlesidir de. Bir şeyleri arıyorsun ve bir şeyleri bulma çabasına giriyorsun. Bu ancak okumak ve yazmakla mümkün olabilir. Yazmak böyle bir çabadır. Ben bir ressamım, okumalarım plastik sanatlar anlamında üretmeme kaynak olan, beslenme alanımdır. Ancak oradan yola çıkıp başka başka adreslere gittiğim oluyor. Orada karşılaştığım bazen rastlantısal bazen ise “işte aradığım şey bu” dediğim değerlerle yoğrularak ortaya çıkan şeylerdir. İlkyazım hatırlıyorum da bir cevap niteliğindeydi. İlk sergimi de aynı yaşta açtım. Birileri sergim konusunda yorum yapmış ben de onlara yazımla cevap vermiştim. Aynı yıl ilk kitabım olan  “O Sihrin Düğümü” isimli şiir kitabım da yayımlandı. 1983 ilk yazım, ilk kitabım ve ilk sergim… Oradan da bu günlere geldik. Güzel sanatlar ve edebiyat arasında kurguladığım her neyse aslında birbirini besleyen düşünce eylemleridirler. Bu biraz da Rönesans Dönemi sanatçılarında olan özellik. Mimarlık, ressamlık, heykeltıraşlık yapıyor ve şiir yazıyorlardı. Bu bende belki İtalya’da eğitim görmemin etkisi olabilir. Bu tarz benim de parçam oldu. Herkes birilerine özenir ben de onlara özendim. Bilmiyorum başarılı oldum mu? Başarı da çok göreli bir kavram. En azından yapmak istediklerimin çoğunu yaptım diyebiliriz. Elbette kendimi henüz tamamlanmış hissetmiyorum. Sanat ve yazıyı tamama varma eylemi olarak düşünebiliriz.

Sanatın ve dinin birbirine benzeyen ortak ritüelleri var diyor İnatçı, elbette edebiyatın da…
“Edebiyatın elbette ritüel yönü var. Eğer zihinsel olarak kapatmayı veya kapanmayı elektrik akımı gibi düşünürsek şalteri kapattığınız zaman bu devinim durur. Bu düşünceyi kapatma da içe doğru açılmayı tetikler. Bu içe doğru açılma da bir yerde rahiplerin kapanmasına benzer. Kapanıyorsun ve hep kendi içine konuşuyorsun. O biriken şey de sizi tamamlayan şeydir. Bu aslında yazar için de ressam için de ritüeldir. Yazın sanatında da olduğu gibi plastik sanatlarda da olduğu gibi her sanatın ritüelleri vardır.  

**********************

“KİMSEYE YALAKALIK YAPMAK İSTEMİYORUM”

Kitaplar dışında günlük yazılar da yazan sanatçı son zamanlarda özellikle Türkiye’nin önemli haber sitelerinden olan T24’deki sanat denemeleri kaleme alıyor. Adından sıklıkla bahsettiriyor.
“T24 isimli haber sitesinden böyle bir talep geldi, iyi de oldu. İyi bir okur kitlesi var. İnsan; sanatçı veya yazar kendine şunu soruyor; söylemek istediğim şey beni ne kadar anlatır. Ben kendimi anlatırken karşı tarafı ne kadar anlıyorum. Bu bir hesaplaşma, yüzleşmedir. Söyledikçe kurguladığın anlam bir yerde zamanla çözümlenmesi gereken şifreye dönüşebilir. İnsanı anlama veya idrak etmeye yönelik eyleme zorlar. Bu kavrayış arayışı bir yerde insanın özgün dilini de oluşturabilir. Bir yazarın belki de çabalarının büyük miktarı kendi özgün dilini oluşturmakla ilgilidir. Bir şey söylerken nasıl, niçin ve kime söylediğin önemlidir. Ben de geniş kitlelere hitap etmeyen, popülist olmak istemeyen yazarım. Yalakalık yapmak istemiyorum. Benim bir derdim var. Meselem var. Oraya odaklanıyorum. İlişki kurmak istediğim kitle kendimi onların karşısında sınamak istediğim kitle. İşte tam da bu yüzden zorlu okur talep ediyorum. Çünkü o zorlu okur beni adam edebilir. Aslında yazar, sanatçı, düşünür önce buna cesaret etmeli. Ondan sonra okurun karşısına çıkması lazım.

