Umursuzlara...
Umursuzlara...
Tufan Erhürman
Demek ki senin tuzun kuru! Umurunda değil olan biten. Oysa bizimkisi doğduk doğalı nem içinde. Ne kadar sallasak da tuzluğu, tanesi akmıyor meretin.
Buradan kilometrelerce uzakta, zamanın birinde, Tuz Yürüyüşü’ne çıktığını öğrendiğimizde, bir deri, bir kemik, elinde asasıyla ihtiyar bir adamın, heyecandan titriyorsak ve doluyorsa gözlerimiz, bileceksin ki bundandır.
Şimdi bizim tuzumuz yaş mı yaş ya hani, kurumasa da tepsermesi, akmasa da damlaması tabiatıyla umurumuzdadır!
Hem yalnızca tuz değil, Şair’in dediği gibi, bulutlar da umurumuzdadır. Belki senin tependekiler daha beyaz, parçalı, denizlerin bile mutedil dalgalı. Ama bizim gördüğümüz bulutlar kara. Truman Show’daki gibi bir tek bizim kafamıza yağmur yağıyor sanki. Sen, “ahmak ıslatandır, o yüzden bir tek sizi ıslatıyor” diyebilirsin. Ama sen de bilirsin ki bu memlekette senin “ahmak” dediklerin, farkında olmasalar da hâlâ çoğunluktadır. Dahası, sen aklına çok güvensen ve “ben tedbirimi aldım, evimin üstünü örttüm, gayrı bu buluttan bana zarar germez” desen de, o kale gibi evinden çıktığında ve sıra sana geldiğinde, elbet senin kafana yağacak çamur gibi yağmurlar da vardır. Ve işte tam da bundan ötürü, Şair’in dediği gibi, yalnızca yüzümden geçenler değil, yüzünden geçen bulutlar da umurumdadır.
Bu ülkede, kimisi yerin altında, kimisi üstünde sevgili insanlar vardır. Onların ölen, öldürülen, yaşayan, yaşadığına pişman edilen, bir türlü gülmeyen yüzleri de vardır. Bir zamanlar bugünün ölülerinin yaşamlarının üzerinden geçen bulutlar, şimdi onların çocuklarının, torunlarının yaşamlarına musallat olmaktadır. “İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte”, yalnızca yaşayanlar değil, gün yüzü görmeden göçüp gidenler de umurumuzdadır.
“Her koyun kendi bacağından asılır”ı, “gemisini kurtaran kaptan”ı, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”ı şiar edinebilirsin de, yırtınsan gerçeği değiştiremezsin: Tepelerimizin üzerindeki bulutlar boşaldığında, sen fark etmesen bile, yağan o leş gibi yağmur hepimizi birden ıslatır. Bizi beğenmeyebilirsin, aşağılayabilirsin ama ne kadar arzu etsen de, asla reddedemeyeceğin bir şey var: Gök kardeşiyiz seninle. Keşke babalarımız da yapsaydı bu işi ama onlar geri durdularsa da, analarımız aynı göğün altında kuruttular çamaşırlarını. Gök hepimiz için mavi olsun, yağmur yağacaksa çamursuz, temiz yağsın diye didiniyorsak gece gündüz, hiç hak etmesen de bunu, senin için bile dertleniyorsak, bilsen de, bilmezden gelsen de bundandır.
Velhasıl, bu memleketin göğü de, yerinin altı da, üstü de, kuzeyi de, güneyi de, Surlariçi’nde başı kel, yalın ayak dolaşanı da, evinde, sokakta dayak yiyeni de, aşağılananı, hor görüleni de, eti üç otuz paraya satılanı da, işsizi de, yabancı ve kaçak işçisi de, sendikalısı da, sendikasız bırakılanı da, önüne her gün engeller dikildiği için “engelli” diye çağrılanı da, hatta bir halt oldum sanırken kendi kararlarını almasına olanak tanınmayan, özne olamayan ama insanlık onurunu unuttuğu için bununla dertlenmeyi aklına dahi getirmeyen senin gibiler bile sevgili gök kardeşim, evet senin gibiler bile bizim umurumuzdadır.
Gaflet ve dalalet içinde olduğunu bilmeme karşın hâlâ sana seslenme ihtiyacı duyuyorsam, zannettiğin kadar önemli olduğunu düşündüğüm için değil; asla değil. Bileceksin ki yalnızca bundandır!
***
UMURUMDADIR
Ölüm umurumdadır.
Çünkü; umurumdadır yaşam;
yaşanan günlerin sisi
ve akıp giden ışıltısı
umurumdadır.
Günlerin ışıltısından
ve acılardan geriye
ne kalacağı süzüle süzüle
umurumdadır.
Bulutlar umurumdadır,
yüzümden ve yüzünden geçen bulutlar;
sevgili insan yüzlerinden
ve yaşamımızdan geçen bulutlar
umurumdadır.
Zonklayan beyin yaralarına akıl,
buğulanan yürek
umurumda.
Bu yüzden, tek bu yüzden
umurumdadır ozanlığım…
Fikret Demirağ