1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Umudun Kıyısı
Umudun Kıyısı

Umudun Kıyısı

Gençlik umuttur, gençlik çaredir nakaratı dilimizin ahengi ile besteye dönüşürken, düşen yağmur, toprağın kokusunu salıyor burnumuza yeniden.

A+A-

Nügen Derman Duru
[email protected]

 

 

"Umut ettiğin kadar özgür, korktuğun kadar tutsaksın." ( Afrika atasözü)  

Bilgelikten yoksun toprakların kaderi hep ağıt yakmak olurmuş.

Onca çilenin içinde varoluş savaşı verirken, bilir miydik yılların bu şekilde akıp gideceğini, bahanelerin ardına sığınarak boş umutlarla çırpınacağımızı.

Bilir miydik yaptığımız seçimlerin kimliğimizi daha da çok ufalayacağını.

Şimdi bedenimizin her hücresi lime lime olmuş bir halde debeleniyoruz. Yalnızca geçmişin izlerinde daralmıyor ruhumuz, geleceğin gölgesi de boğuyor, yüreğimizi sıktıkça sıkıyor. Karanlık bir bilişin etkisinde şekilleniyor sanki hep iç dünyamız.

Coğrafyanın kader olduğu söylemi, hafif bir rüzgar gibi hep yüreğimizde efil efil esiyor. Seviyoruz, hem de çok seviyoruz bu sokakları, ikindi gölgesinin düştüğü kapı önlerini. Ev önüne dökülen suyun buharlaşmasını, yaseminin havaya salınan kokusunu, cemile çiçeğinin dökülen yapraklarını seviyoruz. Bir sigasın kök salmasını sabırla beklerken bir tarafımız, diğer yanımız telaşla oradan oraya savruluyor; ancak biz bu telaşa da tutkuluyuz.

Çok fena işlemiş içimize bu toprağın kokusu! Yağmurun düşmesini bekler dururuz güz boyunca, sırf azıcık geçmişin havasını soluyabilmek için. Nergislerle koyun koyunaydı çocukluğumuz çünkü ve hep umudun topraklarıydı buralar.

Şimdi artık şehrin daracık sokaklarında, gölgelerle dans ediyoruz. En sıradan seslerin haykırışında ihmal, korkaklık ve sığlık yüzümüze vuruyor. Hiç tanımadığımız yüzlere gülümseyemiyor, titreyen ruhumuzun derinlerine inecek ilişkilere hasret bir halde, ah vah çekiyoruz. En sevdiğimizi sandıklarımıza sırt dönerken, hiç tanımadığımız yüzlere derbeder ruhumuzu teslim ediyoruz.
Ne oldu, nasıl oldu da böylesi bir karanlık içinde çırpındığımızı sorar dururuz öylece. Kimliksiz bünyelerimiz artık bu yükü taşıyabilecek mi diye düşünürken, ruhumuz titriyor. Derin bir iç çekişle kendi kendimize sitem ederken, nice hayatların harcandığı yılların ağır sorumluluğu yükleniyor omuzlarımıza. Geçip giden zamanla birlikte, canımız daha da çok yanıyor.

Günü birlik hayaller ve yaşayışlar daha ne kadar canımıza okuyacak, daha ne kadar kendimize bakarken başkalarının utancını yaşamışız paranoyasını taşıyacağız? Daha ne kadar elini uzatanı düşman, yüzünü çevireni dost ilan edecek yüreklerimiz? Bulanık zihinlerimiz gün be gün daha da sise bürünerek köreliyor.

Savaşı, ihaneti, yalanı, aç gözlülüğü görmüş sarı taşlı binalar, yeni konuklarına küs belli ki. Sokaklar sırtını dönmüş kendi insanına.

Bir akıl ve yürek tutulması yaşıyor coğrafyamız. Tüm umutlarını yitirmiş ağıtlar yakıyoruz ölüler diyarına. Güzelliğin, aşkın, Afrodit’in ve Adonis’in hayaline yabancılaşıyoruz. Vreççalı Mida'yı, Kavuni'yi hiç duymadık gibi sanki. Yasemin ve portakal çiçeği kokularına nasıl körelmişse burnumuz, delik deşik olmuş dağlara tepelere de bakmıyor artık gözlerimiz.

Giden çocuklarımızın ardından su dökmüyoruz; geri gelişlerini engellemek belli ki niyetimiz. Dönmeyene nasıl üzüleceğimizi, gelene nasıl sevineceğimizi bilemeyen, nasırlaşmış yürekler ülkesinin insanlarıyız biz. Ellerimiz artık ne mersin dalı,  ne de zeytin dalı uzatıyor. Sınırın iki yanında birbirine ayrı düşen kalpler atıl durumda her köşede. Öyle ki şairimiz karar veremiyor coğrafyanın hangi yanını seveceğine…

Hâlbuki gençlerin gitarlarından çıkan melodiler umuda kanat çırpıyor. Tutunamayanların dansları, hayat vermeye çalışıyor ruhunu yitirmiş sokaklara. Bazılarımız hala siyah beyazın ısrarında iken, kimilerimizse renklerle hayat vermeye çalışır yeniden duvarlara. Karabasana dönüşmüş rüyalarımızı dönüştürmek belli ki gayretleri.

Gençlik umuttur, gençlik çaredir nakaratı dilimizin ahengi ile besteye dönüşürken, düşen yağmur, toprağın kokusunu salıyor burnumuza yeniden. Yeşil bir pencere şehrin sur kapısına doğru açılıyor. Kapı önü oturmaları başlıyor belki yasemin ağacının eşiğinde. Avcıya inat kuşlar uçuşuyor.

Çocuklar ellerinden kalemi, kâğıdı bırakmış bir güvercinin peşinde koşuyor.

Kim bilir, belki umuda koşuyor. 
 

Bu haber toplam 1696 defa okunmuştur
Gaile 463. Sayısı

Gaile 463. Sayısı