GÖNÜL YARASI DEĞİL “AKIL YARASI”

İnatçı’nın yeni kitabı “Akıl Yarası”. Hep gönül yarasını duymuştum da akıl yarası benim için kitapla ilk oldu…
“Akıl Yarası bir yerde gönül yarasına karşıt söylem. Gönül sözcüğü çok mistik anlama gönderme yapıyor. Soyut bir şey hani kalpten istemek, kalbi açık tutmak gibi. Kalp dediğim kan pompalayan kas yumağı fiziksel ve maddi bir şeydir. Biz ona retorik üzerinden anlam yüklüyoruz. Gönül böyle bir şeydir. Buna zihin açıklığı diyebilirsin, duygusal yaklaşım diyerek bir sürü şeyle o sözcüğü tatlandırıp belagat yapabilirsin. Bu tüm bunlara karşı bir söylemdir. Akıl düşünmekle ilgili somut söz, fikir ve şeydir. Onu duygusal açılım içine salıvermez. Orada fikir bir yere tutunamayacak kadar kaygansa ve üzerine çok şey söylenebilirse o da işte mistik olur. Gönül yarası gibi… Ben daha lojik ve somut olsun diye akıl yarası dedim.

Kitaptaki şiirlerin hepsi çok yeni, 2014 ve 2015 yıllarına ait…
“Beklemek istemedim önceki kitabım ‘Salınma’da aynı yöntemi uyguladım. 20 veya 25 şiir olurken kitabı çıkardım. Hem insanların elinde kolay dolaşır hem de okuyucular bir nefeste okur ve şiirlere daha fazla yoğunlaşır. Çünkü çok fazla şiirin içinde okur kaybolur. İlk başta bu hayata düştüm. Bir şiir kitabı çıkardım 270 sayfaydı. “Sepet İçinde Deniz” isimli. Şiirlerin tadına varılamadı. Az ve öz olmalıydı diye fark ettim. Son kitaplarım da böyle külliyeli değil.

Kitabın içinde şiirler yanında ayrıca sanatçının eserlerinden görseller de yer alıyor… İnatçı kendini daha iyi anlatmak adına bu yönde tercih yapıyor.
“Birçok şiirimde ateizm, doğaya dönme anlayışının dile getirilmesi çevreci şiirler var. Onlar yanında Mısır ve Mezopatamya’ya gönderme yapan iki boyutlu çizgisel resimlerim de şiirime derinlik sağlamış oldu. Okuyucu şiirlerimi okurken bir yandan da yaptığım şeyleri görsün ve nasıl akıl yürütme yordamı ile şiire ve sanata baktığımı kavrayabilsin.”

Bu şiirler yazılırken bir haleti ruhiye içinde değil, akılla yazıldı diyen İnatçı yüzümü güldürürken bu duruma açıklık da getiriyor.
Ruhsallık başta türlü bir otomatizmdir. Eğer psişik dışavurum bahsedersek bu şiirlerde psişik dışa vurum yoktur. Burada ruhsallık diye bir şeyden bahsedemeyiz. Ben dünyaya doğaya dönme, neredeyse dine ve tanrıya meydan okuma gibi bir dilden söz edebiliriz. Günümüzde özellikle Türkiye’de ortaya çıkan son 15 yıldaki dini siyaset ve dinin insanlara çamur gibi bulaşmasını gözlemlediğimde bir nevi yeni tutsaklık durumu ortaya çıktığını görüyorum. İnsanlar akıllarını bir yerde kilitledi ve üç beş kutsal sözcük etrafında yaşamlarını şekillendirmeye başladılar. Bu aynı zamanda siyasette ortaya çıkan iktidar imgesinin dayattığı dindarlık olduğu için insanlar da buna yönlendi. Siyasi iktidar ve kitle arasında ilişki doğdu ve bu çok tehlikelidir. Esas buna dikkat çekmeye çalışıyorum. İnsanlığın en büyük tehlikesi din savaşlarıdır. Ancak bunu maalesef yaşamaktayız. Emperyalist ülkelerin tüm kazanımları savaş endüstrisi üzerine kurulu. Para ve tanrı bir arada olunca çok daha güzel kazanımlar sağlayabilirler. Bunlara karşıyım. Eserlerimde, şiirlerimde ve denemelerimde de bu karşı duruşu dile getiriyorum. Bu bana biraz yalnızlaşma getiriyor.

“AKADEMİSYENLİK BAŞIMA GELEN BİR KAZA”

Ümit İnatçı pek çok kimliği içinde barındıran bir isim. Hem bir akademisyen, hem bir yazar hem de şair ve ressam. O ise akademisyen oluşunu talihsizlik olarak nitelendirirken her daim sanatla var olma arzusunu dile getiriyor.
“Ben talihsizliğimden akademisyen oldum. Akademisyenlik başıma gelen bir kaza. Keşke sanatla yaşayabilecek sosyal ve ekonomik ortam olsa. Keşke üst kültür dediğimiz entelektüel ürünün de tüketilebileceği sosyo-ekonomik ortamda yaşayabilseydik ki yaratıcı yönümü köreltmeyen ortamda bulunmasaydım. Klasik anlamda akademik ortamdan bahsedecek olursak beni bileyebilirdi. Bana katkı koyabilirdi, belki öyle de olmalıydı. Ama klasik bir akademik ortamdan bahsedemiyoruz. İçinde bulunduğumuz üniversitelerdeki üniversite anlayışı üst kültür kurumu olmaktan çok bilgi ticaretinin olduğu meslek aydınların yetiştirildiği bir ortamdır. Bu çelişki içinde yoğruluyorum. Zaman zaman öfkeleniyorum. Bir yandan da bir genç bile kurtarsam, onu sarssam, aklını başına getirsem belki bugün kızar ama bir gün ne demek istediğimi anlar diyorum. Bu umutla akademik ortamda bulunuyorum. Çaresizlikten bunu yapıyorum çünkü bu ortamı bıraksam açlıktan sürünebilirim. Bunları söylemekten çekinmiyorum. İnsan çelişkilerini dışa vurabilmeli. Ben neyle kavga ettiğimi biliyorum. Zaman zaman kendimle de kavga ettiğimi görüyorum. Beğenmediğim yönlerimi karşıma alıp belki olmak istediğimi ama olamadığımı anladığım için kendime sitem ediyorum. Ama bu da böyle bir hayat. Sosyal, ekonomik ve siyasal koşullar bizi biçimlendiriyor. Hatta çoğu zaman biçimsizleştiriyor. Biçim bizim aklımızda olan ideal bir forum gibi algılanabilir. Onun peşine düşüyorsun. Böyle olursam olur diyorsun. Ama olmak istediğin değil olmak istemediğin gibi de buluyorsun kendi kendini. Bu yarılma ikiye düşme yüzyılımızın en büyük hastalığı. Ben bir sanatçı olarak bu hastalığın içinde yaşıyorum. Onu yenmeye çalışıyorum. Derdim iyileşmekten çok bu hastalığın varlığını anlatabilmek. Belki kurtuluş yüzleşirken neyle yüzleştiğini ve bundan ne tür bir ders çıkardığını bilmektir. Sanatın, yazarın, düşünürün de belki de en büyük faydası bu olur.”

Bu haber toplam 5077 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 219. Sayısı

Adres Kıbrıs 219. Sayısı